Resim ve mimarinin yolları nerede kesişir?
Bütün sanat dalları gibi resmin de mimariyi tamamlayan unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum. Ben mimariyi resim, heykel, fotoğraf, ışık ve tabi ki ekol gibi unsurları içinde barındıran bir sanat olarak tarif ediyorum. Bana öyle geliyor ki mimari, sanatın hemen hemen bütün dallarını bir arada bulunduran, onları yaşatan ve onlarla kenetlenmiş olan bir meslek. Mimariyi mimari yapan şey de bu bence. Yoksa mimari kuru bir kabuk değil! Mimarinin bir fonksiyonu var evvela, toplumla ilişkisi var, simgeselliği var.
Mimar, kendisine verilen program dahilinde, toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir biçimde yapısını yapabilmişse eğer ayakta alkışlanıyor. Fakat bu fonksiyon yetmiyor, mimardan simgesel bir yapı yapması isteniyor. Mimar yapısına istenen simgeselliği vermişse, yapı bütün "charme"mıyla birlikte bir şehre hitap ediyor. Eyfel Kulesi'nde, Sydney Opera Binası'nda ne yoktur ki? Leonardo da Vinci'nin yapılarında ne yoktur ki?
Ayrıca yağlı boya bulamadığı zaman mozaik yaptı insanlar; duvarlar, tavanlar, yerler mozaiklerle süslendi. Ana bulvarların altı dahi mozaiklerle döşendi. Bunlar da mimari!
Boyut farkı gibi teknik farklılıkları dışında, "resim yapmak" ve "bina yapmak" arasında hissi anlamda nasıl bir fark var?
Bir kere beni beyin olarak meşgul eden mimari ile beyin olarak meşgul eden tablo arasında çok fark var. Çünkü kablo bitiyor, ama mimari bitmiyor. Bitemez, zaten bitmemesi de lazım.
Mimarinin sürekliliği var, fakat bir tablonun sürekliliği yok. Yani zaman geçtikten sonra bir tabloyu yeniden elinize alıp üzerinde değişiklik yapamazsınız. O tablo, yapıldığı günün hissini içerir çünkü.
Mimariye ise daima bir şeyler ekleyebilir, onun ömrünü uzatabilir, ona yeni fonksiyonlar yükleyebilirsiniz. Bir de resim gibi duvardan çıkarıp başka bir yere koyamazsınız mimariyi, sabittir. Resmin yerini değiştirebilirsiniz oysa. Fakat mimarinin bir unsuru olarak yapılmış olan resimlerin, yani fresklerin, mozaiklerin devamlılıkları vardır elbette.