"İstanbullu olmak, Diyarbakırlı olmak mesele değildir. İnsanda ince bir zevk olduktan sonra..."* (Cahit Sıtkı Tarancı)
Kentin Tozu'nda mimarlar; şehirlerini, coğrafyalarını, iklimlerini, kentlere dair hikâyelerini anlatmaya devam ediyor. Bir kenti nasıl tanımladıklarını, ona nasıl baktıklarını... Doğdukları ya da yaşadıkları kenti; etkilendikleri ya da onları dönüştüren bir kenti... Ya da...
Üçüncü bölüm konuğumuz Y. Mimar Heval Zeliha Yüksel; doğduğu, uzun yıllardır içeriden ve dışarıdan mesleki olarak takip ettiği, üzerine çok yazıp, çizip, düşündüğü şehir Diyarbakır'ı anlatıyor:
.....Seni baharmışsın gibi düşünüyorum, Seni Diyarbekir gibi.....
Ahmed Arif
Ahmed Arif’in dizelerinde baharın getirdiği tüm güzellikler ile bir tutulan, bir zamanlar Anadolu’nun ilim ve fikir merkezi olup sinesinde sakladığı on bin yıllık tarihi ile eski çağlara ait çeşitli eserlere ev sahipliği yapan Diyarbakır’a dair anılarım, şehirden çocuk yaşta ayrılmamdan dolayı çok net olmasa da hem yerel kültürlerin korunmasına duyduğum saygı, hem de kentin kadim tarihi boyunca barındırdığı mimari değerleri, Diyarbakır ile ilişkimin hep taze kalmasına olanak sağladı ve mimarlık mesleğinin katkıları ile bazen yakından, bazen uzaktan gelişmeleri her zaman dikkatlice takip ettim, belli zaman aralıkları ile mimari yayınlar aracılığıyla paylaştım. On yıllarca tekinsiz olan Surların restorasyon çalışmaları ile kamusal kullanıma açılması, Ulu Camii’nin restorasyon süreci, Surların ve Hevsel Bahçeleri’nin Unesco Kültür Mirası listesine girmesi, Surp Giragos Kilisesi’nin akıbeti, işlev değiştirerek kamusal kullanıma açılan eski Diyarbakır evleri, restorasyon sonrası Suriçi’nin canlanması, bin bir emekle restore edilip hayatın içine katılan bazı yapıların olaylar ile tahrip olması, projelendirilme dönemindeki tartışmalar, kentsel tasarım rehberi oluşturulması, Zerzevan Kalesi gibi yeni arkeolojik çalışmalar, kentin yeni gelişen yüksek katlı yapılaşma bölgesi, köyden kente mecburi göç ile değişen şehir profili... Bunlar çok katmanlı bu kente dair mesleki okumalardan ve önceki yayınlarda aktardıklarımın bazısıydı. Mimarizm ekibinden kente dair izlenimlerim istendiğinde Diyarbakır’ın olumlu ve olumsuz sayısız özelliklerini defterime sıraladım. Sadece şehrin kalbinde değil, ilçelerinde çok önemli kültür envanterleri olmasından dolayı üzerinde durulacak onlarca yapı listeledim. Buna mukabil Diyarbakır’ın mimari değerleri dışında; on binlerce yıllık tarihiyle jeopolitik olarak kavşakta olması, çok dinli ve çok dilli geçmişinin kültür mozaiği oluşturması, İslamiyet’in Anadolu’ya ilk giriş noktası olması, nice şair ve yazarları yetiştirmesi üst sıralarda özellikleri olarak sayılabilecekken, bugün layık olduğu yerden bir hayli uzakta olduğu yadsınamazdı. Bir zamanlar konaklardaki asude hayatlara ev sahipliği yapan Suriçi, ben çocukken güvenle kullanılamaz halde idi, aradan geçen onlarca yılda canlanmış ve cazibe merkezi haline gelmişti, bu iyi gelişmeler ardından beklenmedik anda her şeyin sil baştan yapılması gereken durumlar oluştu, böyle bir durumda kent kültüründen söz etmek mümkün değildi. Elbette son yıllarda güzel gelişmeler yaşandı ancak sahip olduğu kıymetlerin az takdir gördüğünü düşündüğüm bu kadim kenti, özetini yapmaya çalıştığım sebeplerden dolayı kısa bir yazıda her yönüyle anlatmak elbette mümkün olmayacak. Bugünkü bölümde yaygın bakış açısından azade medeniyetler beşiği olmasından kaynaklanan değerlerini ve öncelikli olarak tarihini anlatmaya çalışacağım.
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri uçaktan görünüş (Kasım 2021). Fotoğraf: Heval Zeliha Yüksel
Diyarbakır, eski adıyla Amid, herkesin aklında şehri baştan başa kuşatan surları ve esmer/gri bazalt taşı ile yer etmiş olsa da tarihi boyunca Mezopotamya’da çok dinli, çok dilli, çok kültürlü yapısı, kendine has mimarisi ve sanat anlayışı ile pek çok uygarlığa yurt olmuştur (1). Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin orta bölümünde El-Cezire denilen verimli hilalin kalbinde yer almaktadır ve şehir, kurulduğu Amida Höyük noktasından giderek büyüyerek, önemini hiçbir zaman yitirmeden, ekonomik ve sosyal olarak zenginleşen bir kent olmuştur.
Diyarbakır, 1890. Solda Şeyh Mutahhar Camii, resmin ortasında Keldani Kilisesi, sağda Ali Paşa Camii minaresi yer almaktadır. Fotoğraf kaynak: Erkan Akbalık arşivi
Çok dinli, çok kültürlü Suriçi’nde cami ve kiliseler bugün yine bir aradadır. Surp Giragos ve Mar Petrum Kilisesi Çan Kuleleri görülmektedir. Fotoğraf: Nizamettin Kaplan
Şehir, M.Ö. 3000’li yıllardan itibaren önce Subarular, Hurriler, Mitaniler, Abbasiler, Mervaniler, Büyük Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlılar gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır (1). Anadolu ve Mezopotamya’da hüküm sürmüş her uygarlık, Diyarbakır ile temas etmiştir.
Kente egemen olmuş bu büyük uygarlıklardan ve beyliklerden çok sayıda eser günümüze ulaşmıştır. En bilineni 5.5 km uzunluğu, 82 burcu ve dört yöne açılan şehir kapılarıyla dünyada tek olan Diyarbakır Surlarıdır. Kuşbakışı bir kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştan başa kuşatan surlar, gri bazalt taşlarından yapılmıştır, uzunluk bakımından Çin Seddi'nden sonra dünyanın ikinci, yükseklik bakımından yine ilk sırada kabul edilir (2). Karacadağ’dan Dicle’ye kadar geniş bazalt platonun doğu kenarında, Diyarbakır’ın Nil’i kabul edilen Dicle Nehri’nden 100 m kadar yükseklikte yer alan bu koruyucu duvarlar, iç ve dış kale olmak üzere iki kısımdan oluşup, dış kale günümüze ulaşamamıştır.
Kuşbakışı kalkan balığı şeklindeki Surlar ve Hevsel Bahçeleri. Fotoğraf: Merthan Anık
Nasır-ı Hüsrev’in 1046 yılında Amid’e yaptığı ziyarette, “Ben, dünyanın dört bucağında, Arap, Acem, Hind ve Türk memleketlerinde birçok şehirler ve kaleler gördüm, fakat yeryüzünde hiçbir ülkede Amid şehrinin kalesine benzer bir kale ne gördüm, ne de başka bir yerde bunun gibi bir kale gördüm diyeni duydum” (3) şeklinde aktardığı ve devamında ayrıntılarını detaylıca tarif ettiği günümüzde halen kaynak olarak kullanılan bu anlatıdaki surlardan, bugün dışta olanların sadece izleri olup kendileri yoktur, iç surlar ise yapılma kararı verildiği yıllarından beri her gelen medeniyetin izini taşımış olup, sürekli onarım görmüştür. Kadim kent, tüm sırlarını adeta kendisini çepeçevre kuşatan surlarına fısıldamıştır (4). Diyarbakır Surları, sayısız kitabelerinde ve figürlerinde saklamış yazıtlar ve kabartmalar ile dünyanın en büyük Açık Hava Yazıtlar Müzesi olma niteliğine sahiptir.
(Solda) Surların eski resmi. (Sağda) Surların güncel resmi.
İçkale’den Surların görünüşü (2017). Fotoğraf: Heval Zeliha Yüksel
Burçlardaki kitabelere, figürlere ve Sur taş örgüsüne örnek
Surların gelişimini gösteren krokiler
Diyarbakır İç Surları 186 hektarlık alanı çevrelemektedir ve kendi içinde farklı küçük bir şehir olarak kabul edilen bu alan “Suriçi” olarak adlandırılmaktadır. Suriçi’nin kuzeyinde yer alan İçkale’de ilk yerleşim, Amida Höyüğü ile M.Ö. 8000 yılına kadar uzanmaktadır. İçkale, binlerce yıl Diyarbakır’ın yönetim merkezi olmuş, Artuklu Sarayı’na da ev sahipliği yapmıştır.
Suriçi’ndeki Dini Yapılar Listesi, Diyarbakır Camileri, Orhan Cezmi Tuncer, syf. 37.
Suriçi’ndeki Dini Yapılar Listesi, Diyarbakır Kiliseleri, Orhan Cezmi Tuncer, syf. 17.
Çizimlerden de görüleceği gibi; kentin gelişimi esnasında binlerce yıl içerisinde çok sayıda dini yapı yapılmıştır, bu yapıların birbirlerine çok yakın mesafede olması dikkat çekmektedir. Bu durum çok farklı ırk, dil, din ve özellikle farklı mezhebe mensup halkların Suriçi’nde güven içinde yaşamış olması, derinlikli bir kültür envanterine sahip olduğu şeklinde açıklanmaktadır. Etnik, dinî ve mezhebî farklılıklarıyla dikkati çeken bir şehirdir. Sünniler, Aleviler, Ermeniler, Şemsiler, Süryaniler, Yezidiler vb. Diyarbakır’da birlikte yaşamışlardır. Dört Ayaklı Minare, Mimar Sinan dönemi camileri, dünyada önemli kabul edilen kiliseler, 5. Harem-i Şerif olarak Diyarbakır Ulu Cami Suriçi’ndedir.
Diyarbakır Ulu Cami (6), Suriçi’nin önemli yapılarındandır, önce Pagan Tapınağı, sonra Mar Toma Kilisesi olarak kullanılmış olup, 639 yılında Diyarbakır’ın fethiyle beraber Cami-i Kebir olarak adlandırılmış ve cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Anadolu’nun en eski ibadethanelerindendir. İslamiyetin beşinci Mukaddes Mabedi (5. Harem-i Şerifi) olarak kabul edilmektedir. Cami'nin iç avlusuna bakan dört cephesinin, Müslümanlığın dört ayrı mezhebini temsil ettiği kabul edilmektedir. Avlusunda güneş saati bulunmaktadır. 1115 senesinde meydana gelen yangından dolayı büyük zarar gören yapı, geçmişten günümüze birçok kez onarımdan geçmiştir. Ulu Cami restore edildiğinden beri dolup taşmaktadır.
Fotoğraflar: Heval Zeliha Yüksel, 2021
Ulu Cami’nin cephesi eşsiz taş işçiliği ile bezelidir. Fotoğraf: İrfan Uçar
800 yıllık tarihi olduğu düşünülen cephedeki aslan ve boğa kabartmalarının iyilik ve kötülüğü temsil ettiğine inanılıyor. Fotoğraflar: Mine Em
Surp Giragos Kilisesi (5), Ermeni cemaatinin Ortadoğu’daki en büyük kilisesi olarak kabul edilmektedir. Yaklaşık 3000 metrekarelik alana yayılı kilisenin 1610 yıllarında yaptırıldığı sanılmaktadır. Uzun yıllar kullanılmamıştır. Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin restorasyon çalışmaları büyük bir titizlik ve özen ile yürütülmüştü. Açılışı 2013 yılında tüm dünyada çok ses getirmişti. Maalesef 2015 yılında yaşanan çatışmalarda zarar gören yapılar arasında idi. Geçtiğimiz günlerde tekrar ibadete açıldı.
Fotoğraf: Merve Kolakan
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri, kentin bütün dinamiklerinin birlikte çalışması ile 4 Temmuz 2015’de “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı” ismiyle tescillenerek UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmeye hak kazanmıştır (7). Ancak Suriçi’ndeki yerel mimarinin tam anlamıyla korunamamış olması ve plansız olarak çok katlı yapılar yapılması sebebiyle Suriçi bu listede değildir.
Hevsel Bahçeleri'nin 8000 yıldır tarım bölgesi olduğu düşünülmektedir. Keçi Burcundan Hevsel Bahçelerine Bakış (2021). Fotoğraf: Heval Zeliha Yüksel
Diyarbakır Surları ve Suriçi Bölgesi, çarpık ve sağlıksız yapılaşmadan arındırılıp, tarihi dokusunun ön plana çıkarılması ve yaşatılarak korunması amacıyla kentsel dönüşüm kapsamına alınmış, Suriçi’nde 2012 yılında onaylanan Koruma Amaçlı İmar Planı’na bağlı kalınarak pek çok yapı restore edilmişti. Suriçi Kentsel Sit Alanı içerisinde; 155 adet 1. Grup (Anıtsal yapı), 450 adet 2. Grup (Sivil mimarlık örneği yapı) olmak üzere; camileri, kiliseleri, medreseleri, hanları, hamamları, konakları, çeşmeleri, sokakları, havuzları, avluları ile toplamda 605 adet tescilli yapı bulunmaktaydı. Koruma Amaçlı İmar planı hazırlanması, restorasyon çalışmaları, yeniden işlevlendirme ile sivil mimari örnekleri halkın kullanımına açılmıştı. Çok iyi gelişmeler yaşanıyordu. Ancak 2015 yılında yaşanan olaylar ile insanlar evlerinden ayrılmak zorunda kaldı, kayıplar verildi ve esnaf aylarca dükkanlarını açamadı. Suriçi aylarca karanlık günlerine döndü. O süreçte Suriçi’nin altı mahallesinde 605 tescilli eserin 352’si zarar görmüştür. Bunların 84’ü anıtsal ve 268’i sivil mimari yapıdır. Yine bu anıtsal yapılardan Hasırlı Camii, 26 sivil mimari eser tamamen yıkılmıştır. Diğer tarihi tescilli eserlerden Kurşunlu Camii, Keldani Kilisesi, Ermeni Katolik Kilisesi ağır hasarlı olarak tespit edilmiştir. Özdemiroğlu Osman Paşa Türbesi, Arap Şeyh Cami ve çeşme, Kavas-ı Sağir Camii, Şeyh Mutahhar Camii, Ermeni Surp Gragos Kilisesi, Protestan Süryani Kilisesi, Paşa Hamamı, Çardaklı Hamamı orta hasarlı, diğer yapılar ise hasarsız ve az hasarlı olarak tespit edilmiştir. Zarar gören anıtsal tescilli yapılar mülkiyet durumlarına göre restorasyon uygulamaları yapılmaktadır ve kimisi tekrar kullanıma açılmıştır (8).
Surlardan İçkale ve Hz.Süleyman Camii’ne bakış (2017). Fotoğraf: Heval Zeliha Yüksel
İçkale’de bulunan Hz. Süleyman Camisi'nin restorasyonu 2011 yılında tamamlanmıştır. 639’da İslamiyeti kabul eden Diyarbakır’da şehit düşen Halid Bin Velid’in oğlu olan Süleyman, burada 27 sahabeyle birlikte yatmaktadır. Cami'nin önündeki alanı kapsayan İçkale peyzaj düzenlemesi 2017’de tamamlanarak, dünyanın dört bir tarafından gelenlerin ziyaretine açılmıştır.
Hz. Süleyman Camii ve St.George Kilisesini gösteren İç Kale krokisi (6), Kaynak: Diyarbakır Camileri, Orhan Cezmi Tuncer, syf.19
Aynı bölgedeki Saint George Kilisesi, İç Kale'nin kuzeydoğu köşesinde, İç Kale'nin Dicle'ye bakan yüksek kayalıkları üzerinde yer almaktadır. Kilise'nin MS 3. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. Çok tanrılı dinlere ait bir tapınak olduğu varsayılan Saint George Kilisesi’nin, Roma döneminde ateş tapınağı olarak kullanılmış olma ihtimali düşünülmektedir. Artuklular döneminde ise sarayın hamamı olarak kullanılmıştır. Günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilerek sanat galerisi olarak işlevlendirilmiştir.
Fotoğraf: Nizamettin Kaplan
Son yıllarda Bismil ilçesinde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda “Körtik Tepe” höyüğünde, M.Ö. 10.400 yıllarında ilk defa yerleşik hayata burada geçildiği ortaya çıkmıştır (9). Tarımsal üretime dayalı beslenme ekonomisine geçisin en eski örneklerinden birini sunan Ergani ilçesi yakınlarındaki Çayönü Tepesi ise günümüzden 9.000 yıl öncesine dayanan tarihiyle sadece bölge tarihimize değil dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır.
Körtik Tepe, avcı toplayıcılıktan yerleşik köy hayatına geçişe ait ilk yerleşim.
Yakın zamanda basına sıkça konu olan Çınar ilçesi yakınlarındaki Zerzevan Kalesi ve Mithras Tapınağı’nın gün yüzüne çıkarılması yine kentin binlerce yıllık tarihi olduğunu göstermektedir. Roma’nın sınır garnizonu olan Zerzevan Kalesi’nin tarihi Asur Dönemi’ne, MÖ 880’e kadar gitmektedir. MS. 3. yüzyılda Roma Dönemi’nde asıl askeri yerleşim inşa edilmiş, 639 yılında İslam ordularının fethine kadar kesintisiz kullanılmıştır (10).
Zerzevan Kalesi (2021). Fotoğraflar: Heval Zeliha Yüksel
Lice ilçesindeki Bırkleyn Mağaraları'nda 900 metrelik büyüleyici bir tünel mevcuttur. Mağaralarda MÖ. 1100 tarihli I.Tiglat Pilaser’e ait Asur kral kabartmaları ve yazıtları bulunmuştur (1). Büyük İskender'in doğu seferi sırasında ordularının burada konakladığı söylenir.
Eğil ilçesinde Dicle Barajı’nın kıyısında Eğil Kalesi ve Asur Kral Kaya Mezarları bulunmaktadır (9). Kayalar oyularak inşa edilmiştir. Asur Kral kaya mezarlarının doğu tabanında bir tünel, Asur Kralı 3. Salmanasar'a ait kral figürü ve çivi yazılı kitabe bulunmaktadır.
Diyarbakır, ev sahipliğini yaptığı medeniyetlerin mimari özellikleriyle az bulunur kültürel ve tarihi mirası taşımaktadır. Suriçi’nin iki metre genişliği zor bulan taş döşeli dar sokakları (küçeler), surların kendilerini sınırlandırdığı yoğunluğa rağmen aniden boşluklar yaratıp küçük avlular ve avlu içinden sokağa taşan hayatlar sunmaktadır.
Fotoğraflar: Heval Zeliha Yüksel
Zemini ve duvarları yöreye özgü delikli gri bazalt taşlardan örülü eski evler günümüzde kafelere ve sokak arası müzelerine dönüşmüştür. Son yıllarda restore edilip kullanıma geçirilen Esma Ocak Kültür Evi, Dengbej Evi, Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi, Ahmed Arif Müzesi, Cemil Paşa Konağı, Zerzevan Konağı gibi avlulu evlerin eyvanları, serinliği ile misafirleri sokaktan içeri davet etmektedir (11). Üç bin yıllık tarihe sahip kendine özgü karakteristiği olan, iyi birer sivil mimari örneği olan bu evler mevsime uygun olarak şekillendirildikleri için sıcağa rağmen ferahlık hissini hâlâ korumaktadırlar.
Diyarbakır evleri. Fotoğraf: Merve Kolakan
Restore edilip kullanıma açılan eşsiz duvar örgüsüne sahip olduğu görülen Keçi Burcu’nda, yakın zamanda sanatçı Ahmet Güneştekin’in sergi açtı. Fotoğraflar: Heval Zeliha Yüksel
Zerzevan Kalesi Ören yerinde bir bank. Fotoğraf: Heval Zeliha Yüksel
Başım gözüm üstüne (Ser seremin ser çavemin). Diyarbakır insanını anlatan bu sözler Diyarbakırlılar tarafından çok kullanılır, Büyükşehir Belediyesi’nin banklara dahi yazması tesadüf değil. Buraya kadarki kısmında kentin eski çağlardan günümüze kadar sinesinde çok farklı din, dil, ırk, kültür biriktirdiğini, Diyarbakır’ın her bir ilçesinin dahi sayısız kültür envanterine ev sahipliği yaptığını, Diyarbakır’ın Surlar ve gri bazalt taşlı evlerden ibaret olmayıp bir medeniyetler beşiği olduğunu özetlemeye çalıştım. Sonraki yazılarda sivil mimari örneklerinin detaylarını aktarma dileğiyle Diyarbakırlı Cahit Sıtkı Tarancı’nın kardeşine yazdığı mektuptan bir alıntı ile sonlandırıyorum…
“İstanbullu olmak, Diyarbakırlı olmak mesele değildir. İnsanda ince bir zevk olduktan sonra... bir köyde, bir kulübede bile doğmuş olsa her yerde ve her zaman kendini gösterir ve alkışlattırır. Onun için İstanbullu olmaya filan heves etme. Diyarbakırlı olduğunu istersen âleme ilan et...İstanbul çok güzel Nihal... Fakat içinde doğup büyüdüğümüz Diyarbakır daha güzeldir... Oranın topraklarında bize yakınlık var. Oranın taşları bize karşı hissiz değildir. Oranın havası ciğerlerimizi iftiharla şişirecek ne de olsa temiz, öz havamızdır. Oranın suları ancak bizim hararetimizi söndürebilir. O muhit içinde ancak biz varlığımızı gösterebiliriz. Ancak Diyarbakır denen yerde, yaşamanın ulviyetini kavrayabiliriz... Diyarbakır’ı sevmek bir vazife ve hem de ihmal edilmeyecek mukaddes bir vazifedir.” (7)
Cahit Sıtkı Tarancı, Ocak 1931, kardeşine yazdığı mektuptan*
Kaynaklar
1. Bütün Cepheleriyle Diyarbakır, Şevket Beysanoğlu
2. Diyarbakır Surları, Orhan Cezmi Tuncer
3. Nasır-ı Hüsrev, Sefername
4. Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir: DİYARBAKIR, Şeyhmus Diken’in eserinin ismi
5. Diyarbakır Kiliseleri, Orhan Cezmi Tuncer
6. Diyarbakır Camileri, Orhan Cezmi Tuncer
7. yikilan-tarihi-kent-surici-peki-simdi-ne-olacak
8. suricinde-neler-oluyor
9. diyarbakirhafizasi.org
10. zerzevan-kalesi-ve-mithras-tapinagi-uzerine-aytac-coskun-ile-soylesi/
11. diyarbekir-mala-mine
12. Cahit Sıtkı Tarancı, Evime ve Nihal’e Mektuplar, s. 46-47