BBOM – Başka Bir Okul Mümkün – Bodrum Okulu, Dağbelen / Bodrum – 2013.
Tasarım Ekibi: Boğaçhan Dündaralp, Berna Dündaralp, Çağrı Helvacıoğlu, İpek Kay.
Son yıllarda ise ağırlıklı olarak çocuk ve eğitim mekanları konusuna odaklanmışsınız. Tasarım anlayışınız bu mekanlar özelinde nasıl evrildi? Hangi projeden sonra odağınız arttı?
Yapı Merkezi zamanında 1999 İzmit depremi sonrası sökülüp takılabilir okul projeleri başlayan süreç 2010’dan bu yana çocuk merkezli yapılar ve eğitim yapılara odaklanarak devam ediyor.
Nasıl oldu? sorusunun yanıtı insanın çocuğu olunca ilgi ve merak çocuk üzerine kurulmaya başlıyor. Onun eğitimi, yaşadığı mekanlar derken birbiriyle paralel giden ve birbirini besleyen bir ortam oluşuyor. Örneğin Başka Bir Okul Mümkün Derneği’nin kurulma aşamasıyla tanışıklıklarımız, biraz bu alternatif eğitimleri okuyor olmamız, bunun Türkiye’de mümkün olup olmadığına bakıldığı bir dönemde peki bunun mekânı nasıl olur diye çalışıyor, araştırıyor olma durumumuz; buna yanında Lüleburgaz Yıldızları Futbol Akademisi projesinin çalışmalarına başlamamız birbiri ile paralel okunabilir.
Bu iki durumla paralel, bir taraftan da bostan konusu... Bunlar birbirine çok yakın zamanlarda, birbirine değen, iç içe geçen, biraz süreçleri birbirinin içine karışan ve paralel yürüyen çalışmalardı. Bir kentte çocuk olmak, çocuğun talepleri, ihtiyaçları, öğrenme mekanları arasında dolaşmak, modern dünyanın kompartımanlara ayırdığı bölünmüş mekân pratiklerini yaşadığımız kentsel koşulların sınırlarına dair pek çok şeyi tekrar irdelememize sebep oldu. Alternatif eğitim dediğimiz şeyin de temellerini keşfetmek için bize imkân yarattı.
Çok temelde şunu keşfettik, çocuk için uygun bir mekân dediğimizde o mekân herkese hitap eden ve herkesin kullanabileceği bir yer oluyor. Oysa modern dünya diyor ki bize çocuk için tasarlanan mekân çocuk için olmalı. O zaman da okul, mobilya, oyun alanı vs. tümü bir stereotipi haline geliyor.
Çocuk sosyal bir çevrede büyüyor ve eğitiliyor, sadece öğrenme mekânı üzerine kurulu bir şey değil, kendi kişisel gelişimini pek çok yerden beslenerek yapıyor ve bu da parçalanan bir şey değil. Biz çocuk merkezli mekân düşüncesini bütün mimarlığımıza yansıtabilir miyiz dedik, çünkü çocuğun içinde olduğu mekânı kavrayabiliyorsan zaten herkese hitap eden bir şey yapıyorsun. Bu da birlikte vakit geçirilebilecek alanlar yaratmanı sağlıyor.
Mesela Lüleburgaz Futbol Akademisi buna güzel bir örnek. Lüleburgaz Belediye Başkanı, köy enstitüleri geleneğinden gelen anlayışın kentte tekrar bir akademiler zinciri halinde nasıl hayata geçirilebileceğiyle ilgili bir fikrin peşinden koşuyordu. Biz de bugünün gerçekliğinde kent ve kentli için bu yeni bir imkân olarak bu nasıl mümkün olur dedik. 6-14 yaş grubu için hedeflenen yapı herkesin bir arada olabildiği bir fırsat yarattı. Sadece doğrudan gidip eğitim aldığın bir yer değil, herkesin bir arada vakit geçirebildiği, ortaklaşa ya da bağımsız alan yaratabildiği ve gerektiğinde de kente dair birtakım etkinliklere katılabildiği bir mekân. Yalnızca bir aile vakit geçirmiyor kentli de orada buluşuyor. Bu çarpışma alanını yaratan olanaklar, mekânsal zenginlik ve ihtiyaç olan birliktelik duygusunun bir tamamlayıcısı oldu.
LYFA / Lüleburgaz Yıldızları Futbol Akademisi, Lüleburgaz / Kırklareli – 2010.
Tasarım Ekibi: Boğaçhan Dündaralp, Berna Dündaralp, Lale Ceylan, A. Burcu Köknar
İlk başka konuştuğumuz bütünsel bakmaya geri döneceğim, bu bütünlük içerisinde bakıyor olmak bu düşünceleri getiriyor. Bostan için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Kuzguncukluların projesi olarak hayat geçirilmesi ve artık biraz daha kamusal işlevli olarak kullanılmaya başlanmasının arkasında, aslında Kuzguncukluların, anne/babaların da çocuklarıyla birlikte daha çok vakit geçirdiği, birlikte olduğu bir yer olmasının bir gücü var. Kuzguncuk’ta şimdi bir deprem dayanışmasından bahsediyorsak, bu şekilde bir arada olmayı mümkün kılan yer ve mekanların varlığının bunu mümkün kıldığını söylemeliyiz. Böylece bu deneyimler başka türlü bir dayanışma modellerinin var olabilmesini sağlıyor.
Projelerinizden bahsedelim ama öncelikle web sayfasında yer alan her projenizin ortak özelliği diyebileceğimiz sorular var? Bu projeye başlamadan sorduğunuz bir soru mu? Bu sorunun yanıtını arayarak mı sonuca ulaşıyor projeler?
Peşinde koştuğumuz ana soru şu: “bu proje ne işe yarayacak?”. Bu ‘ne işe yarayacak?’ sorusu ise her proje için ayrı bir bağlama oturuyor. “Bu konu bu bağlamda ne anlama geliyor; aktörleri, koşulları, sınırları, yeri nedir?” vb. gibi tamamlayıcı soruları ve arka planı var. Bağlam bizim için her zaman belirleyici bir konu. Her projenin kendi özel sorusu, tüm sorulan sorular yumağının içinden ayıklanıp kendine ait, o bağlama ait bir soru haline dönüşüyor. O andan itibaren de bizim için yönlendirici oluyor. Soruyu bulmak, bütün bu araştırma ve tasarım sürecinin temellerinden biri. Bize şöyle bir faydası oluyor: Proje süreçlerinde bazen koşullar o kadar belirleyici olur ki, bağlam ve arkasındaki belirleyiciliğin önüne geçmeye başlar. Bazen de proje ile teknik, idari ya da yönetim kısmıyla ilgili olarak pratik olarak çözülmesi beklenen bir talep oluşur. Bu durumda diyoruz ki bu talep ettikleriniz tabii ki pratik olarak projelendirilerek doğrudan çözülebilir ama buradaki temel soru nedir? O Talebin arkasındaki kök soru nedir? Bu sorduğumuz soru ile herkesi ortak olarak önemsenen bir sorunun etrafında toparlama imkânı yaratabiliyor; projeyle ilgili pek çok konuyu çözmek için rehber oluşturabiliyoruz. Bu da bize projenin, bizden ve tekil çözümünden öte, yaratacak olan etkiyi araştırma ve keşfetmek için bir olanak yaratıyor.
Okul yapıları projelerinizden Fide Okulları’nın sürecinden bahseder misiniz?
Fide Okulları kentte yeni açılacak bir okul arayışı ile başladı. Bu okulu özel kılan şey, sadece bu mekânı nasıl okul yapacağız üzerine kurulu olmamasıydı. Aslında kent içindeki yapı stoğunun okul olma olasılıkları ve seçeneklerin değerlendirildiği, konuşulduğu bir sürecin devamı diyebiliriz. Mimari projelerimizde ortak çalıştığımız, eğitim danışmanımız Ali Koç’un da içinde olduğu bir süreçti. Bizim de bu konulara olan yaklaşımlarımızı da iyi bildiği için, bu özel öğretim kurumunun kurulumunda yapının seçimi öncesinde sürece dahil olmamız mümkün oldu. Normalde mimarlar, “tamam burayı tuttuk, şimdi nasıl yapıyoruz” sorusunun sorulduğu zamanda devreye girer. Biz ise seçilecek yerin ve mekanlarının okulun eğitim anlayışına uygun olup olmadığının sorgulandığı bir sürecin parçası olarak çalışmaya başladık. Kentte okul için uygun yapı bulmak kolay değil. Bize “Ataşehir’de yolun üzerinde, iş hanı tuttuk buraya okul yapabilir misiniz”, diyenler de oldu. Okul bizim için böyle bir şey değil. Bizim işimizin büyük bir kısmı da proje safhasından önce başlıyor. “Projenin doğru bir bağlama oturtabileceğimiz arkasında temeller var mı?” ya da Fide’de olduğu gibi “Bu bağlamı nasıl oturturuz?” soruları projeyi çizmekten daha önemli. Bu anlamda neyin, neden olması gerektiğini ya da olamayacağını anlattığımız, bazen yapmaktan vazgeçirdiğimiz, bazen de bizim yapmadığımız bir arka plan oluyor bu süreçte. Biz bunu da bir mimarlık hizmeti olarak görüyoruz.
Fide Okulları Sürreyapaşa, Maltepe / İstanbul – 2018.
Tasarım Ekibi: Boğaçhan Dündaralp, Berna Dündaralp, Sezgi Göktepe
Fide’de bu anlamda şanslıydık, bizim bu konuda nasıl çalıştığımızı, bizim de onların bu konuya nasıl baktığını bildiğimiz bir işverenimiz vardı. İşin ilginci ilk İdealtepe’deki proje bir kentsel dönüşüm alanındaydı, eski bir tekstil atölyesi olarak kullanılıyormuş. Gerçekten o bina yıkılıp, bir konut olabilirdi. Çok nitelikli bir yapı değil ama kendi zamanında yapılarak işlevini yerine getirmiş. Bizim için bahçe kullanımı, açıklığı, mevcut ağaçların korunması önemliydi. Biz binayı beğendik ama mal sahibinin düşünceleri çok net değildi. Ama biz bu alanın bir hikayesi olduğunu, mahallede olma hali gibi konularla uygun olabileceğini aktardık. Mal sahibi de okulun ortağı olarak, bu proje mümkün oldu.
Burada çok önemli bir nokta devreye giriyor. Mesele sadece o yerin okul olması değil. O yerin ölçek değiştirmeden var olabiliyor olmasının, korunabilmesinin kentte bir bedeli var. Bu mimarın yaratabileceği bir şey değil ama mimar bu sürecin içinde olduğunda, artılarını/eksilerini/olanaklarını daha iyi gösterip anlatabiliyor ve katkı sağlayabiliyor. Bu da iş akışlarının lineer gittiği bir dünyada, -özellikle kentte bir okul söz konusu olduğunda- sen devreye daha önce girip onun ön hazırlığını, düşünsel kısmını, danışmanlığını o gözle bakarak buranın potansiyellerin görüp onlara aktarabildiğin bir süreç sonrasında çok önemli oluyor. Fide İdealtepe’nin başarısı buradadır. Sonrasında bu kadar küçük bir yapıdan bu güçlü bir okul nasıl ortaya çıktı? dendi.
Fide Okulları İdealtepe, İstanbul / Maltepe – 2016 – 2020.
Tasarım Ekibi: Boğaçhan Dündaralp, Berna Dündaralp
Fide Süreyyapaşa da İdealtepe ile başlayan bu sürecin sonunda oluştu. Sonrasında da mevcut olanı ne kadar daha iyi değerlendirebilir, elimizdeki bütçelerle, oranın niteliklerini koruyarak, minimum müdahale ile ne kadar efektif kullanımlı hale getirebiliriz? sorularından önce o yerin seçimi önem kazandı. Süreyyapaşa da bir yıllık yer arama sürecinden sonra projelendirildi.
Okullar yaşayan mekanlar ve zaman içerisinde dönüşüyorlar. Bu süreci öngörerek; içinde olmak, felsefisini geliştiriyor olmak, eğitim modelini onun içine dahil edebiliyor olmak gibi konular var. Bugünlerde, Abdi Güzer’in editörlüğünü yaptığı kitap serisi var, ilki çıktı Sinema ve Mimarlık. Bir sonraki Çocuk ve Mimarlık olacak. Ona bir şeyler yazmaya çalışıyorum, bu süreçleri başka türlü anlatmak gibi bir derdim var. Aslında bizim mimar olarak yaptığımız iş, böyle yaşayan ve sürekli dönüşen bir şeyin içinde oradaki önceliği neyin üzerine kurduğumuzla ilgili. Dolayısıyla okul yapılarını bizim için özel hale getiren ve bu süreklilikte kurmamızı sağlayan şeyler bunlar oldu.
Mevcut okulların dönüşümüyle ilgili bir projeniz var: Mehmet Ali Yılmaz Okulu. Bu proje nasıl bir deneyimdi sizin için?
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un Geleceğin Okulları adıyla başlattığı bir dönüşüm projesiydi. Mevcut yapı stoğu içerisinde Türkiye’nin farklı coğrafyalarında, birtakım iyi örnekler yapılarak geleceğin okulları için bir takım pilot projeler gerçekleştirmek istiyorlardı. Bunun için bu konuda çalışmaları olan bir grup mimarı davet ettiler. Bize bir takım seçenek sundular. Bizim için en iyi okul, bağlamını anlayabildiğimiz, ilişkilerini görebildiğimiz bir okuldur. Temas halinde olmamız, gidip deneyimleyebiliyor olmak önemlidir dedik ve Ümraniye’de bir deprem ve güçlendirme ihtiyacı olan bir okul seçtik. Sonrası da bir süreç aldı; deprem riski nedir, ne kadar alan kullanılabilir, mahalle okulu olarak kullanılacaksa orası nasıl mahallenin ihtiyaçlarına destek verebilir? Gibi sorular sorduk. Burayı sadece okul olmaktan çıkarıp o mahalle için sürekli çalışan bir donatı haline getirmek ve çocukları o hayat bütünlüğünün içinde öğrenmesini nasıl sağlayabiliriz sorularını sorduk. John Dewey şöyle der: “Eğitim hayata hazırlık değildir. Eğitim hayatın ta kendisidir.” Çok güzel bir cümledir. Bu bütünlük içerisinde bakarak sunduğumuz bir projeydi, sonrasında belli bağışçılarla ve organizasyonlarla yapılması konusunda bir yol izlendi. Bizim proje hayata geçmedi. Diğer projelerin ne kadarı tamamlandı bilmiyorum ama Sayın Selçuk’un çok kısa süren bir Milli Eğitim Bakanlığı oldu. O görevinden ayrılınca da proje rafa kalktı.
MAY İlköğretim Okulu, İstanbul Ümraniye – 2020.
Tasarım Ekibi: Boğaçhan Dündaralp, Berna Dündaralp, Sezgi Göktepe