İstanbul'u 'Dönüşüm'den Uyandırmak

Yasemin ŞENER / 10 Aralık 2012

Kentlerin kaçınılmaz evriminin bir parçası olan dönüşüm, kentlerin asıl sahiplerine, yani kentlilere sırtını dönebilir mi? Peki, nasıl olur da o kentli, toplumsal kanallardan tamamen uzakta cereyan eden bu dönüşüm alışverişine derin bir sessizlikle tepkisiz kalabilir?

Emre Arolat'ın Tasarım Bienali kapsamında küratörlüğünü yaptığı Musibet sergisi İstanbul'da son yıllarda ivmelenen baş döndürücü yıkım/yeniden yapım çılgınlığı karşısında toplumun uykusunu biraz olsun dağıtabilmeyi, kentin üstü örtülen problemlerini görünür hale getirmeyi ve dönüşümle ilgili yeni sorular sormayı hedefliyor.


  Emre Arolat, Musibet sergisi basın ön izlemesinde açış konuşmasını yaparken

Yenilenme ve dönüşüm insanoğlunun varoluşsal arayışlarından biri. Bilim ve teknolojideki kesintisiz gelişimle birlikte oluşan yeni sosyo-ekonomik koşullar, yaşam biçimleri ve ihtiyaçlar, yapısal çevre ve kent dokusunun da sürekli devinimini ve dönüşümünü kaçınılmaz kılıyor. Kentin dönüşümü kendiliğinden bir süreç olarak gelişebileceği gibi, belirli bir plan ve program dahilindeki müdahaleleri de içerebiliyor. 

Hangi yöntemle gerçekleşirse gerçekleşsin, dönüşümün en önemli itici gücünün kentin gerçek sahipleri olan kentliler olması, yapısal çevrenin içinde yaşayanları ve mevcut kullanıcılarını koruyarak koşulları iyileştirmeyi hedef alması, kentin ortak kültürel ve doğal miraslarının geleceğini garanti altına alan bir yaklaşım sergilemesi gerektiği hepimizin malumu. Fakat ne yazık ki İstanbul'un son yıllarda büyük ivme kazanan, geçtiğimiz ay içinde de hükümet tarafından yasalaştırılarak meşrulaştırılan kentsel dönüşümü bu gerekliliklerden hayli uzak bir biçimde, kentliyi ve kentin ortak değerlerini hiçe sayan, ranta dayalı bir yaklaşımla, adeta ideolojik bir histeriyle gerçekleştiriliyor.



Dönüşüm ve yenileme adı altında geliştirilen projeler çeşitli semtleri tarihlerinden ve yaşayanlarından koparıyor, bir tür soylulaştırma politikasına kurban ediliyor. Kentin mimari hafızası hızla kentlilerin zihinlerinden silinirken, bir tür oldu-bitti ile kentlinin fikri sorulmadan uygulaması yapılan şehirleşme projeleri uğruna daha çok yeşil alan ve daha çok kamusal alan feda ediliyor. Kentli, İstanbul'un kuzey bölgesindeki ormanlara ve su havzalarına büyük ölçüde zarar vereceği bilimsel bir gerçek olarak apaçık ortada olan 3. Boğaziçi Köprüsü'nün ihale edilmesini henüz hazmedememişken, Taksim Meydanı gibi değerli bir kamusal alan yine nereden geldiği belli olmayan garip bir projenin uygulanması için paldır küldür yerle bir ediliyor...

Çamlıca Tepesi gibi İstanbul'un sosyo-kültürel yaşamındaki bir diğer önemli alan birden bire cami projesiyle gündeme geliyor; kentin siluetini değiştirecek böylesi bir proje için formalite icabı düzenlenen ‘tuhaf' bir yarışmanın sonucunda Sultanahmet Camisi'nin replikası uygun görülüyor. Tüm bu kararların alınmasında ve uygulanmasında kendi iktidar dönemine dair ideolojik izler bırakma hırsıyla gözleri adeta kör olan yönetim erki, ne kentin gerçek sahibi olan halkın, ne ülkenin önde giden mimarlarının, ne akademisyenlerin, ne sivil toplum örgütlerinin, ne de meslek kuruluşlarının fikrini sorma ihtiyacını kesinlikle hissetmiyor...

Bu baş döndürücü yıkım/yeniden yapım çılgınlığı herkesin gözleri önünde yangından mal kaçırırcasına müthiş bir hızla cereyan ederken, İstanbulluların buna neredeyse tepkisiz kalması, bu temaşanın belki de en çok şaşırılacak olan tarafı...


Sonraki sayfada:
Musibet'lere sessiz kalmak
>>>>>


İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :