Türkiye'nin 'Gastronomik Oryantalizm' Kurbanı Yemekleri
M. Can TANYELİ / 02 Şubat 2012
YouTube’da “turkish food” diye aradığınızda, çıkanların neredeyse tamamının odak noktasında kebap kültürü duruyor. Peki nerede ezogelin çorbası? Nerede sütlü tatlılar veya radika, kaya koruğu gibi otlardan yapılan zeytinyağlılar?
İğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize…
Bütün bu verilerin ışığında, iki paragraf önceye dönüp, Stein'ın bu bakış açısını neden Uzak Doğu'yu değil, ama Türkiye'yi gözlemlerken kullandığını tartışmamız doğru olacaktır. Neden Rick Stein ve daha birçok yabancı yemek meraklısı, Türkiye'ye aynı alelade, alışıldık tatların beklentisiyle geliyor? Neden Avrupa ile birkaç yüzyıl önceye kadar hiçbir kültürel alışverişi olmamış, 20. yüzyıl'ın başına kadar da neredeyse hiç gastronomik alışverişi olmamış Japonya ve Tayland'ın bir "Batılı" için alışıldığın son derece dışında kalan yemekleri, daha dikkatli ve incelikli bir araştırmayla değerlendirilip sunulurken, Türkiye hala kebap dışında yemek tüketmeyen bir ülke olarak görülüyor? Bu soruların cevapları, sanırsam soruların kendilerinde saklı. Türkiye kendisini hali hazırda Avrupa'ya kebapla, dönerle, baklavayla tanıtmış bir ülke. Avrupa'dan gelen yemek meraklıları için Türkiye'de kebap dışında yemek deneyimlememek son derece kolay. Birazcık gözünüzü kısmanız, biraz ilgisiz kalmanız ve birazcık da tanıdığınızı zannettiğinize yönelmeniz yeterli. Yerel fast-food kültürümüz, geri kalanını zaten hallediyor.
Rick Stein'ın lahmacunu...
İşte bu, en klasik örnekleriyle, oryantalizmdir. Bir "Batılı" olarak, size uzak kalan "Doğu" kültürleriyle olan alışverişinizde, bildiğinizi zannettiğiniz ile bulmayı umduğunuzu harmanlayarak, tüketicisi olmadığınız kültürü, kolay yoldan ve kısa sürede tüketebilir hale gelirsiniz. Türkiye'den Avrupa'ya ve dünyanın geri kalanına ihraç edilen yemek kültürlerini, oryantalizm mağduru "Doğu"nun geri kalanıyla kıyasladığımızda da, örnek olarak Japonların yemek alışkanlıklarını anlamak için gösterilen özveriyi neden göremediğimiz aslında çok açık. Sushi, Tokyo'da 20. yüzyıl'ın başlarında icat edilmiş bir fast-food türü olmakla beraber, "Batı"ya asla tek başına taşınmamış bir yiyecek. Bugün hem Türkiye'de hem de Avrupa'da yemek yemeye gidebileceğiniz kalburüstü bir Japon lokantası, menüsünde sushi'ye ek olarak, onlarca sıcak ve soğuk yemek seçeneği barındırır. Aynı şey, Tayların "pad-thai" isimli yemeği için de geçerli. Pad-thai, Tay yemeği olarak muhtemelen aklımıza gelen ilk örnek olsa da, sokakta yapılarak yenen sıradan bir erişte yemeği olmasına rağmen, "Batı"ya taşınan Tay yemek kültürünün tek örneği olarak görülmez. Unutmadan, İngilizlerin hala takıntılı biçimde meraklı oldukları Hindistan ve Hint yemek kültürü de, "Batı"da neredeyse hiçbir fast-food örneği barındırmadan yer eder. Bu durum şunu gösterir: İhraç ettiğimiz ve etmeye devam ettiğimiz yemek kültürü, kebap ve döner gibi hızlı yapılan, tüketilen, kapsamsız ve çeşitten aciz yemeklerden ibaret olduğu sürece, Rick Stein gibi uzmanları ziyarete geldiklerinde aynısının daha fazlasını beklerlerken bulmak yadsımamamız gereken bir durum.
Stein'ın Türkiye programından...
Rick Stein'ın programını izledikten ve Uzak Doğu'ya gösterdiği ilgiyi Türkiye için de göstermesini umup, hayal kırıklığına uğradıktan sonra, yazının başında kendisini daha da sert eleştirmeyi hedefliyordum. Ancak anlaşılan o ki, o çok övündüğümüz, toz kondurmadığımız yemek kültürümüzü tanıtmak için yaptığımız girişimler, ziyarete gelen yabancıların ilk sordukları şeylerden ibaret kalmaya devam ettiği sürece, soran herkese ballandıra ballandıra, "melting pot", "east meets west" gibi modası geçmiş sıfatlar kullanarak anlatmayı bitiremediğimiz yemek kültürümüz, hayallerimizde yaşamaya devam edecek. Belki de bu, sadece başkalarına ne götürdüğümüzle değil, aynı zamanda bir akşam dışarıda yemek yemeye çıktığımızda ağırlıklı olarak ne tür bir lokanta tercih ettiğimizle de ilgilidir; ama bu da başlı başına başka bir yazının konusu.
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın