Bize Çengelhan'ı anlatabilir misiniz? Çengelhan nasıl bir yapı?
Çengelhan, han ve kervansaray gibi, bildiğim kadarıyla dünyada örneği az bulunan, bu topraklara ait bir yapı formuna, işlevine sahip. Yani, Türkiye'de bu yapılar bilhassa yaygın. Çünkü burası, biliyorsunuz, doğudan batıya, batıdan doğuya giden önemli ticaret yollarının tam da üzerinde bulunuyor. Hanlar ve kervansaraylar, memleketimizin zengin kültürel mirası içinde çok önemli ve özel bir yere sahip. Çengelhan da bunlardan biri işte. Ancak, artık atlar ve develerle seyahat edilen ve böyle yerlerde konaklanılan dönemlerde yaşamıyoruz. Bu nedenle, günümüzde bu tür yapıların çoğuna, uygun veya uygun olmayan yeni işlevler kazandırılması gündeme geliyor. Malum; han, kervansaray gibi yapılarının çoğu bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün tasarrufu altında… Çengelhan'da olduğu gibi bu yapılar, Vakıflar idaresi tarafından ‘onarım karşılığı uzun dönemli kira' yöntemiyle ilgilenen yatırımcılara veriliyor, ya da bizzat idare tarafından onarılıyor.
Çengelhan da zaman içinde özgün işlevini yitirerek başka hallere dönüşmüş; son olarak dericilik yapılan bir tabakhane haline gelmişti. Siz o zamanlarını görseydiniz, şimdiki haline çok şaşırırdınız. Rölöve ölçümleri sırasında yapıya, inanmayacaksınız ama tüm ekip çizmelerle geldik, şimdi söylemesi bile zor; yerlerde kanlı, irinli, açıkçası iğrenç sıvılar, kokular içinde ölçüm yaptık. Olağanüstü asidik bir ortam vardı ve haliyle bunun yapıya verdiği zararlar da büyük boyutlarda idi. Örneğin, bugün şu görünen payelerin alt kotlarındaki taşıyıcı taşlar ileri derecede bozulmuştu. İç zeminler tamamıyla tahrip olmuştu. Keza, üst kotlar birçok müdahale görmüştü. Açıkçası o halde, berbat bir yerdi burası. Şimdi düşünmek bile istemiyorum. Tabii, bugün bunları kimse bilmiyor, bilenler hatırlamıyor, artık burayı bu şekilde görenler geçmişini bilmiyor… Dolayısıyla binanın, kurtarılıp da bu hale getirilmesi çok önemli. Bakın, şu anda burada oturuyoruz, lezzetli kahvelerimizi içiyoruz. O zamanlar bunu akla getirmek, hiç ama hiç mümkün değildi...
Koç Ailesi'nin, babaları Vehbi Koç'un ticari hayata atıldığı ilk yeri barındırdığı için Çengelhan'la manevi bir bağları olduğunu biliyoruz. Bu yüzden bu tarihi yapının onarımını yaptırarak topluma kazandırmak istediler, değil mi? Peki, aile bu fikirle size nasıl ulaştı?
Aslında Koç Ailesi'nin Çengelhan'ı onarmaya karar vermesinden önce bizim burayla ilgili bir geçmişimiz var. Yanlış hatırlamıyorsam 1993, ‘94 yıllarında, Murat Karayalçın'ın belediye başkanlığı sırasında, Orta Doğu Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanan bir Ulus Planı gündemdeydi. ODTÜ'de, sevgili hocamız, rahmetli Raci Bademli tarafından sahip çıkılan, kendisinin de fiilen katkıda bulunduğu bir plandı o. O plan bugünkü belediye tarafından benimsenmedi maalesef. O zamanki Ulus Planı içinde, Çengelhan da dahil olmak üzere, bölgedeki hanların onarılması söz konusuydu. Planda Çengelhan'ın ‘Uluslararası Baskı Sanatları Müzesi' olarak kullanılması düşünülüyordu. Hatta hatırlıyorum, o dönemde Galeri Nev bu proje için danışmanlık yapmış, bayağı çalışmıştı. Murat Karayalçın tarafından bu iş bize verildi. Çengelhan'ın rölöve ölçüm ve çizimlerini o zaman tamamladık. Ancak, Murat Karayalçın'ın belediye başkanlığı o zamanki seçimlerle bitince bu proje de rafa kalktı. Daha sonra duyduğumuza göre, yeni idare bir ara, "Bu gibi perişan yapıları yıkmalı, bu bölge temizlenmeli" vb. gibi bir düşünceye vardı. Sanırım, bu hanların tarihi yapılar olarak önemi uzmanlarca vurgulanınca bu fikirden vazgeçildi. Şunu eklemeliyim ki o zamanlar bu hanların mülkiyeti Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne aitti. Ancak, daha sonra, Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakfiye kayıtlarına dayanarak dava açtı ve hanın mülkiyet hakkını aldı. Aradan yıllar geçti ve Rahmi Koç Müzecilik Vakfı Çengelhan'a talip oldu; Vakıflar idaresi ile anlaştılar ve onarımı karşılığında burayı kiraladılar. Koç Ailesi, eskiden yapıyı biz çalıştığımız için yapılması gerektiği gibi bizimle görüştü ve yeniden projelendirmeyi bizim gerçekleştirmemizi istedi. Biz de seve seve kabul ettik. Açıkçası Koçlar'ın, özellikle Rahmi Koç'un bu konuda özel ilgisinin olması, projenin tam anlamıyla gerçekleşebileceği ihtimali bakımından, mimarlar olarak bizim için inandırıcı ve sevindiriciydi.
Projenin uygulama sürecinde neler yaşadınız?
Zaman içinde hanın kaderine terk edildiği ortada; hatta düpedüz soyulduğunu da söylemek lazım... Sökülebilir durumdaki her türlü mimari eleman ya yerinde yoktu ya da kırıktı, parçalanmıştı, oraya buraya atılmıştı, vs… Yeniden bir belgeleme, projelendirme yapılması gerekiyordu. Tabii, aradan yıllar geçtiği için ilk projede bazı değişiklikler yaptık; yapmak zorundaydık. Zaten, pek ağırlıklı olmasa da işlev değişikliği gündeme geldi. Gene, bir müze olması söz konusu oldu, ancak konu farklılaştığından bazı mekanların kullanımı ve sergileme biçimi de değişmek zorunda kaldı. Dolayısıyla eski projeyi güncelledik. Yeniden kurul onayı alındı. Uygulamayı Ark İnşaat yaptı. İnşaatın başında Mimar Ali Erdoğan durdu. Ayrıca yine Koç Ailesi'nin restorasyonla ilgili işlerinde mimarlık yapan Neşe Ergin, İstanbul'dan gelip gitti. Böyle el birliğiyle, birbirimize danışarak uygulamaları sürdürdük.
Proje sırasında kimlerden danışmanlık hizmeti aldınız?
Çengelhan projesinin geçmişi 90'lı yıllara dayandığı için şimdi tüm isimleri hatırlayamayabilirim. Ama koruma ile ilgili konularda, her ikisi de koruma uzmanı mimar olan ODTÜ Öğretim Üyeleri Doç. Dr. Emre Madran ve Dr. Nimet Özgönül danışmanlık yaptı. Sonra yine ODTÜ İnşaat Fakültesi'nden Doç. Dr. Uğur Polat yapısal açıdan, kimyager ve arkeometri uzmanı Ali Çetin İdil malzeme bozulmaları açısından danışmanlarımızdı. Üst örtüye ilişkin statik projeyi Mehmet Ateş hazırladı. Moiz Meseri engelliler için erişebilirlik meselesinde destek oldu. Aklıma gelenler bunlar...
İç avluda bulunan ve Vehbi Koç'un ilk dükkânının olduğu yapı sanki sonradan eklenmiş gibi duruyor. Hanın genel mimarisinden çok farklı görünüyor.
Bu yapı, Çengelhan kadar eski değil. Ana yapıya çok eski olmayan bir dönemde eklendiğini tahmin ediyoruz. Projeye başladığımızda büyük ölçüde harap ve sağlıksız durumdaydı. Özgün malzemesinden mümkün olduğu ölçüde yararlanarak yeniden yapımına karar vermemizin en önemli sebebi bu. Bu kısmın önemi, Vehbi Koç'un ticaret hayatına atıldığı yıllarda çalıştığı ilk dükkânın, bu ek yapının içinde olması. Hanın restorasyonu için sponsorluk yapan Koç Ailesi'nin isteğiyle, avludaki bu bölümü kurtarmaya çalıştık. Fakat dediğim gibi fiziken pek korunacak halde olmadığı için, kalan özgün parçalarının rölövesini çıkardık, yeniden yapımı sırasında eksiklerini tamamladık.
Çengelhan, şu anda bir müzeye dönüştü ve burada Rahmi Koç'un kişisel koleksiyonundan örnekler sergileniyor. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Bu tamamen Rahmi Bey'in fikridir. Biriktirdiği koleksiyonda, ki bildiğim kadarıyla burada sergilenenlerin benzeri daha yığınla parçası var, oyuncaklardan tutun da sanayi ürünlerine kadar birçok sayıda nesne var. Onların buraya getirilerek sergilenmesi Rahmi Bey'in kararıdır. Sergilenecek objeleri de, Rahmi Bey'in bu işlerle ilgilenen danışmanı Anthony j. Phillipson seçti.
Çengellhan aynı zamanda restoran ve kafe olarak hizmet veriyor.
Evet. Bu orta kısım, üzerini kapattığımız avluda Divan Brasserie tarafından işletilen bir kafe - restoran... Tertemiz, çok düzgün bir işletme. Sınırlı sayıda masa var. Özellikle müzeyi canlı tutmak ve Ankara'nın bu önemli fakat o derece de bugüne kadar ihmal edilmiş köşesinde medeni, nezih bir yer olması bakımından gündeme geldi ve sanırım çok iyi oldu.
Çengelhan'da çağdaş diyebileceğimiz bazı müdahaleler olduğunu görüyoruz. Örneğin, avludaki asansör gibi...
Evet, birçok unsur var. O asansör, engellilerin restoran kısmından yukarıya çıkabilmesi için konuldu. O standarttadır. Projede, yapının özgün halinde bulunmayan, ya da şöyle ifade edeyim; yapıya ait olmayan yeni elemanları, kendilerini belli edecek şekilde yerleştirdik. Malzemesi, tekniği ve rengi ile farklılaştırdık. Ancak, yapının kendisi ile uyumlu olmasına, tabir caizse, ‘sırıtmaması'na da gayret ettik. Mesela yapının işlevi gereği üstünü kapamak durumunda olduğumuz için tasarladığımız çatı… En büyük müdahalenin o olduğunu söyleyebilirim. Fakat onun, yapının bütünüyle uyumlu olduğunu söyleyebilirsiniz. Çatının formuna dikkat ederseniz, yapının hiçbir yerinde hiçbir zaman var olmamış; buna karşılık, böyle büyük bir üst örtünün alttan en hafif hissedileceği çok basık bir tonoz olduğunu görürsünüz. Çatı ayrıca pek göze çarpmayan çeşitli mekanik özelliklere de sahiptir; hareketli güneş kırıcıları, temizliği için kayar köprüsü, ısı kabloları, vs... Sonra şu korkuluklar da özgün değildir. O harap halinde ortalıkta kırık dökük bazı ahşap korkuluk parçaları vardı, ama o da sadece birkaç tane... Onların özgün olduğuna güvenemezdik; bu nedenle, yatay hatlarıyla avluyu zedelemeyen bu hafif, cam ve çelik detaya gittik. Zemin de yeni yapıldı ve o da özgün değil. Eskiden kalan nitelikli bir zemine ait izler yoktu. Zeminin altında da, gene çağdaş bir müdahale olarak söyleyebileceğimiz, yerden ısıtma sistemi var. Burası öyle ısınıyor...
Eskiden hanlar nasıl ısıtılıyormuş?
Orta mekanları ısıtılmıyordu tabii; malum üstleri açıktı. Odaların içinde küçük ocaklar vardı. Hancı, odaları tutanlara battaniye ile birlikte odun da veriyordu... Bu yüzden hanlar çok mazbut yapılardır; ısıyı içeride tutabilmek için odalarının pencereleri, kapıları hep küçüktür.
Çengelhan bu bölgeye nasıl bir hareketlilik kazandırdı?
Türkiye'nin başkenti Ankara'dır ve bu şehrin tarihinin en önemli unsurlarından biri de Ankara Kalesi'dir. Fakat Kale, bugüne kadar doğru düzgün ele alınıp onarılmamış; bir taraftan terk edilmiş, diğer taraftan işgal edilmiş; çoğu kesimi yıllardır berbat, pis bir yerdir. Bir kere bu çok utanç verici bir durum. Sadece Kale de değil, Roma dönemi kalıntıları da öyle. Peki ya Augustus Tapınağı? Bu kadar önemli anıt üzerinde yıllardır tartışılır durulur, fakat somut bir şey yapılmaz. Nihayet şimdilerde, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin girişimleri ile yeni baştan ele alınıyor. Ne yazık ki Ankara'da birçok tarihi yapının hali böyle içler acısıdır: Çok kötü kullanılıyorlar, hor görülüyorlar, hatta yakılıyor, yıkılıyorlar...
İşte böyle bir durumda, Koç Ailesi'nin gelip buraya yatırım yapacağı; Çengelhan'ın onarılacağı duyulur duyulmaz, bölge değer kazanmaya başladı. Dolayısıyla, insanlar çevrelerine biraz daha özenmeye başladılar. Hali vakti yerinde olanlar evlerini onarmaya başladı. Bu bölgede zaten bir lokantacılık geleneği vardı. Ankara'nın eski lokantalarından Washington Restoran ve başka birkaç köklü lokanta buraya taşınmıştır. Yavaş yavaş bölgeye bir canlılık gelmeye başladı. Daha sonra, Altındağ Belediyesi etkin bir şekilde kaleye el attı. Şimdi, görmüşsünüzdür, birçok yapı onarılıyor. Onun için hemşerilerinin Koç Ailesi'ne müteşekkir olması lazım. Açıkçası, Rahmi M. Koç Vakfı, şehrin Kale utancından kurtulması için gerçek bir kıvılcım çaktı. Ayrıca şu sıralarda, yan taraftaki Çukurhan da butik otele dönüştürülerek Divan tarafından işletilmek üzere onarılıyor. Tamamlandığında, avlunun kuzey yönünde gördüğünüz kapının arkasından Çukurhan'a bir bağlantı yapılacak. Dolayısıyla buradan otelin avlusuna da geçilebilecek. Sonra gene projelendirmesini bizim yaptığımız ve Rahmi Bey'in özel desteği ile onarılan Saat Kulesi var. Artık Kale'nin tarihi saati çalışıyor... Yani, Çengelhan bölge için adeta bir lokomotif oldu. Tabii hâlâ kötü görüntüler de yok değil. Karşıda kalenin kapısı var, iç kale orası. Oradan girip biraz yürürseniz, ileride hâlâ çok kötü durumda olan yerleri görebilirsiniz.