2004'ten beri Rusya'dasınız. Rusya deneyiminizden ne tür izlenimler edindiniz? Sizi en çok zorlayan neydi? Buna karşılık neler kazandınız? Moskova'da çalışmak isteyen Türk meslektaşlarınıza ne gibi önerilerde bulunursunuz?
EA: Sorunlarla başlayalım (gülüyor). Bir kere Rusya'yı tanımamak, o insanların nasıl yaşadıklarını, neler yaptıklarını bilmemek gibi çok ciddi bir sorunumuz vardı. Bu yüzden oradaki arkadaşlarla çok sık görüşüyorduk. En ufak projede, mesela bir yere bir avlu yapacağımız zaman bile bir sürü sorun çıkabiliyordu. Bu bizi ilk başlarda çok zorladı. İkinci büyük sorun ise iklim koşullarıydı. Mesela 30 santimetrelik söve için çok tartışmalar yapıyorduk. Sonra Rusa'ya gidip gelmeye başladıkça, ve oraları gördükçe onları daha iyi anladık. Mesela renk konusu çok ilginçtir. Biz daha sakin, daha pastel renkler önerirken onlardan sürekli "Yeşil olsun, kıpkırmızı olsun" diye itiraz geliyor, bizde nedenini bir türlü anlayamıyorduk. Sonradan anladık ki orası 8 ay boyunca çok karanlık, çok loş bir yer. Bir de pastel renkler kullanınca hiç çekilmez hale gelebiliyor. Sonbaharda Moskova'ya gittiğimde hava 10:00'da aydınlanıyor, 16:00 gibi kararıyordu. İnsanlar neredeyse 7-8 ay öyle yaşıyorlar. Renk konusunda hala zorlanıyoruz ama orayı gördükten sonra daha farklı yaklaşmaya başladık. Sındıka AVM bunun bir sonucudur mesela.
BT: Hakim olamadığımız, sağlam bir kültür birikimi var karşımızda. Başta çok sorun yaşadık ama Erhan'ın da dediği gibi gidip geldikçe daha iyi anlaştık. Burada herhangi bir parsele istediğiniz binayı yaparsınız. İstanbul Boğazı'na bile bina yapılıyor. Moskova'da bu o kadar kolay değil. Kent merkezinde herhangi bir bina yapamıyorsunuz, belli bir kurul var, oradan geçmesi gerekiyor. Bununla ilgili bir sürü tartışma yapılıyor, şehir mimarının izni alınıyor. Bunların içine düşüp ne yapacağımızı şaşırdığımız durumlar da oldu.
"En zorlandığımız kısım 'ekip olma' durumu"
Moskova dışındaki projelerde süreç nasıl işliyor?
BT: Şu anda Minsk'te bir projemiz var. Türkiye'de garip karşıladığımız bazı durumları bu işlere girdikten sonra artık normal karşılıyoruz. Mesela konsepti başka birine ait olan projenin uygulamasını çizebiliyoruz. Ya da konsept projeyi biz yapıyoruz, Rusya'daki başka firma uygulamayı yapıyor. Tabi bunlara alışmak da kolay olmadı, çünkü burada müelliflik diye bir şey var. Sen nasıl adamın konseptine uygulama projesi teklifi verirsin? Ama sistemin geneli böyle. Mesela aynı işverene iki tane konsept yapmışız, birinin uygulamasına başladık, "diğerinin uygulamasını size vermeyeceğim" dedi. Niye vermediğini sorduk. "Sen zaten yeteri kadar proje işi alıyorsun, ben bunların hepsini aynı büroya yükleyerek risk alamam, Rus bir firmaya vereceğim" dedi. Şu anda konsepti bize ait olan bir projenin uygulamasını Rus bir firma yapıyor. Biz de Chapman Taylor'un Moskova, Smolenskaya Caddesi'ndeki projesinin uygulamasını yapıyoruz.
GT: Bakış açınızda en çok ne değişti derseniz, Erhan'ın da dediği gibi bir bina bir kişiyle yapılmıyor. Projenin detayını çizenden şantiyeyi organize edene kadar çok kalabalık bir ekip var. Bora'nın anlattığı o süreçte bir binanın herhangi bir tarafından tutabilirsiniz, aslında çok farklı işler var. Bir de artık çokuluslu bir durum var. Moskova ofisimizde çok farklı kökenlerden insanlar var, hepsi farklı bir kültür demek. Bir sürü kültürle, bir sürü noktasından bambaşka bir organizasyon aslında bina dediğimiz şey. Özellikle Minvody Expo Center gibi büyük yapılarda. Çelik firmasında çalışan bir insanın çizdiği bir nokta da bu binanın bir parçası...
BT: En zorlandığımız kısım, burada hiç tartışmaya bile gerek duymadığımız "ekip olma" durumu. İşverenler, yatırımcılar, beraber çalıştığımız Rus ekipler ile iletişim kurarken hala zorlanıyoruz. Çünkü herkes sadece yapması gereken işe odaklanıyor. Bütün bunların bir ekip işi olduğu unutuluyor. Orada birlikte çalıştığım mühendis ne benim çalışanım, ne de ben onun patronuyum. Sonuçta bir ürün elde edilecek ve bu ürün için sermayesini ortaya koyan kişiden bana gelene kadar herkesin tek bir amacı var; bunun en iyi ve en kaliteli şekilde uygulanması. "Biz ekibiz"i anlatmak çok problem oluyor. Herkes birbirine ast-üst ilişkisiyle bakıyor. Belki bütün dünyada öyle, bilmiyorum ama bizim en zorlandığımız konu bu. Belki Türkiye'de bile öyledir...
EA: Rusya'da daha da zor çünkü orada aşırı bir uzmanlaşma var. Burada karşılaştığımız zorluklardan biri bu... Hem yaşam biçimleri ve hayata bakışlarıyla ilgili bir durum, hem de kendi uzmanlık alanları var. Bizdeki mühendisliğin karşılığı orada ayrı ayrı uzmanlık dalları. O yüzden herkes gerçekten sadece kendi uzmanlığında bir iş yapıyor. Mesela bir teknolog sadece asansörlere bakabiliyor. Böyle olunca da onlara alışmamız zor oluyor. Bir de Türkiye'deki gibi herkesin her şeyi yapmak gibi bir özelliği yok. Bu uzmanlaşma doğal olarak oradaki ofise yansıyor ve sıkıntılar yaratabiliyor.
Her şeyi daha çok takip etmeniz gerekiyor aslında.
BT: Ama bu değişiyor. İnsani ilişkilerin ve samimiyetin bir sürü şeyi değiştirebileceğine inanıyoruz. Önemli olan doğru teması sağlamak. Moskova'daki büromuzda şu anda Rus, Azeri, Kazak, Ermeni, Arnavut arkadaşlarımız var. Herkes birbiriyle kültür alışverişinde bulunuyor. İlişkiler samimi olmaya başladıkça karşılama daha farklı oluyor. Buradan kalkıp Moskova ofisine gittiğimizde herkes daha güleryüzlü, daha samimi olduğu zaman yaptığımız şeylerin bir işe yaradığını görüyoruz.
Ne sıklıkla oraya gidiyorsunuz?
BT: Haldun, Indrit ve Tolga sürekli orada oldukları için çok sık gitmiyoruz. Yine de ayda bir orada olmaya çalışıyoruz. Haldun buraya geliyor ya da orta noktada İstanbul'da buluşup toplantıları orada yapıyoruz. Ayda bir Minsk'te düzenlenen toplantılara Faruk gidiyor. Erhan, Novokuznetsk'teki otel projesini yürütüyor. Zaten şu anki teknolojik imkanlar ile devamlı yüz yüze görüşebiliyorsunuz. Tabi bir şeyleri paylaşmak, yüz yüze bakmak apayrı bir şey, onu da yapmaya çalışıyoruz.
Rutininizi öğrenmek açısından sormuştum.
BT: Rutinimiz şöyle, eğer bir işe başlayacaksak yeri görmek için ilk toplantıda bulunuyoruz. İki üç günlüğüne gidip geliyoruz.
EA: Bu, projeyi anlamak için de önemli. İşverenle görüşmede yaşanan bir sorun oraya gittiğinizde çok netleşiyor. Aklınıza gelmeyecek en ufak soruna orada dünyanın en önemli sorunuymuş gibi bakılabiliyor. Buradan onu anlayamayabiliyoruz.
Bir örnek vermek gerekirse...
EA: Mesela Rusya ofisinden iki arkadaşla şantiyedeki son toplantıya gittiğimde kalabalık bir ortam vardı. Taşeronlar, malzemeciler, işveren ve ekibi orada. Şantiye devam ediyor, kaba inşaat bitmiş, ince iş başlamış ama bir sürü sorun var. İç mimari ile ilgili sorunları tartışıyoruz. Bir ara işveren bir pafta açtı ve "Bu ne?" dedi. Rusça demesine rağmen anlıyorum tabi. Acaba ne yaptık dedim, bizim pafta çünkü. Meğer bir sistem detayının yanındaki numara yanlışmış. Böyle bir şeyi akılları almıyor. En ufak bir sorunda takılıp kalıyorlar. Neyse ki Serdar Turan bu konuda atak da "Olur mu öyle şey!" diye kızdı, atıştılar ve sorun çözüldü. Ama bu tip bir anlaşmazlık hakikaten büyüyebiliyor.
GT: Burada görsen bakıp geçersin, konu bile etmezsin.
EA: İşte Rusya'daki arkadaşlar bizi bu tip konularda uyarıyorlar. Dikkat etmeye çalışıyoruz ama çok da önemsemediğimiz için atlayabiliyoruz. Tabi bunu bizzat gördükten sonra daha fazla dikkat etmemiz gerektiğini öğrenmiş oluyoruz. Tavırlar çok farklı. Toplantıda acayip kızıyorlar, bağırıp çağırıyorlar sonra yemeğe gittiğimizde tatlı tatlı sohbet ediyoruz.
BT: İlk başlarda en zorlandığımız konu camdı ama sonra alıştık. "Bu kadar cam yüzey kullanmayın, bu camlarda kar nasıl duracak, nasıl ısıtacağız" diye tepki veriyorlardı. Orada hakikaten her şey farklı, yaşam farklı, iklim farklı...