Bir araya geldiniz ve elinizdeki referanslarla müze ve sergi işleriyle profesyonel olarak üretimlerinize başladınız. Uzmanlık alanınız dışında farklı tipoloji ve ölçeklerde neler yaptınız?
KU: Aslında yapısal odaklı değil de tamamen multidisipliner çalışan bir ofis olma amacıyla yola çıktık. Tasarımın her türlü ölçeğinde de olduk şu ana kadar. Yaptığımız çalışmalarda mobilya ölçeğine kadar iniyoruz.
Mesela apartman projesi yapmıyoruz ama konut yaptığımız oldu. Daha kamusal yerlerde; özellikle kent meydanları ya da kentsel etkisi olan, kente dokunan projelerde olmak istedik. Zaten yapılan bir binaya bile kente dokunan bir şey olarak bakıyoruz.
Yaptığımız işlerde -özellikle müze projelerinde- çalışmayı sevdiğimiz yaratıcı disiplinlerle çalışıyoruz. Dijital medya ya da yeni medya sanatçılarıyla işler yapmak çok hoşumuza gitti. Mesela grafik bunun en önemli tabanını oluşturan şeylerden biri; beraber düşünüyoruz, hatta yapısal birtakım etkileri de oluyor grafiğin özellikle. O yüzden bizim işlerimizde grafikle düşünmediğimiz iş yok gibi oldu. Hatta yaptığımız sunumlar da bunun önemli bir parçası.
Zaten artık bize gelen bazı işlerde tam bir mimarlık değil de mimarlıkla bu disiplinler arasında işler ve çözümler geliyor. Mesela, “Böyle bir yerimiz var ama ne yapacağımızla ilgili çok fikrimiz yok. Burayı nasıl kente katarız, burası nasıl bir kamusal alan olabilir?” gibi birtakım problem tanımlarıyla gelen iş verenlerimiz oldu. Mesela yine kurumsal bir firma, “Yeni nesil kulelerde çalışma şartlarını çok beğenmiyor; bunu nasıl başka bir noktaya evriltebiliriz” gibi sorularla geliyor.
Yani klasik yapısal çözümlerden daha çok bu taraflara doğru evrildiğimiz bir süreçteyiz.
DBÖ: Bize gelen işler de genelde bu ara kesitte oluyor; tanımlı bir işle ve brief listesiyle gelmiyor işverenlerimiz. Genelde bir mekanları oluyor ve “bunu ne yapabiliriz, neye dönüştürebiliriz” diye geliyorlar. O anlamda da şu çok keyifli oluyor; biz önce bulunduğu alanı ve o alandaki ihtiyaçları belirleyerek başlıyoruz ve o ihtiyaçlarla birlikte bir işlev tanımı yapıyoruz. Bir kere yapıları bu şekilde ele almak, özelikle kültürel miras yapılarını, çok daha keyifli oluyor. İşletme senaryolarını da düşünüyoruz ve onların altlıklarını da oluşturuyoruz tasarım yaparken ve çalışırken. Bunun da şuna yol açtığını gördük bu süreçte; bunu baştan tasarımla, işlevle, orada yaptığınız bütün dokunuşlarla birlikte ele aldığınızda orası işlevsel anlamda sürdürülebilir bir mekan olmaya başlıyor. Bu çok önemli. Siz bir tasarım yapıyorsunuz ama o tasarım aslında kullanılmıyorsa, yakın çevresindeki ihtiyaçlara cevap vermiyorsa, çok da anlamlı olmayabiliyor. Dolayısıyla tanımladığımız işlevin baştan sürdürülebilir olmasını çok önemsiyoruz. Gerçekten orada kullanılacak, oradaki ihtiyaçlara cevap verebilecek bir tanımla başlıyoruz ve ona yönelik bir tasarım ortaya çıkarıyoruz.
Şu bizim için çok önemli mesela; genel bir tasarım yaklaşımı oluşturduktan sonra önce kurumsal kimlik tasarımı çalışıyoruz bir grafik ekiple birlikte. Çünkü o kurumsal kimlik tasarımı sonraki sürece de çok yön veren bir şey oluyor. Dolayısıyla hep farklı tasarım disiplinleriyle birlikte çalıştığımız, üst üste koyarak ilerlediğimiz süreçler oluyor. Çok farklı ölçeklerde işler üretiyoruz Kadir’in de dediği gibi, kentsel tasarım ölçeğinden mobilya tasarımına kadar. Evet, bazı tipolojilerde çalışmayı çok tercih etmiyoruz ama onun dışında her ölçekte tasarımlar üretiyoruz. Bize bir problem tanımıyla gelen herkes bizim için çok değerli.
Projelerinizden bahsedelim; öncelikle şu anda şantiyesinde bu söyleşiyi gerçekleştirdiğimiz İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden... Burada Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk’te çalışmalar yapıyorsunuz. Süreç nasıl ilerliyor?
DBO: Biz projeye Mayıs ayında dahil olduk. Biz dahil olduğumuzda restorasyonu ilerliyordu bu iki binanın. Restorasyonla birlikte sergileri de yenileniyor. Biz sergi tasarım çalışmalarını yürütüyoruz. Yazdan beri burada konteynırdayız. Hem şantiye takibini yapıyoruz, hem içerik çalışmalarını müze ekibiyle birlikte yürütüyoruz. Enteresan bir süreç bizim için. Bir arkeoloji müzesi olması, 3 bin yıllık eserlerle çalışıyor, onların bağlamını öğreniyor olmak. O dönem yaşamış devletlerin, uygarlıkların, krallıkların hikayelerini öğreniyor olmak hem bizi çok zenginleştiriyor bilgi anlamında; bir taraftan da oradaki bazı şeyleri yakalayıp oradan bir bağlamsal hikâye bir senaryo kurmak bizim için güzel bir tecrübe oldu. Tabii ki her şey inanılmaz bilimsel ve akademik ilerliyor. Bütün literatür taranıyor ve yeniden yazılıyor. Bunlara şahit olmak ve bu sürecin içinde olmak bizim için çok çok öğretici.
KU: Yaklaşık 2 bin tane eser var. Her birinin farklı hikayeleri var. Onlarla ilgileniyoruz. Hatta bazı belgesellerde direkt olarak o eserlerle ilgili şeyleri öğreniyoruz. Arkeoloji müzelerinin kütüphanesindeki kitaplar, 100 yıl önce çıkarılmış eserin arkeolojik çizimleri vs. müthiş bir doküman var ve bu dokümanlar bize çok ciddi yol gösteriyor. Bu dokümanları da yaptığımız iş için kullanıyor olmak çok heyecan verici.
Eski Şark Eserleri Müzesi’nde heyecan verici eserler var. Bunlardan biri Kadeş Anlaşması’nın orijinali. Dünyanın ilk yazılı barış anlaşmasının orijinal nüshası. Buranın en eşsiz eserlerinden bir tanesi. Buna kafa yoruyor olmak çok heyecan verici bizim için.
DBO: Mimarlık tarihinde bu kadar detaylı çalışılmayan bir dönemin mimarisi ve sanatıyla ilgili inanılmaz şeyler öğreniyoruz. Mesela Babil, Asur, Mısır dönemi çalışıyoruz… Anadolu, Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarının eserlerinin olduğu bir müze Eski Şark Eserleri Müzesi ve bu kitaplardan, araştırarak izlediğimiz belgesellerden o dönemle ilgili daha ayrıntılı bilgileri öğreniyor olmak çok keyifli.
Çinili Köşk’ün de şöyle bir hikayesi var: Çinili Köşk zaten çok eski bir yapı; yapım tarihi 1472 ve İstanbul’daki ilk Osmanlı sivil mimarisi olarak geçiyor. İçerisinde inanılmaz detaylar var. Bina zaten kendi başına mimari olarak bizi çok heyecanlandıran, çok şey öğrendiğimiz, o binayla ne yapacağımızı çokça araştırdığımız ve kafa yorduğumuz bir yapı. İçerisindeki eserler de daha çok 18. ve 19. yüzyıl eserleri. Ve yine o dönemin sanatını, çini sanatını, renkleri, yapım tekniklerini araştırıp öğreniyor olmak çok keyifli. Dolayısıyla burada bir taraftan bir iş ortaya koyuyoruz, bir taraftan da kendi mesleğimiz adına hiç de içine detaylı girmediğimiz şeyleri öğreniyoruz.