Teknolojik gelişmeleri takip ediyor musunuz? Projelerinizde nasıl yer buluyor?
Bu soruyu iki ayrı yönden ele alabilirim:
Birincisi, proje üretim araçlarımız bağlamında yaşanan teknolojik gelişmeler; ikincisi ise yapı üretim pratiği, yani şantiyeye ve uygulamaya yönelik teknolojiler.
Proje üretim araçları açısından, teknolojiyi uzun süredir aktif şekilde takip ediyor ve entegre etmeye çalışıyoruz. Yaklaşık 15 yıl önce Revit ile birlikte BIM (Building Information Modeling) sistemine geçiş yaptık. Bu geçiş, proje üretim süreçlerimizi önemli ölçüde dönüştürdü ve bu alanda kendimizi sürekli geliştirmemiz gerektiğini fark ettik. Yaklaşık 10 yıl önce ise parametrik tasarım araçları gündemimize girdi ve bu alandaki gelişmeleri de yakından izledik. Son birkaç yıldır da yapay zeka uygulamalarını takip ediyoruz. Henüz bu konuda sınırlı düzeyde doğrudan destek alabiliyoruz ancak teknolojinin yönünü ve potansiyel etkilerini izlemeyi sürdürüyoruz.
Yapı üretim pratiği açısından ise, malzeme teknolojileri, dijital üretim yöntemleri, otomasyon sistemleri gibi konularda da sektörel gelişmeleri izliyoruz. Bu gelişmelerin sahadaki uygulamalara yansımaları bizim için önemli; dolayısıyla hem üretim sürecinde verimlilik sağlayacak çözümleri hem de tasarıma geri besleme sunabilecek teknolojileri dikkate alıyoruz.

Biosfer Konsept Proje
İşveren ve kullanıcı ile iletişim kurma noktasında mimarlık ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mimarlık ortamında işverenle kurulan iletişim, çoğunlukla projenin bütçesi, süreci ve işlevsel ihtiyaçları üzerinden şekilleniyor. Son yıllarda bu iletişim daha profesyonel bir zemine oturmaya başladı; işverenler de proje geliştirme süreçlerine daha bilinçli şekilde dahil oluyor. Ancak yine de zaman zaman mimari nitelikten çok, ekonomik ve işlevsel önceliklerin ağır bastığı durumlarla karşılaşabiliyoruz.
Kullanıcıyla kurulan iletişim ise daha sınırlı kalabiliyor. Özellikle, büyük ölçekli projelerde nihai kullanıcıların sürece dahil edilmesi zorlaşıyor. Ancak kullanıcı odaklı tasarım anlayışı giderek daha fazla gündeme geliyor. Tasarım sürecine kullanıcıdan geri bildirim alınarak başlanması ya da prototip/test mekanizmalarının kurulması, mimarlık ortamında giderek daha fazla önem kazanıyor.
Genel olarak, hem işverenle hem de kullanıcıyla daha şeffaf, katılımcı ve çok yönlü bir iletişim kurulması gerektiğine inanıyoruz. Bu da mimarın yapıdan önce, tasarım sürecini tasarlaması ile mümkün olabilir.
Şu an üzerinde çalıştığınız güncel projeleriniz nelerdir?
Şu ana kadar gelişen portfolyomuza paralel olarak yine çok çeşitli ölçek ve konularda çalışıyoruz. Antalya’da yer alan 50.000 m² inşaat alanına sahip açık AVM konseptinde tasarladığımız karma kullanımlı yapı projemiz belediyeye teslim aşamasına geldi. 2000 konut ve ticari merkezleriyle 350.000 metrekare kapalı alanlı sosyal konut projesi ile nitelikli ekonomik konut nasıl üretiriz, sağlıklı yaşam alanlarını nasıl oluşturmalıyız sorularına cevap arıyor. İzmir Dikili’de son kullanıcı için tasarlanan küçük ölçekli villa projesi nokta detaylarına kadar üzerine eğildiğimiz başka bir proje. Çok yakın zamanda Kazakistan’da 30.000 m² inşaat alanlı kongre merkezi projesine başladık.

Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin yeni döneminin Yönetim Kurulu’nda başkan yardımcısı olarak görev alıyorsunuz. Süreç ve katkılarınızla ilgili neler söylemek istersiniz?
Türk Serbest Mimarlar Derneği’nde uzun süredir farklı görevler üstlendim ve son iki dönemdir yönetim kurulunda yer alıyorum. Bu dönem ise başkan yardımcısı olarak görevime devam ediyorum. Yoğun ve tamamen mesleğin kendisine odaklanarak ilerleyen bir mimarlık pratiğinde, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla sektöre katkı sağlamanın büyük önem taşıdığına inanıyorum ve bunu bizzat deneyimleme fırsatı buluyorum.
TSMD, yalnızca mimarlık mesleğini temsil eden bir platform değil. Aynı zamanda mevzuat sorunlarından ofis yapılanmalarına, mimarların kendi aralarındaki iletişimden mesleki dayanışmaya kadar pek çok konuyu ele alan, çok yönlü bir tartışma ve üretim alanı. Bu çatı altında, sektörün gelişimine katkı sağlarken aynı zamanda büyük resme bakarak kendimizi, meslek pratiğimizi ve ofislerimizi yeniden konumlandırma imkânı buluyoruz.
Dolayısıyla, meslek pratiğinde karşılaştığımız sorunları bireysel çabalarla değil, kolektif bir anlayışla ele alıp çözüm üretmenin önemli olduğuna inanıyorum. Bu süreçte, yalnızca kendi ofisimizin değil, tüm mimarlık ekosisteminin gelişimi için katkı sağlamak ve mimarlığın daha güçlü bir zeminde ilerlemesine yardımcı olmak benim için oldukça değerli.
rggA Stüdyo Kitabı proje ve yapılarınızdan oluşan bir yayın, arşiv niteliğinde. Var mı yine 2018 sonrasını kapsayan bir yayın düşünceniz?
Proje sayısı ve kitabın hacmi arttıkça, 2018 sonrasında yayınlarımızı fasikül ve proje bazlı çalışmalar halinde sürdürdük. Dijitale yöneldiğimiz için bu çalışmaları basılı hale getirmedik. Ancak geriye dönüp baktığımızda epey zaman geçtiğini ve basılı bir yayına yeniden ihtiyaç duyduğumuzu görüyoruz.
Bu yeni yayın, 2018’deki kitabın güncellenmiş bir versiyonu olabileceği gibi, daha önce bahsettiğim gibi her projeye özel, mekânsal analizler ve tasarım sürecine dair çıkarımlar içeren yayınlar şeklinde de ilerleyebilir. Hatta bu süreçte anılarımızı ve tasarım sürecinde karşılaştığımız kritik kararları da paylaşmak istiyoruz. Ancak bu tür bir çalışmanın hakkını vermek için ciddi bir zaman ayırmak gerekiyor ve şu an için buna fırsat bulamadık. Yine de gündemimizde olduğunu ve üzerinde düşündüğümüzü söyleyebilirim.
Müzik ilgi alanlarınızdan, neler yapıyorsunuz müzikle ilgili? Mimarlık dışında başka ilgi alanlarınız neler?
Öncelikle kendimi iyi bir müzik dinleyicisi olarak tanımlayabilirim. Müziğe olan ilgim, yalnızca bir dinleyici olmanın ötesine geçerek icra boyutunda da bazı deneyimlerle şekillendi. Lise yıllarında başlayan klasik gitar serüvenim, zamanla farklı türlerle derinleşti. Uzun bir aradan sonra özellikle Flamenko müziği üzerine yeniden çalışmaya başladım. Bu süreç, hem teknik anlamda bir uğraş hem de estetik bir arayış olarak mesleki pratikten bağımsız ama onunla da ilişkili bir alan açtı bana.
Mimarlık dışındaki ilgi alanlarım çoğunlukla üretimden uzaklaştığım, nefes aldığım, zihnimi tazelediğim uğraşlar olarak öne çıkıyor. Müzik de bunlar arasında en önemlisi. Ritmin, melodinin ve doğaçlamanın sağladığı özgürlük alanı, mimarlığın daha kısıtlı ve denetimli yapısıyla ilginç bir denge kuruyor.

rggA’in hedefleri nelerdir?
Önümüzdeki dönemde yurtdışında gerçekleştirdiğimiz projelerin sayısını artırmayı hedefliyoruz. Bu alandaki büyüme hedefimiz, farklı coğrafyalarda daha fazla deneyim kazanarak uluslararası düzeydeki projelerde de güçlü bir varlık göstermektir. Mimarlar olarak ise, paydaşların mimari kaygıları daha fazla ön plana aldıkları katılımcı tasarım süreçlerimizle hem öğrenmeyi hem de bu süreçleri yönlendirerek büyümeyi arzuluyoruz. Amacımız, her projede sadece tasarım çözümleri sunmak değil, aynı zamanda iş birliği yaptığımız tüm paydaşlarla birlikte daha yenilikçi ve sürdürülebilir yaklaşımlar geliştirmek.
Tüm bu deneyimlerinizden ve üretimlerinizden yola çıkarak öğrencilere/yeni mezunlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Bu mesleği seçmek isteyenler en çok neye dikkat etmeliler?
Mimarlık, doğası gereği çok yönlü bir meslek pratiğidir. Yalnızca teknik donanımla değil, aynı zamanda entelektüel bir birikimle beslenmesi gereken, hem analitik hem de sezgisel düşünceyi bir arada yürütmeyi zorunlu kılan bir alandır. Bu nedenle mimarlığı tercih edecek bireylerin, teknik eğitimin ötesinde tasarım kültürü, sanat tarihi, düşünce sistemleri ve insan-mekân ilişkileri gibi alanlarda da kendilerini beslemeleri büyük önem taşır.
Bu meslek, sürekli olarak problem tanımlamayı, çözüm üretmeyi ve bu çözümleri farklı paydaşlara açık, ikna edici bir biçimde ifade etmeyi gerektirir. Bu nedenle iletişim becerileri, yalnızca destekleyici bir yetkinlik değil, mesleğin merkezindeki bir gerekliliktir. Sözel ve yazılı anlatım yeteneklerinin geliştirilmesi, mimari düşüncenin aktarılabilirliğini ve etkisini doğrudan belirler.
Öte yandan, mimarlık disiplini yalnızca bilgiye değil, tutkuya da ihtiyaç duyar. Yeni şeyler üretme, araştırma, merak etme ve yaratma heyecanı olmayan bireyler için mimarlık süreci zamanla yıpratıcı hale gelebilir. Çünkü bu meslek, sadece bir meslek değil; yaşam biçimi haline gelen bir düşünce pratiğidir. Bu nedenle mimarlığı tercih etmek isteyenlerin, kendilerine şu soruyu sormaları gerekir: Yeni olanı üretmeye, soru sormaya ve zorluklarla sürekli yeniden karşılaşmaya ne kadar açığım?
Mimarlık öğrencileri ve yeni mezunlar için en önemli adımlardan biri ise, kendi ilgi alanları ve yetkinlikleri konusunda farkındalık geliştirmektir. Hangi yönlerinin daha güçlü olduğunu, hangi tür üretimlerden keyif aldıklarını, ne tür problemleri çözmekten motive olduklarını keşfetmeleri; kariyer planlarını anlamlı ve sürdürülebilir bir zemine oturtmaları açısından belirleyici olacaktır. Mimarlık çok geniş bir alan; tasarım, kuram, uygulama, araştırma, görselleştirme, dijital üretim gibi pek çok farklı odakta derinleşmek mümkün. Dolayısıyla bireysel eğilimlerin erken dönemde tanınması, yalnızca mesleki doyumu artırmakla kalmaz, aynı zamanda uzun vadeli bir yön bulma sürecini de kolaylaştıracağını düşünüyorum.