"Yaşadığımız çevreye bu kadar büyük müdahalelerde bulunmaya hakkımız var mı?"
Boğaziçi köprüsünün ve boğaza nazır semtlerin kopyasını içeren gayrimenkul projesine de yer veriyorsunuz sergi için seçtiğiniz 10 fotoğraf arasında…
Disneyland'laşan, tarihsel referansların birbirinin içerisine karıştığı, tam anlamıyla postmodern bir proje ama aslında diğerlerinden farklı değil. Burada asıl ilgimi çeken, insanların sosyal sınıflara göre ayrıştığı, birbirinden ayrıldığı, kamusal alanın çöküntüye uğradığı durum.

Üçlemenin her bir parçasının birbirine eklemlenen bir kurgusu olduğundan bahsettiniz. Kabuk'un üçüncü sergiye eklemlendiği nokta neresi?
Seriyi gelip bağladığım nokta, Karadeniz kıyılarındaki eski kömür ve taş ocaklarına ait iki fotoğraf. Karadeniz kıyısında yapılacak yeni kent ve Terkos civarındaki havaalanı projeleriyle gündeme gelen, "ay yüzeyi gibi" diye bahsi geçen alan işte bu alan. Santral İstanbul'a kömür götüren dekovil hattının son noktası olan Ağaçlı köyü ...

Bu fotoğrafların serinin içerisinde yer almasını sağlayan şey ise, kentin bütün bu yapım ve yıkım evrelerinin son durağı olan hafriyat depoları. Sonuçta bunlar gözümüzün önünde olmayan, pek bilmediğimiz alanlar ama eğer o sarı damperli kamyonların nereye gittiğini merak ediyorsanız, işte buraya gidiyorlar.
Metaforik olarak anlamlı olan durum ise, her bir kamyonun İstanbul'un farklı yerlerinden malzeme taşıyor olması. Dolayısıyla, İstanbul burada tekrar geri oluşuyor. İstanbul'un yapılaşması için malzeme sağlayan taş ocaklarındaki oyuklar, yapıların yenilenmesi sürecinde ortaya çıkan molozlarla doldurularak, üzerine yeni İstanbul inşa ediliyor. Sonuçta ortaya üç katmanlı bir kent çıkıyor.
Buradaki her bir renk hattı İstanbul'un farklı bir noktasına ve farklı bir dokusuna tekabül ediyor. İstanbul mekanının bir şekilde birbirine karıştığı, bir yandan da zamanın tekrar üstüne üretildiği bir durum söz konusu… Bu beton belki 1900'lerin başında Şişli'deki bir apartmanın malzemesiyken, bugün, yandaki fotoğrafta gözüken projenin hafriyatında kullanılabiliyor. Sonuçta, hem zamanın hem mekanın birbirine karıştığı bir çeşit katastrofik döngü çıkıyor ortaya.
Serginin geneline baktığımızda, aykırı bir üyeyle karşılaşıyoruz zira insan figürünün yer aldığı tek kare bu…
O fotoğrafı, hem boyutu algılatabilmek hem de bütün bu inşa sürecindeki emeğe vurgu yapmak için kullandım. Kent artık o kadar büyüdü ve yaşamı zorlaştıran bir ölçeğe ulaştı ki, sergideki işlere bir şekilde insan boyutunu katarak bir karşıtlık yaratmayı amaçladım. Geriye dönüp baktığımda, serginin ardındaki temel sorunun şu; "Yaşadığımız çevreye bu kadar büyük müdahalelerde bulunmaya hakkımız var mı?"