Belgesel fotoğraf alanında ciddi bir üretime imza atan Serkan Taycan ile, Elipsis Gallery'de gösterimde olan son sergisi Kabuk 'un metaforik açılımları üzerine konuştuk.
Taycan, Memleket ile başlayan sergi üçlemesinin ikinci parçasını oluşturan Kabuk'ta, katastrofik bir yapım-yıkım-yeniden yapım döngüsüyle şekillenen megapollere, İstanbul eksenli sanatsal bir bakış getirirken, bir yandan da içinde bulunduğumuz dönemi belgeleyen kaynaklar yaratmanın peşinde olduğunu vurguluyor.
Çoğumuzun sadece gazete ilanlarından 'tanıdığı' İstanbul'un çeperindeki kentsel dokuya ait ilk 'gezi rehberi'ni de sergiyle birlikte ziyaretçilerin hizmetine sunan sanatçının, disiplinleri harmanlayan son çalışmasına dair daha pek çok ayrıntı bu söyleşide...
"Memleket'te taşradaki değişimi izleyip, Kabuk'ta kent okumalarına geçtim"
‘Kabuk' adlı son serginizde, İstanbul'un pek bilinmeyen bir parçasını ya da en azından emlak projelerinden kısmi olarak gördüğümüz yüzünü izleyiciyle buluşturuyorsunuz. Bir üçlemenin ikinci bölümü olan ‘Kabuk'un öncesi ve sonrası hakkında bilgi alabilir miyiz?
Üçlemenin ilk parçasını oluşturan ‘Memleket' (Homeland) sergisinde kaldığım noktadan, şimdi periferiye bakıyorum, ardından kent meydanlarına yöneleceğim. Dürüstçe konuşmak gerekirse, üçleme fikri, ilk sergiyi yaptıktan sonra gelişti. ‘Memleket', 15 senelik İstanbul hayatından sonra yeniden taşraya bakma isteğimle paralel gelişen bir hafıza tazeleme projesi ve bir jenerasyon hikayesiydi. Ben 1980 kuşağının bir üyesiyim. Bu tarihler, Türkiye'de en çok sosyal ve ekonomik gelişiminin yaşandığı döneme denk geliyor. Dolayısıyla ‘Memleket', o tarihten itibaren taşrada nasıl bir gelişim olduğuna dair bir izlekti. 2010 yılında bu çalışmayı tamamladıktan sonra kent okumalarına başladım.
Malum, bu süreçte İstanbul'da pek çok başlık altında toparlanabilecek tartışma konuları gündeme oturdu. Üçüncü köprü, kentsel dönüşüm, kuzey ormanlarıyla ilgili projeler, kent nüfusunun (80'lerden itibaren yavaşlamakla beraber) artmaya devam etmesi ve en nihayetinde bu artış paralelinde yeni kentsel mekan arayışı sürecinde oluşan konutlaşma hikayesi son derece ilgimi çekiyordu. Sonuçta ben bir kent plancısı değilim, bu işi bir görsel disiplin olarak algılıyorum.
Yine de kısa bir dönem şehir planlama eğitimi aldığınızı biliyoruz. Ne kadar okudunuz planlamada?
Bir sene okudum ama Yıldız, mimarlarla ve plancılarla yakın temasta olduğumuz bir yerleşke ve bu konular da hep ilgi alanım içerisindeydi. Zaten inşaat mühendisliğinin de kentle, sosyolojiyle ilişkili kısımlarını severdim.
‘Memleket'in ardından yaptığım kent okumaları sırasında periferiye ziyaretlerde bulunmaya başladım. Sanatsal pratiğim genelde böyle şekilleniyor; bir şeyi merak etmek, o alanlara seyahatlerde bulunmak, oradan toparladığım malzemeyi sindirmek, ardından bir şeye karar verip onun üzerine gitmek. O döneme ait tartışma konularını kendi sanatsal pratiğim içerisinde harmanlayıp, ‘zamanın ruhu' (zeitgeist) ile alakalı durumu işlerimde kullanıyorum. Örneğin, ‘Memleket' sergisi sırasında Avrupa Birliği süreci gündemdeydi.
İşlerimi, sanatsal bağlamda dokümanter bir çerçeveyle sınırlandırıyorum. Bu üçlemenin sonunda da o dönemselliğin olmasını çok istiyorum. Daha basit bir tabirle, 2030'larda 2040'larda birisi bu üçlemeyi eline aldığında, bir döneme ait değerli bir görsele ulaşsın. Sübjektiviteyi içeren ama belli bir döneme ait özgün bir saptama olsun. Nasıl ki 40'ları, 50'leri, 60'ları Ara Güler'in fotoğraflarından algılayabiliyorsak, 2010'lara ait (ki bu dönem, çeşitli nedenlerle Türkiye'nin önemli bir tarihi kırılımına işaret ediyor) kayda değer bir görsel malzeme sağlasın. Görsel üreten bir sanatçı olarak da bunu severek yapıyorum.
'Sanatsal bağlamda dokümanter' çalışmalar ürettiğinizi söylediniz. Bu anlamda beslendiğiniz kaynaklar, belgeler neler oluyor?
Aldığım mühendislik formasyonunun çalışma biçimime önemli etkisi oluyor. Özellikle ‘Kabuk' projesinde o yönüm çok ortaya çıktı. Ama asıl kaynaklarım sinema ve edebiyattır.
Bu sergiyi hazırlarken neleri okudunuz?
Aklıma ilk 1984 geliyor. Jean-François Pérouse'un konu hakkındaki metinleri de çok faydalı oldu.
Peki bu sergiyi gezen hangi filmi izlesin?
Mad Max (gülüyor). Tabi bunu espri olarak söyledim. ‘Ekümenopolis' vizyona girdiğinde, sergiyi hazırlama sürecinin ortasındaydım ve çok besleyici gelmişti. Buna kısmen, David Harvey okumaları eşlik etti.