Hasanpaşa Gazhanesi: Yüzyıllık Bir Hikâyeye Sahip Çıkma Öyküsü
Hatice KURTULUŞ* / Maya Arıkanlı ÖZDEMİR**
/ 08 Ocak 2010
Yeniden işlevlendirilmesi İstanbul 2010 kapsamındaki projeleri arasında olan Hasanpaşa Gazhanesi, İstanbul'un önemli endüstri yapıları arasından yer alırken aynı zamanda da kent toprağının sahiplenilmesi açısından önemli dersler içeriyor.
İstanbul ‘un sahip olduğu kültürel miras bir yandan Bizans ve Osmanlı'nın başkenti olmaktan kaynaklı tarihsel yapıları ve anıtsal binaları kapsarken, diğer yandan da Türkiye'nin modernleşme tarihini mekân üzerinden analiz etmeye olanak veren modern yapıları barındırmaktadır. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren İstanbul, bir yandan uluslararası ticarette etkinleşen ara kent konumundan dolayı gereksinim duyduğu modern bir iş merkezinin (Galata-Pera), diğer yandan, Avrupa yakasında Taksim –Şişli, Anadolu yakasında ise Kadıköy –Bostancı akslarında modern konut alanlarının inşasına tanık olmaktadır. Aynı dönemde İstanbul'un geçirdiği idari-yönetsel modernleşme ile bağlantılı olarak kentin modern alt yapısının inşa süreci de başlamaktadır. Bu inşa süreci ile birlikte kenti besleyen ulaşım ağları da hızla gelişmiştir. Hammadde veya bitmiş ürünün taşınması için yeterli ulaşım ağının varlığı nedeniyle kent, özellikle 1850'den sonra Osmanlı İmparatorluğu endüstrisinin merkezi haline gelmiştir. Bu tarihten itibaren yabancı sermaye, işgücü ve teknolojisi ile kurulan fabrikaların sayısı ve türü fark edilir bir biçimde artmıştır. 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarında bulunan endüstri işletmelerinin % 55'inin İstanbul'da yer aldığı bilinmektedir. Kente elektrik ve havagazı sağlayacak modern elektrik santralleri ile gazhanelerin yapımına da bu dönemde başlanmıştır.
1950'li yıllara kadar kentin elektrik ve havagazı ihtiyacını belli ölçüde sağlayan bu santral ve gazhaneler, kentin hızlı büyüme sürecinde yetersiz kalarak işlevlerini yitirmişlerdir. Bu alanlar işlevlerini yitirdikten sonra uzun süre buralara müdahale edilmemiş ve bir anlamda çökmeye terk edilmişlerdir. İşte tam da bu yüzden 19. yüzyılda sayıları 256'yı bulan endüstri yapılarından bugüne sadece 43'ü kalabilmiştir. Günümüze kadar ulaşan gazhane ve elektrik santrali sayısı ise sadece 6'dır. 1950'lerden 1970'lerin sonlarına kadar, masif kırsal göçler alarak büyüyen kentin arazi ihtiyacı hazineye devrolmuş geniş arazi stoku ve düşük yoğunluklu eski konut alanlarının yapsatçılık yoluyla dönüşümü ile karşılanmış ve böylelikle çoğu çöküntü alanı halindeki bu eski santral ve gazhaneler o dönemde kentsel arazi olarak dikkati çekmemiştir. Bu sayede bu alanların bir kısmı günümüze kadar kalabilmiştir.
1980'lerden itibaren değişen ekonomi politikalarıyla birlikte başlayan kentsel dönüşüm sürecinde, kentin merkezi alanlarındaki araziler hızla değer kazanmaya başlamıştır. Bu bölgelerde yer alan ve hemen hepsinin içlerindeki yapı stoku yağmalanmış, harap edilmiş olan İstanbul'un ilk modern endüstri yapılarından olan santral ve gazhaneler, kentsel arazi üretiminin yeni hedefleri haline gelmiştir. Bu hedefler doğrultusunda yeniden işlevlendirilen bu endüstri yapıları için en büyük riskin, hızla yapılan işlevlendirme uygulamaları olduğu aşikârdır. Zira bu uygulamalarda rant kaygısı ön plana çıkmaktadır.
İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın