MesutT: ‘Doğa'da yaşayan biri olarak ekolojik mimarlık, sürdürülebilirlik tartışmalarını izliyor musunuz?
SehatA: Bauhaus, endüstriyel tasarımdaki ya da mimarlık alanındaki gelişmeler... II. Dünya savaşından sonra, tasarım birdenbire çok önem kazandı. Pekçok disiplin büyük gelişmeler kaydettiler ve bu gelişmeler saygı gördü. İnsan insana karşı da saygılıydı. O, romantik bir dönemdir zaten. Tangolar, danslar, insanın insana dokunması... Bu, Avrupa'da özlemle birlikte hümanizmin bir patlayışıdır. O patlama, yapılan tasarımlara da yansımıştır ve yapılan da takdir görmüştür. Şimdi yapılan şeyler insan düşüncesinin çok iyi bir ürünü gibi görünse de, çok fazla takdir edilmiyor. Bir endişe var. Bu endişe de şundan kaynaklanıyor: Dünyanın çok küçük olduğu anlaşıldı, insanlar yalnızlaştı, disiplinler arası saygı, inanç kalmadı... Hayatımıza giren -izmlerin tedavülde kalış süreleri gittikçe kısaldı ve zaten uzun zamandır da yenisi çıkmıyor. Çünkü artık insan, bulunduğu yerden onların tümüne birden bakıyor. Ben burada İzmir / Urla, Yağcılar köyünde yaşarken, Amerika ya da Avustralya'da olan herhangi bir şeyden kopuk değilim. Bu da, umuttan çok acı veren bir bağ. Yapıları bir kenara bırakalım, insanın kendisi diğer canlı türlerinin varlığını tehdit edecek kadar çoğaldı.
Mimarlığın sorumluluğu değişiyor. Bu noktada yapılan ne kadar iyi bir yapı gibi görünse de, ahlaka aykırı bir yan da taşıyor. Barınma hakkını çözememene rağmen, bir sürü gereksiz yapı yapıyorsun. İletişim olanakları bu kadar gelişmişken, örneğin bir borsa işini evinizden de yapabilecek olmanıza rağmen hala bir binaya ve çantanızı elinize alıp gitmeye ihtiyacınız var. İhtiyaç ortadan kalkıyor, ama insanlar bunu görmezden gelerek yeni yapılar yapıyorlar. İhtiyaç olsa bile, onun kütlesini, kullanılan malzemeleri sorgulamak gerek. Bunları, "böyle olduğu için bu şekilde yaşamaya başladım anlamında değil, böyle yaşamaya başladıktan sonra farkettim" demek için anlatıyorum. Her şeyi sıfırdan düşünmekte fayda var. Yeşil, sürdürülebilir bina denilince hemen akla güneş ya da rüzgar enerjisi geliyor. Evet bunlar doğru, ama bütün argümanları baştan düşünmekte fayda var. Binanın yönü, kullanılacak malzemeler... Mesela bu evde kışın dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun, güneşi içerde hissedersiniz. Ama yazın güneş evin içine bile girmiyor. Bu bilinçli bir tercih. Ekolojiklik bu noktada başlıyor. Bir evin yönünü 10, 30, 60 derece değiştirmekle yüzde 20 – 30 civarında ısı tasarrufu yapabiliyorsunuz. Bence, binanın kendisini anlam ve işlev olarak bir daha sorgulamak gerekiyor.
Öncü olanlar vardır, bir de onların arkasına takılanlar. İkinci grup, o trendi kullanırlar çünkü kopmak istemezler.Ben ekolojik bir kapitalizm olabileceğine inanmıyorum. Şu anda yerin altına gömülen , çatısında ve balkonunda bahçe olan binalar türemeye başladı. Sürdürülebilirlik, yenilenebilir enerji, akıllı yapı gibi terimlerin anlamını bulması için binanın bütün anatomisini ilgilendiren, çok farklı disiplinlerin daha yol alması gerektiği inancındayım.Aksi taktirde ileride çok büyük acılar çekilecek.