TH & İDİL İzmir bürosunun işvereni İstanbul'da olabiliyor. Ankara ise Trabzon'a iş yapıyor. Mimarlık ortamındaki bu içiçe geçmişliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Almanya'daki bürolar Çin'e proje yapıyorlar, Türkiye'ye iş yapıyorlar… bu kaçınılmaz. Çünkü yatırımcılar bir işe, bir kaç milyon dolardan bir kaç yüz milyon dolara kadar yayılan bir bütçe harcıyorlar ve bu paranın karşılığını almak istiyorlar. Dolayısıyla Antalya'da otel yaptırmak isteyen bir işveren, o projeyi Antalya'daki mimarların yapabileceğini düşünüyorsa onlara yaptırıyor. Fakat bu yatırım ülke çapında bir yatırım olacaksa, o zaman hedefini büyütüp ülke çapında bir tasarım grubu aramaya başlıyor. Yatırım uluslararası ölçekte ise, o zaman da uluslararası çapta bir tasarım grubu arıyor. Türkiye'deki mimarların otel yapma konusundaki deneyimlerini de göz önüne alınca bunun doğal olduğunu düşünüyorum. Zaten sıradan bir apartman projesiyle yurtdışında kimse ilgilenmiyor. Alışveriş merkezi gibi belli bir bütçenin üzerindeki yatırımlar için ise yatırımcılar deneyim sahibi ve uluslararası mimarlar arıyorlar. Çünkü yangın konusu bile İstanbul'un gündemine yeni girdi. Yüksek binalar konusunda deneyimli kaç kişi var ki Türkiye'de?
İş sadece mimarlıkla da bitmiyor, mühendislik hizmetleri de son derece önemli. Genel olarak baktığımızda yabancıların hizmet standartlarıyla Türkiye'deki mimari tasarım standartdı aynı değil. Standartların seviyesini elbette ücret belirliyor. Örneğin Berlin Elçiliği yarışması için Türkler 600 milyon lira bütçe çıkarırken Almanlar 3 milyon euro gibi bir rakam çıkarıyor. 600 milyon liralık bütçeyle yapılan iş, elbette 3 milyon euroluk işten farklı olacaktır. Batılı bürolar çok personelle, kendilerine zaman ayırarak çalışırken, bizler Türkiye'de az kadroyla çok daha fazla çalışarak açığımızı kapatmaya çalışıyoruz.
İşin diğer yanı ise mimarlığın yavaş yavaş bir tarz modeline dönüşmüş olması. Yani mimarların yaptığı işler artık kent ölçeğinde pazarlanacak bir meta haline geldi. Bütün kentler rekabet içinde, fakat batılı kentler bu konuda çok daha akıllıca davranıyorlar: Müze, kültür merkezi gibi prestij yapılarına uluslararası mimarların imzalarını attırarak kentlerini daha popüler kılıyorlar. Kentlerini sosyal hayatı koruyan, geliştiren unsurlarla donatıyorlar. Müzenizde Picasso'nun bir tablosunun olması ne kadar önemliyse, şehrinizde de Frenk Gehry'nin bir binasının olması o kadar önem kazanıyor ve kent "pazarlanabilir" hale gelmeye başlıyor. Hal böyle olunca Frenk Gehry'e İstanbul'da bir müze yaptırılmak istenmesi yanlış değil. Burada garip olan, Türkiye'de çoğunlukla "sıradan" yabancı grupların iş yapması. Onların yaptığını Türk mimarlar zaten yapıyorlar.