Nasrullah Camisi Meydanı ve Çevresi Kentsel Tasarım Projesi

mimarizm.com / 07 Şubat 2017
EPA Mimarlık’ın tasarladığı projenin kısa tanıtım yazısını Prof. Dr. Belkıs Uluoğlu’nun, EPA Mimarlık’ın projesini de değerlendirdiği “Değişim, Vizyonlar ve Aktörler Bağlamında Kastamonu” yazısı izliyor.

Planlamanın Temel Yaklaşımları 

Nasrullah Meydanı’na; Hanlar Bölgesi, Kasaplar Çarşısı, Cumhuriyet Caddesi’nden gelen yollar düzenlendi, trafik akış şeması yenilendi. Farklı kotlarla da platolarla parçalanmış meydan, Nasrullah Camisi şadırvanının kotu, meydan genel kotu kabulü ile düzenlendi. 

Meydanın Hanlar Bölgesi cephesini perdeleyen dükkân sırası kaldırıldı ve mekânsal bütünlük oluşturuldu. Kurşunlu Han, Aşir Efendi Hanları'nın, meydanın tasarım mekânına katılımını sağlamak için yol ve meydan arasındaki kot farkları, geniş sahanlıklı merdiven ve rampalarla giderildi.

Hanlar Bölgesi sınırında set altında kalan üç adet dükkânın fiziki koşulları ve işlevleri yenilendi.

Nasrullah Camisi minaresinin simgesel özelliğini belirginleştirmek amacıyla, meydan kimliği ile uyuşmayan minare çevresindeki yapılar ve merdivenler kaldırıldı. Cenaze namazgâh alanı büyütüldü. 

Frenkşah Hamamı’nın meydanla bütünleşmesini güçlendirmek amacıyla, hamamın çevresi temizlenerek, yeniden düzenlendi. Nasrullah Meydanı; Nasrullah Taş Köprü ve Cumhuriyet Meydanı’na yaya olarak bağlandı, meydan üzerinde dinlenme alanları, yaya ulaşımı ayrımı yapıldı. 

Meydan döşeme kaplaması ile doğal doku, aydınlatma, satıh sularının yönlendirilmesi yeniden projelendirildi. Meydan kentsel mobilya seçimi ve yerleştirilmesi yapıldı. Meydanı çevreleyen binaların cepheleri üzerinde çevre kirliliğine neden olan; gölgelikler, tanıtım-reklam panoları, klima dış ünitelerinin yeniden düzenlenmesi önerildi.

BELKIS ULUOĞLU, Prof. Dr. İTÜ Mim. Fak.

Değişim, Vizyonlar ve Aktörler Bağlamında Kastamonu 
Kentsel Değişim

Kentsel dönüşümün hızı son yıllarda Türkiye’de tüm kentlerin fenomeni haline gelmiş durumda; başta metropol kentlerde etkisini göstermekle birlikte, tüm kentler bundan etkileniyor ve galiba en hassasiyetle yaklaşılması gereken dönüşüm olgusu da aceleye getirilmemesi gereken, Türkiye’nin tarihi nitelikleri olan, özellikli kentlerindeki dönüşüm. Ancak ben bu kez burada, büyük alanların kazınarak genelde daha büyük ölçekte ve farklı kullanıcı grupları için yeniden inşası veya mevcut oluşumun turizm amaçlı dönüşümlerinden ya da dönüştürme projelerinden çok, parça parça müdahalelerle olan değişimden söz ediyor olacağım. Dönüşüm kadar değişim de kentleri etkiliyor; kimi zaman çok iradi olmasa ve gündelik yaşam içerisindeki müdahaleleri, hattâ iyi niyetli çabaları içerse de, peyder pey olan bu değişiklikler bir süre sonra kentin mekânsal ve anlamsal görünümünü -olumlu ya da olumsuz- değiştirmiş oluyor. Olumlu değişim, yaşantıların izlerinin mekâna nüfuz etmesi ve onu şekillendirmesi, böylece ona derinlik ve anlam katması olarak yorumlanabilecek iken, değişim her zaman böyle olmuyor; kimi zaman da, bu küçük küçük müdahalelerin orayı kanserleştirmesi ile sonuçlanabiliyor. Ve bu genellikle her yerde benzer türden bir görünümle sonuçlanacak şekilde oluşuyor; örneğin İstanbul Sefaköy’ün Halkalı Caddesi ile Kastamonu’nun Plevne Caddesi birbirinden ayırt edilemez olabiliyorlar. Küreselleşme olgusu ve kapitalist üretim ilişkileri çerçevesinde çevrelerimiz aynılaşırken farklılaşmadan söz etmek anlamlı mı denebilir; burada tartışmak için uzun bir konu. Ancak hali hazırda farklı olan bir çevrenin aynılaştırılmasından söz edebiliriz sanırım. Nasıl oluyor da çeşitlilik, kendine özgülük, zaman içerisinde çeşitli yaşantıların izlerinin katmanlaşarak oluşturduğu çevreler birbirinin benzeri yerlere dönüşüyorlar?  Bütün bu çeşitlilik nereye gidiyor? Bir başka soru da, nasıl oluyor da güzellikler çirkinliklere dönüşüyor? Neden elinin altında bir zenginlik ve bundan öğrenilebilecekler varken, yoksunluğun timsali derinliksiz süslü ya da gösterişli kabuklara heves ediliyor? Kent tarihini yalnızca eskinin ortaya çıkarılması olarak görmemek gerekir; bunun yanısıra, kentin tarihi, geleceğe yönelik bir vizyon oluşturmanın da aracıdır.  

Değişimde temel olarak iki taraftan -aktörden- söz etmek mümkün. Bunlardan birincisi, mevcut bir yapının ya da çevrenin kullanıcısı; ikincisi ise yerel yönetimler. Bir üçüncü taraf -devlet/merkezi yönetim- olmakla birlikte gündelik yaşam içerisindeki çevrelerin şekillenmesinde kullanıcısı ile yerel yönetimlerin her zaman daha etkili olduğunu iddia etmek mümkün. O çevrenin yaşayanı -kullanıcısı- açısından değerlendirdiğimizde, tamir edeyim, yenileyeyim, hattâ restore edeyim derken yapılara yapılan müdahaleler sonuçta birbirine benzer karmakarışık veya itinasızca üretilmiş çevreler haline gelebiliyorlar. Aslında arzu edilen, hiç yaşamayan, dondurulmuş ve hiç mi hiç müdahil olunmayan ya da sözde “orijinal” biçimine döndürmek için yaşantının soyulup atıldığı, çoraklaştırılan yapılar ve çevreler olmasa gerek. Tersine, arzulanan, yapı ile yaşantının örtüştürülebilmesi ve kimi zaman planlı olarak oluşturulan çevrelerde elde edilemeyen zenginlikte çevrelerin oluşmasına imkan vermesi olmalı. Çoğu zaman salt işlevsellik odaklı itinasız ve aceleci müdahaleler mevcudu hastalandırabiliyor. Eylemden ve olaydan arındırılmış bir mimarlık olmayacağına göre, yapılar ve yaşamların birbirine muhtaç yapısının ve birbirini etkileme potansiyelinin dengesi önemli. Diğer taraftan, yerel yönetimler aldıkları kararlarla -ki bu kararlar daha çok ekonomik ya da politik çıkarlar doğrultusunda oluyor- çevreyi uzun vadeli çıkarlar, sürdürülebilirlik, yaşanabilirlik, toplumsallık boyutlarıyla ve en önemlisi de anlamlılık ve o yerin karakterini güçlendirici nitelikte olmaktan çok, kısa vadeli ekonomik ve prestij kazandırıcı yaptırımlara yönelebiliyorlar.  

Bu noktada kentlerdeki değişimde iki sorunsalı dile getirebiliriz: 1. Kentle ilgili vizyon(lar) ve 2. Kentin değişimi sürecinde söz sahibi olan aktörlerin örgütlenişi ve niteliği. Buradan itibaren bu iki sorunsal bağlamında Kastamonu’yu konuşuyor olacağım.

Kentle İlgili Vizyon(lar)

Kentlerin bütünleşik bir vizyonla ele alınmamasından doğan ve sonuçta kentin bütününü etkileyen sorunlarla baş edebilecek stratejik yaklaşımın tayininin çok önemli olduğuna inanıyorum. C. Boyer, “kolektif bir proje ve bir toplumsal düzen olan kenti kuran ortaklık, iyi tasarlanmış fragmanlar ile mekânın ve zamanın resimsileştirilmesi yoluyla, son 20 yılda dağılmıştır” demektedir (1). Boyer daha çok belleğin yitiminden söz etmekle birlikte, kentteki bu parçalanmışlığı kentin bütünü için konuşmak mümkün. Kastamonu için üç temel yapılaşmadan söz edebiliriz; 1.tarihi yapılar/alanlar, 2.yeni yapılan yapılar/alanlar, 3.oluşmuş çevreler (tarihi yapılar da içermekle birlikte koruma kapsamına alınmadığı için ilgi alanı dışında kalan çevreler).

 

Tarihi yapılara/alanlara bakışı aslında Boyer çok güzel özetlemişti, “iyi tasarlanmış fragmanlar ile resimsileştirme”, yani bu mekânları toplumsal yapının bir parçası, gündelik yaşantımızın anlam kurucusu olarak görmek yerine pazarlanabilir resimsi ögeler olarak algılamaktan söz ediyordu. S. Zukin de küresel sermaye için mekânın bir kültür nesnesi olarak nasıl metalaştırıldığını anlatır (2). Zukin’e göre mekân üretilen ve tüketilen bir kültür nesnesi olmuştur, yapılar ekonomik ve toplumsal içeriklerinden koparılarak birer sembol olarak ve fragmanlar biçiminde tüketime sunulmaktadırlar. Bu tespitlerden, tarihi yapı ve alanlara sahip çıkmaktaki temel motivasyonun ekonomik olduğu sonucu çıkıyor; ki öyledir. Öyle olmasa idi kentin bütününe bu ilgi ve nezaket gösterilirdi diye düşünüyorum.   

Yeni yapılan yapılar ve gelişen bölgelerin tarihi kentle nasıl bütünleşeceğine dair bir vizyona, ne yazık ki tanık olamadık. Kentin nasıl şekilleneceğine dair tek bilgi işlevsel oluyor, yani imar planları -yollar, parseller, emsaller- ve parça parça projeler. Parça parça proje önerilerinden hatırlayabildiklerim arasında ise, sanayi çarşısını Manhattan yapmak istemek; kentin en önemlilerinden ve sembolik değeri olan Cumhuriyet meydanına otopark eklemek istemek; tarihi meydanın kıyısına kadar otopark -dolayısıyla araba- getirmek; kasaplar halinin mütevazı, içine sızılabilir, sokak yapısındaki aralıklarından bir üst sokağa geçilebilir özgün ve hiç bir yerde rastlanmayacak türden yapısı yerine daha yüksek, süslü, dünyanın her hangi bir yerinde görülebilecek türden bir imgeye sahip ve tümüyle kapalı bir AVM projelendirerek bunu kentin tarih mirası olmaya aday meydanına cephe olacak şekilde önermek; yine kentin karakteristik Karaçomak aksı üzerinde battı-çıktı önermek; bu ve benzeri öneriler “nasıl bir kent”in cevabını vermekten çok işlevsel ve ekonomi odaklı, özgünlükleri hiçe sayıp her yerde görülebilecek türden yapılara itibar eden öneriler oluyor ne yazık ki. Tabii bu da bir vizyon olarak -modernleşme vizyonu olarak- sunulabiliyor. Modernleşmenin artık uluslararasılaşma ve aynılaşma ile tanımlanmadığı, bir yüzyıl geçirdikten itibaren farklı hassasiyetlerin geliştiği konusu da burada tartışmak için uzun bir konu.

Bir de kimsenin ilgilenmediği mevcut eski mahalleler, konut alanları bulunmakta. Bu bölgelerdeki değişim kullanıcısı ağırlıklı, zaman içerisinde kimi durumlarda olumlu, kimi durumlarda ise olumsuz gelişmiş nitelikte. Bu mevcut dokunun kentle, özellikle de tarihi merkezle ilişkilenerek yine bir bütün vizyon dahilinde nasıl ele alınacağına dair bir çalışmaya ilişkin bilgim yok. Yıpranan, çöken yapılar var; aralara giren genel doku ile ilişkisiz tek tek yapılar bütünü olumsuz etkileyebiliyor. Sonuç olarak, kentin bütünü belirli bir yaklaşımla, özellikle de salt ekonomik odaklı olmayan bir yaklaşımla ele alınmaya ihtiyaç duyuyor.

Kentsel Değişimin Aktörü Olarak Mimarlar: Nasrullah Camisi Meydanı ve Çevresi Kentsel Tasarım Projesi ile Ersen Gürsel & EPA

Kentin değişimi sürecinde aktörlerin öneminden başta söz etmiştim. Bu aktörler arasında karar verici olarak yerel yönetimlerin rolünü en çok önemsemek gerek. Yerel yönetimlerin tek sorumluluğu yapılı çevre ile ilgili olmamakla birlikte, önemli ve ağırlıklı bir görev alanını oluşturuyor; bu nedenle, yapılı çevre ile ilgili projelerin geliştirilmesinde ve kararların alınmasında hangi uzmanlarla çalışıyor oldukları önemli. Kastamonu Belediyesi’nin Ersen Gürsel’le yolunun nasıl kesiştiği konusunda çok bilgim yok; ancak bu seçimlerinden dolayı kendi adıma çok rahatladım. Umarım Ersen Gürsel’in mimarlığına bir marka değer olarak değil mimari yaklaşımı nedeniyle başvurulmuştur, çünkü bir adım öncesinde Kasaplar Çarşısı projesi teklifiyle tarihi meydanın kıyısına AVM öneren bir yaklaşımın daha sonra neler yapabileceği ile ilgili endişelenmiş ve aile bağlarım da olan bu kent için neler yapabileceğimizi yine kentle bağları olan mimar arkadaşlarla aramızda konuşur olmuştuk. Kastamonu’yu zaman zaman aralıklı da olsa yaklaşık yarım asırdır izliyorum; değişimlerine ve dönüşümlerine tanık oluyorum. Nasrullah ile ayrıca yine aile bağım var; dedem Nasrullah Kadı medresesinde 1903’den medreseler kaldırılana kadar müderrislik yapmış. Çocukluğumdan beri Nasrullah Meydanı ve civarında birçok yere defalarca girip çıktım. Bu proje ile söyleyebileceğim de daha çok bu yeri kendince tanıyan biri olarak olacak. Önemliden önemsize söyleyeceklerim şunlar:

•Kentin çok değerli ve çeşitlilik içeren bir hafızası var; Paflagonyalılardan (MÖ: 7. yy) Çobanoğullarına (13. yy), Candaroğullarından (14-15. yy) Osmanlı’ya (15. yy-20. yy), oradan Cumhuriyet’e ve bugüne uzanan bir tarihçe ve çeşitli topluluklar (Müslüman, Rum, Ermeni) burada var olmuş. Kentin salt belirli bir merkeze ve turizm odaklı ele alınması ile onun bir gösteri nesnesine dönüşebileceğine dikkat edilmesi gerekir; bu kentin zaten var olan zenginliğinin bir gösteriye ihtiyaç duyduğunu sanmıyorum. Nasrullah Meydanı’nın kentin bütünüyle ilişkili olarak düşünülmesini önemsiyorum; Ersen Gürsel de projenin tanıtımında Cumhuriyet Meydanı ile ilişkiyi dile getiriyor. Tek tek yapılardan çok, kamusal merkez olarak Nasrullah Meydanı ve yapıları, hanlar ve arastalarla kademeli geçiş ile konut alanlarına bağlanmadaki örüntü önemli olduğu kadar, Karaçomak ve sonrasında Cumhuriyet Meydanı ile kentin diğer yakasıyla bağlantı da önemli.

•Yazının başlarında da belirttiğim üzere, zamanın yaşamsal izlerini tümüyle soymak mevcut yerden/yapıdan gayri samimi bir aura yayılmasına neden oluyor; çünkü onca yıl geçmemiş, o yer onca şey yaşamamış gibi davranmada bir samimiyetsizlik mutlaka kendisini belli ediyor. Nasrullah ve civarında da böyle zaman içerisinde gelişmiş oluşumlar var, soyulduğunda orada gereğinden fazla bir eksilme olabilir diye düşünüyorum. Samimiyetsiz bir mükemmellik yerine kusurluluğun çevrelerimizin sürdürülebilirliğindeki önemi tartışılabilir; örneğin, yepyeni “tarihi” çevreler yerine, bakımlı eski yapıların arasında onlarla tıpkısının aynı olmasa da aynı ritmi tutturmuş olan yapıların varlığına onay verilebilmeli. E. Gürsel’in minareyi açığa çıkarma girişimi sırasında, ona yapışan dükkânlarla oluşturulmuş olan sokak da buranın hafızası diye düşünüyorum; ben o sokağı seviyordum mesela, sokaktan geçip meydana çıkmayı da. Evet sonradan oluşmuş, gelip minareye yapışmış ama acaba tümüyle gitmeli mi? Nitekim Nasrullah Cami de, meydanı da en orjinal şekillerinde değiller zaten.  

•Öte yandan kalabalıklıkla çoraklık arasındaki doz iyi tutturulmalı. Örneğin, Nasrullah Meydanı’na her baktığımda şu kalabalık bir temizlense, ayıklansa demişimdir; Ersen Gürsel bunu yapıyor öncelikle. Bazen hiç bir şey yapmadan yalnızca biraz ayıklayıp sakinleştirme bile bir yeri nitelikli kılmak için yeterli olabiliyor. Meydanı bir taraftan etki alanıyla işgal eden dükkânlar, yetmedi tabelaları, yetmedi dükkânın dışına asılan-tutturulanlar, bir cümbüştür, kalabalıklıktır, karmaşadır gidiyor; meydanı kuşatan hanlar, sokaklar, revaklar görünmez oluyor. Nasrullah Camisi’nin arkasındaki Münire Medresesi, hediyelik eşyalarla boğulma hali ve yeme içme mekânlarının özensizliği de ayrı bir konu; bir sakinleştirme de oraya uygulamak gerekiyor. Bu anlamda dükkânların bir köşeye çekilmesini -bana göre hiç olmayabilirlerdi- çok olumlu buldum. Projede Kasaplar çarşısının temsilinin mevcut halinde olduğu anlaşılıyor; yeni önerildiği şekliyle -kat olarak yükselmiş, cephe sadeliği yok edilip “kitch”leştirilmiş haliyle- projeye dahil edilebilseydi, yeni bir kirlilik unsurunun yaratılmakta olduğunu anlamak daha kolay olurdu; yapılması halinde ilgi odağı minaresi de açığa çıkartılmış şekliyle Nasrullah Camisi değil, bu yeni yapının parıltısı olacak.  

•Projede önerilen abdesthanenin Frenkşah Hamamı’nın önüne geçmiş olması ile şadırvanın yanında yer alan havuz beni düşündürten unsurlar.  

Ersen Gürsel geleneksel kentler konusunda hassasiyeti ve tasarım tecrübesi olan bir mimar, abartısız ve kendiliğinden oluşuvermiş gibi duran yapıları bu çevrelerle çok iyi uyuşuyor; ne tesadüf ki aynı zamanda kentsel tasarım uzmanı. Bu özellikleriyle hem yapılarla kentsel dokuyu bir bütünlük içerisinde değerlendirmiştir, hem de Kastamonu’nun sade zenginliği ile mimari tarzı uyuşacağından bu kente çok katkısı olacaktır.

Notlar
1.Christine Boyer, “The City of Collective Memory”, MIT, 1994.
2.Sharon Zukin, “The Cultures of Cities”, Blackwell, 1995.

Koruma İmar Planı - cakısık plan

Kesit

Meydan Dükkan WC Kat Planı

Merdivenden kesit

Bu makale, daha önce Yapı Dergisi'nin 417'inci sayısında yayımlanmıştır.
 


Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
  • Mustafa ÖZKAN 7 yıl önce Kastamonu, Nasrullah Camisi Meydanı ve Çevresi Kentsel Tasarım Projesi uygulamasını gördüm. Emeğinize sağlık. Ancak, proje alanında ve çevresindeki tabela kirliliği emeği gölgeliyor. Bu olumsuzluğun kaldırılması için katkı imkanınız varsa kullanmanızı istirham ederim. Saygı ile.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :