İstiklal Caddesi’ndeki değişimin son büyük ölçekli bileşenlerinden Demirören AVM’nin giderek büyüyen imar alanı, ulaştığı yükseklik ve çevre binalara verdiği zarar gerçekten gerekli, muhakkak ve kaçınılmaz mı?
İstiklal Caddesi'nin çehresi değişiyor. Her türlü kamusal alanda olduğu gibi, İstanbul'un bu en önemli ve etkin kentsel aksında değişim/dönüşüm gerekli, muhakkak ve kaçınılmaz… Ancak, bu değişimin son büyük ölçekli bileşenlerinden Demirören AVM'nin giderek büyüyen imar alanı, ulaştığı yükseklik ve çevre binalara verdiği zarar gerçekten gerekli, muhakkak ve kaçınılmaz mı?
Demirören AVM'nin proje ve uygulaması, elbette yeni bir konu değil.
İzinleri 2004 yılında alınmaya başlayan proje, henüz 2006 yılında Demirören Gayrimenkul tarafından açılan "Beyoğlu'nun Geçmişi ve Geleceği: ‘1870'lerden 2050'lere Beyoğlu Nereye?'" başlıklı bir yarışma ile kendini sessizce hissettirmişti. 1930'lu yılların ünlü Saray ve Lüks Sinemaları'nın bulunduğu Sin-En-Han ile Saray Muhallebicisi'nin hizmet verdiği binanın kapatılarak yıkılması sonucu ise ayyuka çıkmıştı.
Caddenin işlek kullanıcılarının meraklı bakışları altında giderek derinleşen ve gürültüsü, İstiklal kitapçılarının çaldığı tango müziklerine eşlik eden kamusal ses kodlarından biri haline gelen inşaat, parseli saran paravanlar yükseldikçe fısıltı gazetesinden gerçek gazetelere taşındı. Paravan arasındaki boşluklardan, tüm bu olan bitene tanık olmak isteyen gözler, kayalık zeminde açılan devasa çukuru dehşetle izledi. Ancak heyecan büyüktü: Projeyi Han Tümertekin yapacak, burada bir Virgin Megastore açılacaktı. Türkiye kamusallığının en verimli mekanlarından İstiklal Caddesi'ne, yetkin ve yetenekli bir mimarın imzasını atacak olması, tüm mimarlık ilgilileri için sevindirici idi. Müzik market ve kitapçı cenneti İstiklal'e, bu işin uluslararası piri bir zincirin konuvermesi de ha keza…
2008-2009 aralığına kadar tam olarak da bu iki aktör, yani Tümertekin ve Virgin ile ilgi çeken ve basına yansıyan proje, merak unsuru olarak kalmaya devam etti. Parseli saran paravanlar üzerinden artık brandalar yükseliyordu; üç sene geçmiş ama inşaat hala bitmemişti. Olsundu, Harvard'lı öğrenciler tam olarak da bu nokta için fikirler geliştirmişti; Tümertekin "hareketli, değişken" bir cepheden söz ediyordu. Yani her şey yolundaydı; İstiklal yeni bir nirengi kazanacaktı.
2010 ortalarına gelindiğinde, tam da neyin ters gittiğini kavrayamayan meraklı bakışlar, çetin rüzgarlar ve yağmurların yırtıverdiği brandalardan içeri baktılar. Gördükleri, Barok canlandırmacı söveler ve rölyeflerdi. Demirören binası olacak olan bu yapı, kartonpiyer ustalarının elinden çıkma dorik sütun başlıkları ile bezenmişti. Peki ya Tümertekin neredeydi?
Demirören'in ne "içinden" ne "dışından", sadece hemen her gün arşınladığı sokağın kotundan bakanlar için, olup biten böyle gelişti. Sonrası ise ulusal gazetelerde çokça yazılıp, çizildi. Kamuya, doğrudan içinde yaşama izni veren güncel mimarlık üretimlerine hasret yapılı çevre aşıkları için konu, kente yine ve yeniden kitsch, üslupsuz ve usturupsuz bir uygulamanın eklenmesinden kaynaklanan üzüntü ve hayal kırıklığından ibaretti.
Oysa ki Demirören açmazı, geçtiğimiz 6-7 yıl içinde "imar ihlali" ve "kent suçu" iddiaları ile anıldı. İşte bu dosya, sokak kotundan izlediklerinin bürokratik kronolojisini izlemek ve arka planında yer alan aktörleri dinlemek isteyenler için hazırlandı.