Anti-inşacı Bir Mimarlık Sergisi: 'temel-siz'
'temel-siz'Yerleşik yapı ve mekansallık fikrini sorgulayan, anti-inşacı, biraz da anarşistce bir tavırla üretilmiş bazı mimari strüktürlerin biraraya getirilmesi, uzunca bir süredir zihnimi meşgul eden bir temaydı. Sanatçı Jelle Clarisse'nin MARS sergi mekanında bir süre önce uyguladığı kartondan yapılar, bu temanın canlanmasına ve bir sergiye evrilmesine önayak oldu. Jelle Clarisse, Antonio Cosentino, Can Aytekin ve Mustafa Pancar'ın resim, desen, eskiz ve kolajları ile üç boyutlu işlerinden oluşan seçkinin kavramsal çerçevesini, mimarlık ve modernite, sivil / anıtsal mimari ve göç temaları çizerken; serginin adı, temelsiz bir yapı ya da düşüncenin çağrıştırdığı eğretilik, geçicilik ve göçebelik gibi kavramlardan esinlendi. Kullanılmış malzeme ve nesnelerden üretilen üç boyutlu işler, endüstriyel bir imalat sürecinin, sahte kalıcılık vaatlerini provake edercesine, düşük teknolojiyle kotarılmışlardır. İnsanların ortalama ömrü uzarken, nesne ve binaların ömrünün kısaldığı, tüketim çılgınlığı, ekolojik dengesizlik ve bunlara karşı bir tedbir olarak sunulan geri-dönüşüm çağında, sergideki sanatçılar, malzemenin katı bir dönüşümünden ziyade, yeniden, başka bir form ve amaç için kullanılmasını öngörüyorlar. Mimarinin soylu, katı, sağlam ve kayıtsız gerçeklik idealine karşılık, sergideki mimari heykel ve resimler, var olma kaygısı gütmeyen, apaçık kendini ele vermeyen, farazi, tahmini ve uçarı bir karakterdedir. Bu nitelikleriyle 'kağıt mimarlığı' kavramına yaklaşan işler, yaratıcı fikrin sınır çizgilerinde gezinir. Sanatçıların sıradan ve geçici malzemelerden, zayıf jestlerle oluşturduğu eserler, eğreti duruşlarıyla mimarinin içini boşaltıp, hiçleştirir. Mimari strüktür gerçekliğinin hafife alınması, günümüzün arsız ve yayılmacı 'inşa etme' fikrinin anlamsızlığını vurgulamakta ve 'inşa'nın kendisini bir eylem olarak yapı-bozuma uğratmaktadır.
Antonio Cosentino, 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü', 2012, kağıt üzerine füzen, 50x70 cm.
Pek çok mimar, tasarladığı evi, bir süre sonra içinde oturanlarla birlikte gördüğünde hayal kırıklığına uğrar. Evin içine birçok nesne girmiş, beyaz ev kirlenmiştir. Erken modern mimarlık reklamlarında ev, sanki içinde yaşanmıyormuş gibidir; insansız ve yok denecek kadar az eşya ile fotoğraflanmıştır. Görünen pardesü, pipo, kitap gibi birkaç eşya, sanki oraya ait değilmiş gibidir. Oysa nesne, anı, arzu ve hayal ile yüklüdür. Duchamp'dan beri Dadaistler ve onlardan etkilenen Sürrealistler gündelik nesneleri bir 'düş imgesi' gibi görmüşlerdir. Sergideki sanatçılar da, kullanılmış paket kartonu, teneke kutu, magazin sayfası, mobilya, bardak vb. gibi nesnelerle kurdukları 'hafif' yapılarda, mimarinin dışarıda bıraktığı nesnenin, anlam ve kullanımını sorgulamaktadır.
P. Connerton hatırlama eyleminin, belirli bir yerle ilişkili ya da o yere bağlı olarak gerçekleştiğini belirtir ve bu durumu, 'anıt mekan' (savaş anıtı, tapınak, müze vb.) ve 'mahal mekan' (ev, sokak, sivil mimari) üzerinden örnekler. Mahal bir bellek taşıyıcısı olarak anıt mekandan daha önemlidir, çünkü anıtın inşasına genellikle bir şeyi abideleştirme arzusu ve bir unutma korkusuyla başlanır. Unutma tehlikesi anıtların inşa edilmesine, anıtlar ise unutkanlığa yol açar. Mekanik yeniden-üretim çağında nesnelerin ömrünün kısalmasıyla, müze ve anıt inşa etme hastalığının başlaması eşzamanlı süreçlerdir. Modernizm yeni bir zaman anlayışının çelişkisini ifade eder: sürekli geleceğe bakarak, geçmişi sadece bir yadigar olarak saklama fikri müze kültürünü doğurmuştur. Sergideki işler bir bellek yeri olan anıt mekan ile kültürel belleğin taşıyıcısı olan mahal in hatırlama süreçlerindeki farklı tezahürlerini konu edinir.
Jelle Clarisse'in işleri, boşluğa müdahale ederek organik bir şekilde büyüyen, evrilen ve sonunda durgunlaşarak ölen bitkiler gibidir. Duvarın bir noktasına tutunarak büyüyen bitkiler misali, mekanı bir örümcek ağı gibi organik bir şekilde saran, neredeyse başını alıp giderek boşlukta uçuşan, temelsiz yapıları bu serginin ağırlık noktalarından birini oluşturmaktadır. Paket kartonu ve mukavva gibi basit ambalaj malzemeleri kullanan Clarisse, bu tavrını geçicilikle açıklıyor ve şöyle devam ediyor: 'Sınırlarla kuşatılmış işlerimi inşa etmek kadar onları bozmak ve yok etmek de benim için elzemdir'. Belçika'nın Gent şehrinde doğup büyüyen Clarisse'in işleri, hafızasının muhtemel derinliklerinde birikmiş, gotik strüktürel yapı formu ile ilişkilendirilebilir. A. Köksal, Ortaçağ'da, Antik Çağ'ın geometri ve perspektif bilgisinin unutulduğunu hatırlatarak, bu dönemde, mimari temsil araçlarından biri olan çizimin, fiziksel gerçekliği yansıtma işlevinden uzaklaştığının altını çizer. Mimarlık kendi inşai gerçekliğinin dışında, sınırlarını iki boyutlu düzlem üzerinde gösterilebilenle belirleseydi, 12. ve 13. yüzyılların gotik mimarlığı da var olamazdı. Yapımı onlarca yıl süren Ortaçağ yapıları sevki tabii ile ortaya çıkmış ve tam da bu yüzden heykelsi formlara yaklaşmıştır. Clarisse' in doğaçlama bir süreçle oluşan işleri, anlamsal köklerini Gotik mimaride bulabileceğimiz A. Gaudi binaları gibi bitirilmemiş, ucu açık bırakılmış eserlerdir. Sanatçının bu tavrı, serginin temel motifi olan gelip geçicilik ve atık malzemenin yeniden-kullanımı arasında bir yerde konumlanır.
>>>>>