Anti-inşacı Bir Mimarlık Sergisi: 'temel-siz'
Mustafa Pancar, 'Göç yolları' serisinde Münih seyahati sırasında fotoğrafladığı modern binaları konu edinir. 1960'larda başlayan işçi göçünün Münih şehrinden başladığını düşünecek olursak, bir sanatçı olarak Pancar'ın gözü, geldiği coğrafyanın insanının gözüdür aynı zamanda. Erken dönem işlerinde alt-orta sınıf şehir insanının kent içindeki edimlerini konu alan Pancar, bu serideki bina gövdelerinin üzerine figür resminden gelen tavrı tatbik eder. Kolaj dokusu sayesinde yumuşak ve organik bir yapıya bürünen binalar, gerçek geometrik formları ile bir karşıtlık içerisindedir. Sanki etrafına yabancılaşmış bir gözün tahayyülünden resmedilen modern binaların perspektifi mükemmellikten uzaktır ancak dokularının albenisi bunu onarmaktadır. Pancar'ın binaları, el işçiliği, renkli kağıt, hediyelik eşya gibi dekoratif gustoların nüvelerini taşırken kolay bir beğeniyi körükler. Birdenbire ve acelece bir araya gelen kağıt parçacıkları, bize sözkonusu binaların ağırlığını hissettirmez, onları kolaylaştırır ve gözümüzde herhangi başka bir şeye dönüştürür. Pancar bu tavırla modern mimari fikrini bükerek kavramsallaştırır; resmin içine dahil ettiği renkli magazin sayfaları ile medya ve reklam dünyasının fetişist yönüyle ilişki kurarken, yazılı magazin parçacıkları üzerindeki metinler aracılığı ile de, hem dil ve hem de modernitenin tarihsel bilgisine gönderme yapar. Sanatçının yağlıboya işlerinde gösterdiği tutumun izlerini kolaj işlerinde de sürmek mümkündür: savruk, deneysel ve hafife alan bir tavır...Magazin sayfalarini renk ve tonlarına göre ayırıp ince şeritler halinde keserken, tıpkı paletin üzerindeki uygun rengi arar gibidir.
Mustafa Pancar, 'Göç Yolları', 2012, kağıt üzerine kolaj, 15x15 cm.
Pancar 'Kral İnşaat Ltd.' adlı enstelasyon parçasında, kullanılmış mobilyaların anlamları üzerinde yeni kurgular aramaktadır. Nesnenin ilk kullanım değerini yitirip, ikinci el olarak ordan oraya yer değiştirmesi fikri ile, göç, yerdeğiştirme ve yerleşememe kavramları arasında muhtemel ilişkiler kurulabilir. Dolap, televizyon sehpası, koltuk gibi mobilyaları, İstanbul ya da Anadolu' nun herhangi biryerinde karşılaşabileceğimiz birer binaya dönüştürürken, göçebe bir toplumun gelip geçici, bir çırpıda yapılmış gibi duran inşa etme biçimlerini sorgulamaktadır. Modern mimarinin temel unsurlarından biri olan şeffaflık, bol miktarda cam kullanımı, iç ile dışın birbirinin içine geçtiği bir mekan hissi uyandırır ve Giedion'un anlatımıyla emsalsiz bir çok yüzlülüğe ulaşarak mekanda bir an için dondurulmuş bir hareket duygusu yaratılır. 'Kral İnşaat Ltd.' işinde de cephenin şeffaflığı pleksi kullanımı ile vurgulanırken, magazin sayfalarından cımbızla çekilip çıkarılmış gibi duran imajlar, Giedeon'un tasvir ettiğine benzer bir dondurulmuş hareket duygusu uyandırır.
Mustafa Pancar, 'Kral İnşaat', 2011, karışık teknik, 210x100x40 cm.
Cosentino ve Pancar'ın alt kültürel sivil mimari doku üzerinden sürdürdüğü sorgulamanın aksine, Can Aytekin modern ütopyanın belli başlı anıtları arasında sayılabilecek kurumsal yapılarla ilgilenir. Sadece mimari anıt diyebileceğimiz modern idoller değil, genel anlamda tapınak ve anıt heykel olgusuyla ve onların tarihsellik ve ideoloji ile belirlenmiş biçimleriyle uğraşır.
Bildiğimiz gibi mimar ve sanatçılar birbirine benzer temsil araçlarını ve benzer bir dili kullanagelmişlerdir: Perspektif, maket, iki boyutlu çizim, eskiz, fotoğraf ve son yıllarda artan bir şekilde 3D modelleme ve diğer dijital teknikler gibi temsil araçları ve biçim, renk, doku, ölçü, oran, ışık ve gölge gibi mefhumlar... Aytekin, pekçoğunu fiziksel olarak görmediği anıt ve heykellerin resmini yapmadan önce tecrübe etmek için, önce desen ve eskizlerini sonra da maketlerini yaparak söz konusu formlarla ilişkiye girer.
'Tapınak' işinde, Kudüs Tapınağı, Anıtkabir, New York Guggenheim Müzesi gibi farklı zaman dilimlerinden ve kültürlerden derlenen bir çok anıt yapı yanyana gelerek bir silüet oluşturur. Bu silüet içerisinde örneğin 'Guggenheim Müzesi' gibi bir anıt yapı da tapınak olarak değerlendirilir, ne de olsa günümüzde müzeler tapınakların işlevini devralmıştır. Plastik bardak ve oyuncak gibi günlük kullanım eşyaları, karton ve çamurdan devşirerek oluşturduğu yapılar silsilesi, anıt fikrinin ciddiyet ve ağırlığıyla dalga geçer. Zihni bir tür arşivci ya da araştırmacı gibi işleyen Aytekin, kafasını kurcalayan meseleyi soyutlayıp, temel bir düşünce parçacığına indirgedikten sonra fikrinin nesnesi olan imgeleri toplamaya başlar. Çizim ve maketle örülen düşünce pratiğinin sonucunda esas yapmak istediği eyleme ulaşır: resim yapmak.
Can Aytekin, 'Sarı Tapınak', 2004, tuval üzerine yağlıboya, 152x192 cm.
Aytekin, 'Sarı Tapınak' isimli resminde, Guggenheim Müzesi'nin kütlesel biçimininin biricik izini, tuval üzerindeki birkaç eğriye indirger. Resim yapma eylemini görmenin devamı olarak tanımlayan sanatçı, nasıl resim yapıyorsun sorusuna 'hatırlayarak' diye cevap verir.
Modern kapitalizmin aşındırdığı belleği kurtarmanın yolu, nostalji sevdasına düşmeden, hatırlamaktır.
Pınar Öğrenci