Eleştirilerin yanı sıra kurumda yolsuzluk yapıldığına dair bir takım iddialar da var. Siz içeriden biri olarak bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Paranın, sermayenin ekonomisi ayrı çalışır. Sanatın ekonomisi ayrı çalışır. Türkiye'de bürokrasi güya ihalede en ucuz teklifi verene proje işini vererek güya ölçülebilir bir iş yaptığını varsayıyor ve sorumluluktan kurtuluyor. Sözgelimi Ayasofya gibi paha biçilmez bir anıtın restorasyon projesi basitçe ihale edilebilir, parayla ölçülebilir bir bilgi midir? Örneğin Ayasofya için çok sofistike statik analizler yapılabilir. Nano teknolojiler ile harcın higroskopik yapısı incelenebilir, ya da mozaik ve fresklerin temizliği ve korunması gerçekleştirilebilir. Bunların hepsi ayrı yöntemler ve bilme biçimleri gerektirir. Bunların hiç biri mimari bir araştırma, proje hazırlanması söz konusu olduğunda ihale şartnamesi tarafından öngörülemez. Orhan Pamuk'un projesinin ya da Beral Madra'nın projesinin iyi ya da kötü olduğuna karar vermek için bir hakemlik müessesesinin olması gerekir. Bu kurumda projeleri değerlendiren iyi-kötü bir hakemlik müessesesi oluşmuş. Eğer bu yöntemi beğenmeyen varsa yenisini önersin. Fikir ürünlerinin satın almasını, çimento satın almaktan ayırt eden bir yöntemi bilen varsa da hemen söylesin!
Ben bu kurumda hiç beğenmediğim şeyler görüyorum, ama bunları değiştirmek için çaba gösteriyorum. Doğumlar sancılı olur.
Kültür açılımı lafla olmaz. İstanbul 2010'da geliştirilen o kadar yenilikçi projeler var ki, bunların hızlandırılması bile başarılı olmak için fazlasıyla yeterli. Ancak bunlar toz duman bulutu içinde yeterince seçilemiyor. İstanbul'da yöneticilerinin ve çalışanlarının olağanüstü gayretleri sayesinde ayakta duran birkaç tanesini saymaz isek, neredeyse kamunun kültür mekanlarının tamamının sahipsiz kaldığını, bunlar için özelleştirmekten başka bir model ortaya konamadığının farkındaysak, ister beğenelim, ister çok yetersiz bulalım, özel bir yasayla kent ölçeğinde 2010 Ajansı gibi çok aktörlü bir kurumsal yapı oluşturulması değerlendirilmesi gereken çok önemli bir fırsat.
Önemli bir örnek AKB programı içindeki eşitler arası ilişkiye dayanan, vatandaşlık haklarını gözeten kamu uygulamaları. Bugüne kadar farklı inanışlara, görüşlere sahip topluluklar kamusal süreçlere yeterince katılamıyorlardı. İstanbul 2010 kentteki farklılığı destekleyecek adımlar atılıyor. Birçok topluluk kolaylaştırıcı komiteler oluşturdu, yıllardır sürdürdükleri çalışmaları kamu alanına taşıma çabasına girişti. Belki bunun bugün ne anlama geldiği tam anlaşılamıyor ama kentteki yıpranmış kiliselerin, sinagogların, mezarlıkların ilk defa kamu bütçesiyle canlandırılması mümkün oluyor. İlk defa kamu bütçeleri kültürel altyapıların geliştirilmesi için harcanıyor. Bu gelişmelerin siviller tarafından desteklenerek sürdürülmesi gerekli.
Kentin en büyük arkeolojik, kültürel değerlerinin müteahhitlik uygulamaları içinde yok edilmesini önemsemiyorsak, o zaman diyecek bir şey yok. Halktan toplanan paraların çarçur edilmesi, parayla ölçülemeyecek zenginliklerin yok edilmesini, fakirleşmesini umutsuzluk içinde seyredelim. Eğer "seyretmeyelim, farklı bir iş yapalım" diyorsak, ne gibi uygulamalar önerdiğimizi söylemek zorundayız ki bir çözüm bulunsun. Kentteki farklı inanışlardan, görüşlerden insanların kamu desteklerinden mahrum kalmasını, kendi içlerine kapanıp iletişim kurmamalarını savunuyorsak, o zaman böyle bir programa ihtiyaç yok. Eğer herkesin eşit vatandaşlık haklarına sahip olduğunu düşünüyorsak ve bunun için bugüne kadar yapılanları yeterli bulmuyorsak, o zaman bu program çerçevesinde gösterilen çabaların neresini eksik bulduğumuzu, neyin yanlış yapıldığını söyleyelim ki, düzeltilsin.