Ordunun yönetime el koymasıyla Brezilya'dan ayrılıp Avrupa'ya gittiniz. Orada geçirdiğiniz süre üçüncü döneminiz, 80 yaşınızda yaptığınız Latin Amerika Anıtı ise dördüncü döneminiz sayılabilir. Kimilerinin çok başarılı, kimilerininse felaket olarak nitelediği Brasilia'ya dönecek olursak, bu projede farklı olan neydi? Bugün Brasilia'yı nasıl değerlendirirsiniz?
Brasilia'da ben yalnızca mimardım. Farklı seçenekler sunduğu için bu kente her zaman hayranlık beslemişimdir. Ülkedeki herhangi bir kentten daha iyi seçenekler sunan, modern bir kenttir. Ama ben Brasilia'yı hiç kendi işim olarak görmedim. Brasilia, Lucio Costa'nın başarısıdır. Costa, kente farklı bir karakter kazandırmak için otomobille ilişkilenen bir kent tasavvur etti. Büyük bulvarlar açtı. (MŞ: Bu satırlar, bizim topraklar için çok tehlikeli!) Planı etkinlik alanlarına göre böldü. Anıtsal bir karakter yarattı. Yaşam alanlarını; parklar, kulüpler, okullar, ağaçlı yollar ile daha davetkar hale getirdi. Dolayısıyla Brasilia'yı başarılı, işleyen, modern bir kent olarak görüyorum. Brasilialılar ile konuşacak olursanız, kimsenin kentten ayrılmak istemediğini göreceksiniz.
"Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor" kitabının yazarı Marshall Berman'ın Brasilia'ya getirdiği eleştirilere oldukça sert bir yanıtınız olmuş...
Brasilia, Brezilya halkının özlemlerini ve umutlarını simgeliyor. Dolayısıyla bu kentin tasarımına yönelik herhangi bir saldırı, halkın kendisine yönelik bir saldırıdır. Berman, bir yandan modernizmin en üstün dışavurumlarından biri olan bir yapıta saldırırken, diğer yandan modernistmiş gibi yaparak kendi içinin boşluğunu ortaya koyuyor.
Brasilia'da, kendi güzelliğinin ötesine geçen biçimler oluşturmaya çalıştım. Teknik, strüktürel çözümlerin bulunmasından sonra biçim aramak nafile... Eğer bir şey güzelse, orada hayal gücü var demektir. O nedenle de Brasilia'da daha serbest bir mimari arayışına girdim. Üç Erk Meydanı'nda (Praça dos Três Poderes) yere dayanıyormuş gibi incelen kolonlar kullandım (alttaki foto) . Modern mimaride sıkça rastladığımız o soğuk duyguyu yaratmak istemedim. Grasuto'nun resimlerindeki gibi rüyavari, gerçek dışı yanları olsun istedim.
foto: Luciana Mendes Divulgação
İlk işim, daha önce de söylediğim gibi, Pampulha Kilisesi idi. O zamanlar 38 yaşındaydım. Yalnızca kıvrımlardan oluşan, çok farklı bir kilise çizdim. Cephedeki çinileri boyaması için ressam Portinari'yi davet ettim. Bina, 2-3 yıl kabul görmedi. Sonra akılı başında bir rahip geldi de benimsendi.
Başkan Kubitscheck, ofisimi ziyaret edip; "Oscar, Pampulha'yı yaptık. Şimdi de yeni başkenti inşa edelim" dedi. Brasilia macerası böylece başlamış oldu. Şehir her şeyden çok uzaktaydı, zamanla yarışıyorduk. Ama zamanın sınırlı olduğu gerçeği, daha basit bir tasarım yapma yönünde bende herhangi bir baskı oluşturmadı. Örneğin Alvarado Sarayı'nda eğri bir çatı ve o zamana kadar pek görülmeyen kavisli kolonlar kullandım. Bu farklı formlar mimarlığıma çok şey kattı. İlk projemden itibaren hep sanatla bütünleşmeyi amaçladım. Bence güzel sanatlar ve mimarlık iç içe olmalı... Rönesans yapıları, içlerindeki resimler olmadan bu kadar önemli olabilirler miydi? Bir bina tasarlarken, karşımdakini şaşırtıp duygularını harekete geçireceğime kanaat getirmeden tatmin olmam mümkün değil.
Ordu başa geçince Brasilia'yı terk ettim. Bu sayede dünyayla daha yakınlaştım, mühendislik yönümüzün önemine vurgu yapma fırsatım oldu.
Irmakların kıvrımı, dağlar, kadınlar, evren... Etkileşim halinde olduğunuz bu imgelerden birini öne çıkarmanız gerekse hangisini seçerdiniz?
(Susar ve kendi Brezilya'sına bakar; hilal biçiminde kıvrılan kumsala ve kumsal boyunca uzanan insan formlu mimariye)
Kadın. Kadın bütün bunların en önemlisi. Mimarlık benim daimi hobim, fakat sanırım erkek, tıpkı yeryüzündeki diğer hayvanlar gibi üremek için doğar. Bu nedenle de kadın onun temel amacıdır. Kadın, yaşantımın ve mimarimin bir parçası.
(Masanın üzerine iki çizim çıkarır çekmecesinden. Bunlar Niemeyer'in dolmakalem ve suluboya kullanarak çizdiği Brezilyalı kadın figürleridir. Niemeyer'in kıvrımlı mimarisinin esin kaynağı olan Brezilyalı kadın, kum, sörf ve gökyüzü gibi Rio'nun doğal öğesidir.)
Marksist görüşü benimsediğinizi, komünist parti üyeliğinizi, başkanlığınızı ve Castro ile olan dostluğunuzu biliyoruz. Mimarlığın toplumsal bağlam içindeki yeri üzerine neler söylerdiniz? Mimarlığın sosyal rolünden söz ederken otoritenin gücünü yansıtan anıtsal yapılar tasarladınız. Sizce bu bir çelişki değil mi?
Gelir dağılımda eşitlik sağlanmadığı müddetçe, mimarlığın sosyal temelli amacı ve biz mimarların rolü zenginlerin arzularını tatmin etmekten öteye geçemeyecektir. (Özür dilercesine devam eder) Sosyal içerikli çok az proje yaptım ve itiraf etmeliyim ki, ne zaman bir tane gerçekleştirmeye kalksam, çalışan kesimin daha iyi fırsatlar ve daha iyi maaş talepleriyle alay edercesine, demogojik ve ataerkil fikirlerin sembolize ettiği değerlerin tuzağına düşmüş gibi hissediyorum.
Diğer yandan, temanın gerektirdiği durumlarda anıtsallıktan hiç korkmadım. Her şeyden öte, yüzyıllardır mimarlıktan geriye kalan, tekniklerin evrimini temsil eden ve sosyal açıdan -adil olsun ya da olmasın- ilerlememizi sağlayan projeler, anıtsal işlerdir. İnsanoğlunun duyarlılığı güzelin ayırdına varır. Öyle tuhaf ki, güzelin gücü, pek çok adaletsizliği bize unutturur.
1950 yılında şöyle bir not almışım: "Mimarlık, çağın gerektirdiği biçimde, teknik ve sosyal etkilerin ruhunu yansıtmalıdır. Söz konusu güçler dengede değilse, ortaya çıkan çatışma ya içeriğe ya da işin tamamına zarar verir."
Bunu akılda tutarak planların ve çizimlerin doğasını anlayabiliriz. Yalnızca rahatlığı ve inceliği değil, mimar ve toplum arasındaki olumlu işbirliğini yansıtacak, daha gerçekçi bir başarı sunacak bir durumda olmayı çok isterdim.
(O sırada içeriye Niemeyer'e benzeyen bir adam girer. Mr. Jekyll ve Dr. Hyde gibi, Niemeyer'in tıpatıp kopyası olan adam konuşmaya başlar)
"O güzel sever. Kadınlar onu büyüler, doğa onu etkiler. Pek çok ortak yönümüz var. Ne zaman bir projeye başlasam, elimden tutar, büyük bir hazla beklenmedik, kıvrımlı yeni biçimlere götürür beni. Ülkemizin anıları, dağları, güzel bir kadının heyecanlandıran kıvrımları... O şehvet düşkünüdür. Bir kadın yaklaşsa hemen yasaklı şeyleri ima etmeye başlar. Benden daha saftır, -toplumun önyargılarını bilmez- olanaksız şeyler teklif eder. Öte yandan, onu sosyal sorunlara çekmek hiç zor değildir. Burada onun kardeşlik dokusu devreye girer. Biz böyle yaşarız, el ele, daha iyi bir dünyayı düşleyerek..."
Arkadaşlar, dostlar, akrabalar var ama biz en az iki kişiyiz. Çizerken, benimle kavga eden böyle zeki bir yoldaşım var. Çok acaip bir adam. Kumsalı seviyor, denizi ve kadınları da... Basit bir yaşam sürmek istediğini, balık tutmak istediğini söylüyor. Mimarlık hakkında benden çok şey biliyor. Bazen onunla yüksek sesle konuşurum, özellikle de çizim masamda... Yeni binanın ne istediği, nasıl olması gerektiği konusunda bir şekilde uzlaşırız. İşte böyle...