"Inception", Mimarlara İtibarlarını İade mi Ediyor?
E. Seda KAYIM
/ 10 Ağustos 2010
Yılın en büyük sinema olaylarından biri olarak gösterilen "Inception"un (Başlangıç) vizyona girmesi, "Zenginin malı züğürdün çenesini yorar" misali her kesimin hakkında konuşmasını, incelemeler ve irdelemeler yapmasını beraberinde getirdi. Belki de bu işten en çok mimarlar "karlı" çıktı; nitekim senaryonun ana aksında konumlanan karakterden birinin mimar olması, halihazırda "çok konuşmayı ve çok yazmayı seveler kulübü" tadındaki uluslararası mimarlık camiasında farklı yorumlara yol açtı.
"Fountainhead" Görsel: Archdaily
"Inception"da tasvir edilen mimarın pratiğe yaklaşımı, üretimleri, kimliği/kişiliği ve hatta kılık-kıyafeti ise aklımıza, Hollywood sinemasında mimarların ve uğraşı alanlarının nasıl algılandığı, daha da önemlisi ne şekilde aktarıldığı sorusunu getirdi. Çünkü 1949 senesinin "Fountainhead"inde "acılar ve sıkıntılar içerisindeki dahi" betimlemesi ile doğrudan Frank Lloyd Wright'a referans veren bir mimar portresi çizen Gary Cooper'dan ve 1987 tarihli "Belly of An Architect"te –ne tesadüftür ki yine acılar içinde kıvranan- takıntılı bir mimarı canlandıran Brian Dennehy'den sonra "mimar kişi", "Inception" ile belki de ilk kez bu kadar yüceltildi. Peki Christopher Nolan'ın filmi, mimarlara "hak ettikleri itibar"ı geri mi verdi? Yoksa 21. yüzyıl itibariyle mimarlık üretiminin temel sorunsallaştırmalarından biri haline gelen "dahi", "yarı-tanrı" mimar figürünü bir kez daha mı diriltti? Veya en azından 1990 sonrasında hala masa başında rapido ve T cetveli ile çizim yapan mimar karakterlerden sıtkı sıyrılmış bizler, Ellen Page'in en azından maket ile çalışmasından memnuniyet mi duymalıyız?
"The Lake House" ve "Love Actually" Görsel: Archdaily
Gerçekten de bilgisayar ortamında tasarımın bir tercih olmaktan çoktan çıktığı ve bir zorunluluk, hatta bir anlamda endüstri standardı haline geldiği günümüzde, Hollywood sinemasının mimar figürünü sanatsal faaliyeti ile özdeşleştirmek adına hala çizim masası başında resmetmesi işten bile değil! Söz konusu güncellikten uzak üretim tasvirine verilebilecek örneklerden biri, 2006 yapımı "The Lake House"ta, modernist bir ıssızlığa sahip etkileyici konut içerisinde Sandra Bullock'a karşı oynayan Keanu Reeves'in canlandırdığı Alex Wyler karakterinin çalışma rutini… Elbette 2003 yapımı "Love Actually"de Liam Neeson'ın "portmini ile çizerken karizmasına karizma katan mimar" olarak resmedilmesi de, mimar ile kaleminin neredeyse bir fallik obje korelasyonu içerisinde tahayyül edildiğinden şüphe duymamıza neden olan bir diğer örnek… Günümüzün en popüler Amerikan TV dizilerinden "How I Met Your Mother"da "esas oğlan" Ted Mosbee'nin de bir mimar olduğunu, dizinin dördüncü sezonunda kağıt-kalem ile gökdelen tasarladığını ve yine, sadece bir çizim masası ve T cetveli ile ev-ofis kurmaya çalıştığını da hatırlatalım.
"Firewall" ve "One Fine Day" Görsel: Archdaily
Elbette Hollywood'un çağdaş mimarlık üretim teknolojilerini tümü ile reddettiği düşünülmemeli. Örneğin 2006 tarihli "Firewall" filminde Virginia Madsen, zamanını klavye başında geçiren bir mimar olarak son derece inandırıcı bir görüntü oluşturuyordu. Mimar karakter klişeleri dahilinde pek sevilirmiş gibi gözüken bir diğer mesleki öge olarak "maket" de, kuşkusuz hiç de çaptan düşmemiş bir tasarım yöntem ve aracı olarak Amerikan sinemasında mimar imajının ayaklarını bir nebze olsun yere bastırıyor. Belki de bu yüzden "One Fine Day"da Michelle Pfeiffer'ı, "The Cable Guy"da Matthew Broderick'i ve "Click"te Adam Sandler'ı maket taşırken, maket yaparken ve maket parçalarken görmemiz, bahsi geçen inandırıcılık ve ikna edicilik düzeyine görece katkıda bulunuyor. Hatta maketlerin düşük tasarımsal niteliklerinin dahi bu gerçekçiliğe olumlu anlamda yansıdığı söylenebilir.
"Cable Guy" ve "Click" Görsel: Archdaily
Peki, tüm bu mimar klişelerinin ortasında "Inception"ın merkez karakterlerinden mimarlık öğrencisi Ariadne nereye oturuyor? Öncelikle belirtmek gerekli ki Nolan'ın filmindeki mimar, filmin kendisine atfı ile "zihnin mimarı" olarak karşımıza çıkıyor. Bu da şu demek: Ariadne, yalnızca ve doğrudan disiplinin hem en temel aracı hem de en temel sorunsalı olan temsiliyetleri üretiyor. Hatta böylesi bir üretimi, "en saf hali ile yaratım" olarak adlandırılıyor. Öte yandan zihninde canlanan mekanlar, belki de tam olarak da yalnızca birer temsiliyet olduğu için, toplumsal ve kişisel hafızasının kolektif birer ürünü haline geliyor. Bu yüzden "Inception"ın kentselliği de, yapıları da iç mekanları da bir yandan yabancı ama diğer yandan da hep tanıdık gözüküyor.
Ama filmin Leonardo DiCaprio tarafından canlandırılan ana karakteri Dom Cobb'un "Asla mekanları, hafızandan yola çıkarak yaratma" deyişi, yukarıda sıralanan çıkarımlar ile örtüşmüyor. Los Angeles Times mimarlık eleştirmeni Christopher Hawthorne, "Inception"ı tam olarak da bu bağlamda irdeliyor:
"Christopher Nolan'ın hiper-karmaşık psikolojik gerilimi, yalnızca mimarlığı merkezi bir tema haline getirmek ile kalmıyor; tüm hikaye mimarların, başka insanların rüyaları içerisinde binalar, mahalleler ve şehirler tasarlayabilme kabiliyetlerine bağlı olarak gelişiyor. (…) Cobb, işe aldığı genç mimar Ariadne'ye "Her zaman yeni mekanlar hayal et" dediğinde, icat edilmiş dünyalara merakla bakmamız için bize sebep sunuyor. (…) Aynı sahne içerisinde Ariadne'nin gergin bilinçaltı –Baron Haussmann'ın geniş bulvarları birdenbire lastikleşmişçesine- Paris'in bir kısmının çılgınca kendi üzerine katlanmasına neden oluyor. Ancak bu noktadan itibaren mimari setler giderek tanıdık hale gelmeye başlıyor."
Hawthorne, filmin katmanlar halinde üst üste gelen bilinçaltı mekanlarının tamamını, Los Angeles merkezini, bir minibüsün içini, otel odası ve otel koridorunu, asansör ve asansör boşluğunu ve görece brutalist dağ eteği kompleksini birer "mimari klişe" olarak nitelendiriyor. Ve son noktayı şöylece koyuyor: "Bunlar mimardan değil, Hollywood'un kolektif hafızasından sıkılarak çıkarılmış klişeler… "
Peki bu durumda "Inception"ın mimarı da bir klişe olarak nitelendirilebilir mi? Adriane karakterinin –"yarattığı" mekanların bilinirliğinden öte- yarı-tanrı kompleksine eğilimi ve disiplini bir sanat performansı olarak algılamaya göz kırpışı açısından bir "klişe" olarak nitelendirilebileceği söylenebilir. Böylesi bir mimar tasvirini, yolda giderken üstüne çocuk maması dökülen ve toplantıya girmeden maketini düşürüp kıran Michelle Pfeiffer'a tercih edenler ise, belki de söz konusu olanın bir "klişe" değil capcanlı bir kavrayış gerçeği olduğunu hatırlatacaklardır.
İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın