Tünel ve Şişhane üzerinden Karaköy'e akmaya niyetli kentsel hareketliliği takip ederken radarımıza, İstinye Park’tan aşina olduğumuz Bej’in “Kahve” versiyonu ile onun –dosdoğru anlamda- tasarımcı kardeşi “Kağıthane”yi kapsayan bir mekan takılıyor.
Geçtiğimiz on sene içerisinde Taksim Meydanı'ndan öncelikle Galatasaray'a, oradan Tünel ve son olarak da Şişhane'ye doğru "ilerleyen kalabalık", ilgili kamusal noktaları giderek cazibesi ve önemi artan kentsel buluşma alanlarına çevirdi. Bu akışkan trafiğin sızmaya başladığı son kentsel mekan ise Karaköy…
MSGSÜ Fındıklı binasından başlayan, Nusretiye Cami ile Kılıç Ali Paşa Cami'nin yarattığı çekim merkezini arkasına alan, oradan Tophane'ye uğrayan ve İstanbul Modern ve Antrepoları takip eden kentsel hareketlilik, Cihangir'in sönmeye yüz tutan popülaritesinin de sahil kesimine doğru süzülmesi ile soluğu Karaköy'de almaya başlıyor. Kemankeş ve Kemeraltı Caddesi ile sınırlanan, Karaköy Rıhtımı'nı da içine alan ve Galata Köprüsü ile sonlanan adada yoğunlaşan kamusal talebin ibareleri de hafiften gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Kamusallığın en yakın takipçilerinden ve eşlikçilerinden biri olan hizmet sektörünün Mimarın Göbeği'ni ilgilendiren halkasında, yani yeme-içme mekanlarında da ağır ancak temeli sağlam girişimler ortaya çıkıyor.
İsim ve miras tartışmalarından belki de en az yarayı alarak kurtulan Karaköy Güllüoğlu –Atatürk portreli baklavalarının veli nimeti (!) midir, bilinmez- hemen her zamankinden daha fazla ziyaretçi topluyor. Onun varlığından kuvvet almışa benzeyen Namlı, "delicatessen" iddialı bir şarküteri dükkanı ile, Koska ise İstiklal Caddesi'nde benzerine rastladığımız türden bir şekerleme dükkanı ile yanına diziliveriyorlar. En eski göz ağrılarımızdan Karaköy Lokantası ise –"üst katı gece kulübü olacak" söylentilerine aldırış etmeden- bu bölgenin gastronomik çekim noktalarından biri olma iddiasını sürdürüyor. Onun da yanı başında da, bu senenin en başarılı mutfaklarından ilan edilen, bırakın rezervasyonsuz yer bulmayı, rezervasyon yaptırmanın bile plan-program gerektirdiği son gastronomi girişimi Maya bulunuyor.
Bu ayın Mimarın Göbeği ise tüm bu iştah kabartıcı seçenekleri şimdilik pas geçerek daha farklı bir mekana, tasarımı ön planda tutan bir kafe-mağaza konseptine yöneliyor. Radarımıza, İstinye Park'tan aşinalık geliştirdiğimiz Bej'in "Bej Kahve" versiyonu ile onun –hem mecazi hem de dosdoğru anlamda- tasarımcı kardeşi "Kağıthane"yi kapsayan bir mekan takılıyor.
Ünlü ve deneyimli işletmeci Lal Dedeoğlu tarafından ve Kemankeş Caddesi üzerindeki TDİ Kurum Tabipliği karşısında konumlanan Fransız Geçidi İş Merkezi içinde açılan Bej Kahve, Dedeoğlu'nun ablası Emine Dedeoğlu'nun "Kağıthane" ismini verdiği tasarım dükkanı ile tek bir çatı altında toplanıyor. Mekanın "Kağıthane" kısmında 333 adlı markası ile arz-ı endam eden Deniz Duru'nun iç mekan tasarımını gerçekleştirdiği Bej Kahve, İstanbul'da son aylarda açılmış en başarılı iç mimarlık uygulamalarından birine sahip. Hem son derece şık ve ferah hem de iç ısıtan bir rahatlığa sahip Bej Kahve, son derece usturuplu bir işçilikle kotarılmış malzeme ve detayları ile de dikkat çekiyor.
"Kafe ile tasarım nesneleri dükkanı nasıl bir arada olur?" sorusu akıllarında canlananlara hemen belirtelim; burası bütüncül bir mekan… Bej Kahve'nin mutfak/tezgah modülü tarafından ikiye ayrılan hacim, ziyaretçilerin ikili bir deneyim yaşamalarına olanak tanıyor. Atıştırmalık bir şeylere aşermiş veya yenilikçi, farklı bir hediye arayışına düşmüş olabilirsiniz; mekan, tüm ilgililere bir diğer rekreasyonel opsiyonu gönül açıklığı ile sunuyor. Meali şu: Buraya kahve içmek üzere girip bir kartpostal ile çıkabilir, veya masaüstü saatini edindikten sonra kendinizi sandviç yerken bulabilirsiniz.
Tüm bu deneyim zenginliğinde, elbette mekanın mimari detaylarının da çok büyük payı olduğu unutulmamalı… Örneğin ilk dikkat çeken öge, ehil ellerden çıktığını gösteren mermer döşeme kaplaması oluyor. Mekanın, pürüzsüz ve yekpare yüzey izlenimini veren döşemesi ortasında ise, ahşap bir mutfak modülü yükseliyor. Paslanmaz çelik mutfak ekipmanları ile donatılan bu hazırlık ve servis köşesi, kafe tarafında uzun bir tezgah ile tanımlanıyor. "Sırtını döndüğü" mağaza tarafında ise standart mutfak dolabı yüksekliğine çıkıyor. Burada kapaklı bir dolap sistemi yerine geniş ve boşluklu rafların tercih edilmiş olması, mekanın "Kağıthane" kısmı ile yeme-içme deneyiminiz sırasında da görsel bağlantı kurabilmenizi sağlıyor.
Doğruya doğru, "tasarım cicileri" sürekli gözünüzün takıldığı şekerlemeler gibi sizi kendine çağırıyor. Ancak yanlış anlaşılmasın; Kağıthane'yi donatan rengarenk nesneler, Bej Kahve ziyaretçisinin gözünü çelmiyor, tabiri caizse, okşuyor. Mermer zemin, parlak tezgah ve mutfak sistemi ile cam aksesuarların yarattığı bol yansımalı yüzeyler üzerinde renkli hareler bırakan Kağıthane ürünleri, mekanın sıcak tonlarına eşlik ediyorlar.
Öte yandan Bej Kahve, "sıcak atmosfer" denilince akla ilk gelen malzeme tercihinden, yani koyu renk ahşap yüzeylerden uzak durması ile de takdirimizi kazanıyor. Bir cephesi caddeye, diğer cephesi ise pasajın içine bakan mekanın, özellikle servis tarafından aydınlık olmaktan yana bir sıkıntısı bulunmuyor. Fakat yine de, üst döşemeden alt döşemeye kadar uzanan duvar boşlukları, mekanın aydınlığını artıracak beyaz doğramalar ile giydiriliyor. Pencerelerde, söz konusu aydınlığın "çiğliğini" ortadan kaldırmak üzere ışık geçirgenliği yüksek tül kumaşlardan güneşlikler yerleştirildiği fark ediliyor. Fakat bu güneşlikler, minik boyutları ile neredeyse yalnızca dekoratif birer tercihin sonucu olduklarını hatırlatıyorlar.
Bej Kahve, sınırlı hacminin de dayatması ile iç mekanında en fazla 30-40 kişiyi kapsayabilecek bir yer… Bu nedenle az sayıda masa içeriyor. Henüz alkollü içecek satılmıyor; ancak "sohbet-muhabbet" için gelenlerin veya belki de kendi başına dergi-gazete okuyacak olanların tercih edebilecekleri şekilde tezgah boyunca dizilen bar sandalyeleri barındırıyor. Bu noktada hatırlatmakta da fayda var: Burası akşam saat 7'de kapanıyor. Yani Bej Kahve, iş çıkışlarında arkadaşlarla buluşmak adına pek de doğru bir adres teşkil etmiyor. En azından şimdilik daha ziyade, Karaköy sakinlerinin öğlen aralarına mekanlık edebilecek gibi gözüküyor.
Tam olarak da söz konusu saat limitlerine istinaden Bej Kahve'den "büyük yemekler" beklenmemesi gerekiyor. Kafenin menüsü günün çorbası dışında birkaç çeşit sandviç ve salata ara öğün yiyecekleri ile "snack" niteliğinde ufak porsiyonlu ara sıcakları içeriyor. Mekanın iki işlevli kurgusunun da bir yaptırımı olarak görülebilecek bu menü içeriği, belki zengin değil ancak son derece keyifli tatları içeriyor. Yani yemeğinizin buram buram baharat kokmayacak olması ya da sıcak tavadan çıkmaması, Bej Kahve'nin sunduğu gastronomik seçeneklere değer kaybettirmiyor.
Burada sunulan lezzetler tadı-tuzu yerinde, hepimizin evde rahatlıkla yapabileceği türdenler… O güne özel olarak yapılabilen Alman ekmeği üzerine krem peynir, somon ve kapari üçlüsü, böyle bir örnek. Üstelik örneğin bir diğer niteliği, tüm malzemelerin –aynen mekan tasarımında olduğu gibi- dikkatle seçilmiş olmasında yatıyor. Üstüne dökülen karamel sos ile müthiş bir ikili yaratan kabak tatlısı, ya da somonlu ve sebzeli noodle da bu ilk intibayı yalanlamıyor. Üstüne içilen espresso ise, kahve seçiminin dahi özenle yapıldığını gösteriyır.
Sonuç olarak ise, son derece iddialı ve bir o kadar da kusurlu mutfakların istilasındaki İstanbul'da Bej Kahve, açlığı geçiştirmek adına başvurulabilecek noktalar arasında sağlıklı, taze, hafif ve mutfağı da mekanı kadar "samimi" bir alternatif sunuyor.