Trakya Cam tarafından Yapı-Endüstri Merkezi (YEM)'de ikincisi gerçekleştirilen "Camdan Yansımalar" etkinliği sonrasında, konuşmacılar Ali Osman Öztürk, Boran Ekinci ve Yeşim Hatırlı ile bir araya gelerek, cam ekseninde mimarlığa dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Tasarımlarında neden camı tercih ettikleri, cam seçiminde dikkat ettikleri unsurlar, cam kullanımının mekansal algıda yarattığı farklılık, teknolojik gelişmelerin uygulama alanına nasıl yansıdığı, tasarım ve uygulamada karşılaştıkları zorluklar, malzemenin iyileştirilmesi gereken özellikleri gibi çok sayıda soruya yanıt veren mimarlar, eski kırılganlığını üzerinden atıp, 'taşıyıcı eleman' sınıfında kendine sağlam bir yer edinen camı, mesleki deneyimleri çerçevesinde yorumladılar.
* * *
19. yüzyıl başlarında inşa edilen Crystal Palace'ı mimaride "cam devrimi"ni başlatan ikonik bir yapı olarak kabul edersek, sizce Türkiye'de bu devrimin başlangıcı olarak gösterilebilecek yapı hangisi?
Yeşim Hatırlı: Güzel bir soru, ancak üstünde düşünmek gerek. Simge bir yapı olsaydı hemen söyleyebilirdik, düşündüğümüze göre o kadar öne çıkan bir yapı yok sanırım.
Boran Ekinci: Modern mimarlık zamanında bu stildeki yapıların ilki olarak Philip Johnson'ın yansıtıcı camlarla kaplı yapısı (Seagram'dan bahsediyor) ya da Jean Nouvel 'in Arap Kültür Merkezi gibi örnekler sayılabilir. Ama Türkiye'de böyle bir yapı aklıma gelmiyor.
Mimari tasarımlarınızda, günışığı kullanımı gibi temel faktörlerin dışında cam malzemeyi tercih etmenizin başlıca nedenleri nedir? Ve buna ek olarak uygun cam seçiminde bulunmak için dikkate alınması gereken en kritik noktalar sizce hangileri?
BE: Tercih etme nedenlerini sıralamak için o malzemenin özelliklerine bakmak lazım. Cam mesela, sert bir malzeme, kırılgan olabilen, olmayabilen, farklı saydamlık derecelerinde kullanılabilen bir malzeme. Camın bu özelliklerini, parçalanmış camı ve camın değişik renklerini bir arada kullanabilirim, güneşle olan ilişkisini, eskimeme özelliğini kullanabilirim. Camdan misketleri torbaya doldurup bina cephesi bile yapabilirim. Bir de bu özelliklere yenileri de ekleniyor. İçine fotovoltaik ekler koyup elektrik elde ediyorsun ya da televizyon gibi binanın cephesinde reklam amaçlı kullanabiliyorsun. Sanat söz konusu olduğunda ise kullanım açısından çok daha fazla alternatif var.
Ali Osman Öztürk: Görsellikte sürekliliği sağlamak ve açıklık hissini yaratmak diyebilirim.
"Mekân içerisinde iyi hissetmenin bir yolu aslında şeffaflık"
YH: Çok öz ve net olarak dış mekanla ilişki kurmaya çalışıyoruz. Dışarıda olmak güzel bir duygu, iç mekanlarda da o hissi yakalamaya çalışıyor ve bu nedenle camı kullanıyoruz. Mekân içerisinde iyi hissetmenin bir yolu aslında şeffaflık.
"Mimarlarda camın saydam olması gibi bir eğilim var"
BE: Bazen özel durumlar olabiliyor, bu da malzeme seçimini etkiliyor. Vitray kullanımı, görüntü geçirimini engellemesi için koyu renkte cam kullanımı ya da taşıyıcıların camla kaplanması gibi durumlar söz konusu olabiliyor. Ama genellikle mimarlarda camın saydam olması gibi bir eğilim var. Bina ekonomisi açısından, uygun iklimsel ortamları oluşturmak için de bu kez saydam camın bu değerleri sağlamada sorunları oluyor. Ama bunun için de firmalar (ülkemizde Trakya Cam, Şişe Cam) çalışıp bize yeni ürünler sağlıyorlar.
YH: İşlev çok önemli. Malzemeden ne bekliyorsunuz, ne tasarlıyorsunuz, ne hayal ediyorsunuz? Konutsa ve açıklıklar büyükse saydam cam tercih ediyorsunuz. Ama örneğin Ege Plaza gibi ofis projelerinde bütçe ya da farklı sebeplerle güneş kırıcı kullanamadığınız zaman camdan beklentiler; saydam olması, içeriden dışarıyı aynı renkte görmemizi sağlaması, batı cephesinde ısı geçirmemesi ama ışığı geçirmesi yönünde oluyor. Bunların hepsi bir arada olsun istiyorsunuz. Camın seçimi tasarım girdisi, fonksiyon ve kullanım amacıyla ilgili her yapıda da başka bir beklenti oluşabiliyor.
Yani aslında yapının işlevini sağlıklı bir şekilde yerine getirmesi ile ilgili diyebilir miyiz?
YH: Yapının işleviyle, biçimiyle bazen de estetik kaygılarla ilgili…
BE: Bazen de sadece sıkılıyorsunuz ve yeni bir şey denemek istiyorsunuz.
"İklimin ve çevrenin cam seçiminde etkisi çok fazla"
AOÖ: İklimsel, çevresel etkenlerin çok büyük bir rolü oluyor. Örneğin biz Diyarbakır'da bir alışveriş merkezi projesi gerçekleştirmiştik. Orada daha sıcak bir iklim söz konusu ve her zaman güneş kırıcı koyamıyorsun ya da camı gölgeleyemiyorsun. Yeşim'lerin projesinde de güneş kırıcıların kullanılması tasarımı bozan bir durum olurdu. Böyle durumlarda o performansı cam göstermek zorunda. Daha da ekvatora doğru gidildiğinde, Arabistan yarımadasında örneğin, reflektif özelliği çok yüksek olan camlar tercih ediliyor.
Aslında mimarlarda, yalnızca Türkiye'de değil, genel olarak bir saydam cam kullanma eğilimi var. Bilgi artık çok çabuk paylaşılıyor ve bu paylaşım ortamı da insanları etkiliyor. Kuzey Avrupa ülkeleri ekvatordan daha uzakta yer alıyor. Öyle olunca güneş ışınları daha yatay geliyor ve miktarı da azalıyor. Mimarlar da günışığından daha fazla yararlanmak için cam seçiminde daha da şeffaflaşmaya çalışıyorlar. Çünkü aydınlatmalarla ilgili standartlar da var. Az enerjiyle, gün ışığı kullanımından olabildiğince yararlanılarak aydınlatmanın yapılmasını istiyorlar. Bu sebeple camın boyutu büyüyor ve rengi de açılıyor. Dolayısıyla iklimin ve çevrenin cam seçiminde etkisi çok fazla.
"Ortaya çok şık bir şey çıkınca herkes birbirinden etkileniyor"
Söyleşiye başlamadan önceki sohbetimiz sırasında, "Kuzey Avrupa'da çevresel etkenler nedeniyle camda şeffaflaşmaya gidiliyor ve buradaki tasarım anlayışı ve örnekler günümüzdeki hızlı bilgi paylaşımı sayesinde başka bölgelerdeki mimari tasarımları da etkiliyor" demiştiniz. Ancak bulunduğu çevrenin iklim koşulları düşünülmeden yapılacak tasarımların sağlıklı olamayacağına da değinmek istiyorsunuz anladığım kadarıyla?
AOÖ: "Gerçekçi olmaz, zorlama olur" demek istiyorum. Kuzeydeki bir mimar o tasarımı çok doğal bir şekilde yapmış oluyor. Ama ortaya çok şık bir şey çıkınca herkes birbirinden etkileniyor. Mimarlar bunu çoğu zaman konuşmak istemez, reddederler ama etkilenme diye bir şey var.
YH: Hiç etkilenmemek diye bir şey mümkün değil.
AOÖ: Beğendirmek ve beğenilmek diye bir şey var mimaride. Yapının başarısında kullanıcılar tarafından benimsenmesi ve beğenilmesi çok önemli bir ölçüt. Biz heykeltıraş ya da ressam gibi bir durumda değiliz, başkasının parasıyla eserimizi yaratıyoruz. Bu yüzden eserimizin kabullenilmesi çok önemli. Beğenilme duygusu, sanatçı için olduğu kadar, mimar için de gerekli.
BE: Artık Kuzey Avrupa baskınlığı çok kalmadı, Çin'de ya da Güney Afrika'da da çok iyi şeyler yapılabiliyor.
YH: Aslında artık her coğrafyadan çok iyi işler çıkabiliyor.
AOÖ: Tabi, artık bu geçişler daha yumuşak oluyor.
"Kadın işin içinden çıkınca kent kötüleşiyor"
BE: Avrupa'nın genel yapı kültürü yüksek olduğundan, Avrupa'da sayıca daha fazla örnek var. Tasarımın daha fazla değer bulduğu, belli standartların genele yaygın olduğu, yeni görüşlerin daha rahat kabul edildiği tüm medeni ülkelerde bunun böyle olduğunu söylenebilir. Maalesef biz yapı kültürü konusunda kötü durumdayız, belki Araplardan biraz daha iyiyiz.
YH: Bizde genel anlamda bir estetik beğeni düzeyi düşüklüğü var.
BE: Aslında bence Müslüman ülkelerin çoğunda öyle çünkü kadın işin içinden çıkınca kent kötüleşiyor.
YH: Özellikle mimarlık konusunda o kadar eğitimsiz ve bilinçsiziz ki toplum olarak… Bizim çok eleştirdiğimiz, mimarlık ortamında kabul görmeyen pasta binalar, giydirme, süsleme cepheler halk tarafından beğeniliyor. Ankara'daki o çağdışı, akılalmaz kent kapılarını da beğenenler var. Biz bu coğrafyada iyi bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, genel beğeni düzeyini ve eğitim seviyesini yükseltmediğimiz sürece de işimiz çok zor. Ne kadar iyi iş üretebildiğin, işverenin vizyonuyla sınırlı bir durum aslında.
BE: Bir de üniversitelerde proje yürütücülüğü yapıyoruz. Projelerde öğrenciler yandaki binadan 3 metre çekiyor, her yer gölge içinde, manzara yok, hava yok. Çünkü apartmanda büyümüş, proje öyle yapılır zannediyor. Bir dönem İran'dan öğrenciler de vardı stüdyoda, hemen dikenli tel çiziyorlardı yapının etrafına.
AOÖ: Yıllar önce Yemen'e gitmiştim, "sizi kentin çok güzel bir yerleşim bölgesine götürüceğiz" dediler, gittik. Hiçbir şey göremiyorsun, her yer duvarla çevrili. Türklerin çoğunun aklına gelmez mesela projede bahçe duvarı...
BE: Bu elbette bir de güvenlik konusu ama son on yılda yapılan projelerin %98'inin etrafında duvar var artık Türkiye'de de.
YH: Sen kapalı sistem rezidanslardan bahsediyorsun galiba...
BE: Neredeyse her proje öyle. Alışveriş merkezinin kapısı var zaten kalan kısmı duvar, onu demiyorum elbette. Bu yaklaşım başka ülkelerden insanlara komik geliyordur mesela, ama şu an Türkiye'nin gerçeği bu. Beğenilme konusuna dönecek olursak da, elbette profesyonel anlamda beğenilmek çok güzel bir şey, annenin "eline sağlık oğlum, çok güzel olmuş" demesi çok bir şey ifade etmiyor.
AOÖ: Bu bir hedef değil tabi ama motivasyon açısından önemli. En güzeli de meslektaşının iyi olduğunu söylemesi. Bunu duymak için yapmıyorsun tabi ama birçok nedenden birisi de bu. İstemdışı bir içgüdü diyebiliriz.
Hem iç algı hem de dış kütlesel kurgu açısından farklı işlevleri olan yapılarda cam kullanımının mekansal algıda yarattığı farklı etkiler nelerdir?
YH: Camın kullanılma biçimiyle ilgili sanırım. Çok matematiksel bir yanıtı yok.
"Isı yönetmeliğiyle birlikte küçücük pencerelerin olduğu bir dönem yaşıyoruz"
Peki sizce bir konutun camla kaplanması ile bir ofisin camla kaplanmasının üzerimizdeki etkileri nasıl farklılaşıyor?
YH: O da kullanıcı alışkanlıklarıyla değişebilen bir şey aslında. Yirmi yıl önce ODTÜ'nün arka çıkışında 100. Yıl Mahallesi'nde tasarladığımız bir konut projemiz vardı. Fransız balkonlu bir cam uygulamasını kabul ettirebilmek için çok uğraşmıştık çünkü o zamanlar öyle bir alışkanlık ve talep yoktu. Aslında modernist dönemde bunu uygulamış olan çok yapı var ama sonra o anlayışı terk etmişiz. Isı yönetmeliğiyle birlikte küçücük pencerelerin olduğu bir dönem yaşıyoruz sonra postmodernizm geliyor, modernist bellek unutuluyor ve Türkiye yapı kültürü anlamında kötü bir dönem geçiriyor.
Kullanıcı alışkanlıkları deneyimledikçe gelişiyor. Bu aslında bir arz ve talep işi. Oturduğunda gökyüzünü, ağacı görmeyi deneyimleyen kişi artık parapet değil, yere kadar cam istemeye başlıyor. Yani bir kere yapmak, onu kabul ettirmek ve onun deneyimlenmesi o işi yapılabilir kılıyor. Dolayısıyla kullanıcı alışkanlıkları; kültürün yanında, mimar olarak sizin bunu ne kadar yönlendirebildiğinizle de çok ilgili.
AOÖ: Bu aralar Feng Shui ile ilgili bir kitap okuyorum. Mesela Feng Shui, böyle büyük açıklıklara yere kadar camlara izin vermiyor. Camın önünde parapet olsun yoksa enerji akıp gider diyor. Eğer aldığınız evde böyle bir durum varsa, önüne bitki ve sehpa gibi bu etkiyi kesecek şeyler koyun diyor. Çok ilginç, bu şimdi benim kafama takıldı. Camla ilgili kısımlar da var. Örneğin evin giriş kapısı karşısına bir ayna denk getirmeyin, varsa kaldırın çünkü enerji oradan yansıyarak dışarı çıkacak diyor. Kendi içinde çelişkileri de var. Mekansal kurguda çok emin olamadım. Ama bunu biraz daha araştırmaya karar verdim.
Farklı uygulamalar, yeni teknolojilerin önünü açıyor...
Cam malzeme teknolojisinin gelişmesi ve cam kullanımının yaygınlaşmasının son dönem mimari tasarımların evrilmesindeki rolü hakkında ne söylenebilir?
YH: Cam önceleri, pencere ve kapı gibi küçük ölçekli birimlerde kullanılıyordu. Sanayi devriminden ve çeliğin kullanımından sonra, yapı teknolojileri geliştikçe, büyük açıklıkların geçilmesi olanaklı hale geldikçe ve camın kendi teknolojik gelişimi ilerledikçe camın kullanımıyla ilgili alternatifler de çoğaldı. Camı çok farklı biçimlerde şekillendirebiliyor, çelikle güçlendirilmiş doğramalarla çok geniş açıklıkları geçebiliyor ya da camı doğrudan strüktüre dahil edebiliyorsunuz. Sınırsız sayıda farklı uygulama gerçekleştirebiliyorsunuz.
BE: Çok farklı şeyleri gerçekleştirmek istediğiniz için de teknoloji gelişmeye devam ediyor.
YH: Mimarlar da projelerde sınırları aşmak için mühendisleri, yapı malzemesi üreticilerini ve teknolojiyi zorluyor.
"Apple mağazaları, camın taşıyıcılığına güzel bir örnek"
AOÖ: Cam ikincil bir eleman iken, şu anda taşıyıcı bir eleman olmaya başladı. İlk projelerimizden biri olan Armada'da, büyük bir cephe tasarımı ile ilgili mühendislerle hesaplamalar yapıyorduk. Alüminyumların taşıyıcılığı üzerine konuşurlarken ben, "camı taktığımızda daha sağlam olmuyor mu" diye sorduğumda, bana kesinlikle camı taşıyıcılığa yardımcı bir eleman olarak hesaplara dahil etmediklerini söylediler. Bu olayın üzerinden en az 15 yıl geçmiştir, hala unutmuyorum. En basitinden bir fotoğraf çerçevesi düşündüğünde, çerçeveyi o halde tutan aslında cam. Camı çıkarırsan o çerçeve bir süre sonra deforme olur. Ama şimdi işler tersine döndü, bunun en güzel örneklerinden biri de Apple mağazaları. O mağazalardaki döşemelerin, merdivenlerin hepsi camların birbirine bağlanmasıyla oluşuyor. Cam artık bir şeyin içine takılan ve şeffaf olması beklenen bir malzeme olmaktan çıkıp, yapı elemanı haline geliyor.
BE: Mesela bu konuda Ahmet Alataş da iyi bir örnek, çelik ve camı birlikte çok iyi kullanıyor.
Son olarak cam malzeme kullanımında, tasarım ve uygulama aşamasında karşılaştığınız başlıca sorunlar ve bu sorunlara yönelik olarak malzemenin geliştirilmesini istediğiniz özellikleri neler?
AOÖ: Türkiye'de bir tedarik problemi var. 8 mm cam, 6 mm cama göre tabi ki daha pahalı ve tedariği daha zor. Malzeme kalınlığının yanında bir boyut sorunu da var. Küçük boyutlu camlar kullanılıyor. Ekonomiyle, pazarla ve yatırımla ilgili bir konu bu. Birkaç yıl öncesine kadar kullanılan camlar 3 metrenin altındaydı. Türkiyede birçok yapıda güneş vurduğu zaman dalgalar görürsünüz. Bu temper dediğimiz işlemden kaynaklanıyor. Cam cepheye nasıl takılacaksa, hepsinin temper fırınına aynı yönde girmesi gerekiyor. Onun için de sizi otomatik olarak 3 metre gibi bir sınır değerle kısıtlıyor. Dünyada çok daha büyük boyutlarda cam üretimi yapılabiliyor. Apple, dünyanın en geniş boyutlu camını (15 m x 4 m) üretebilmek için Pekin'de bir fabrika satın aldı. Camın tanesi 150 bin dolar ve o camları da küçük küçük parçalarla birbirine bağlamışlar.
BE: Lamine camların kenarları sorun oluşturuyor. Bence ürünün gelişmemiş bir detayı da bu. Mesela cam korkuluk yapıyoruz, ya da camların arasını filmle kaplıyoruz ve o açıkta kalıp zarar görüyor. Bu sorun malzemenin başka kabiliyetlerini de engelliyor.
YH: Cam kullanmak istiyoruz ama çevresel bir duyarlılığımız da var. O yüzden ışık geçirgenliği çok yüksek, reflekte olmayan, çok şeffaf, kendinden ısı kontrolü olan sihirli bir malzeme bekliyoruz.
BE: Daha neler bekliyoruz biliyor musun? Camın cam çıtası falan olmasın, boyut sınırı olmasın, istediğimiz formlarda olabilsin, kendi kendini taşısın, ek yersiz olsun…
YH: 3D printerla çıkış alınabilsin… (gülüşmeler)
BE: İnsanoğlu hep daha kolayını, daha pratiğini, daha hızlısını, daha iyisini istiyor ama istediği sürece bunları da yapabilir aslında.
* * *
"Trakya Cam: Camdan Yansımalar II" etkinliği kapsamında gerçekleşen sunumları izlemek için aşağıdaki bağlantılara tıklayabilirsiniz:
Yeşim Hatırlı
Boran Ekinci
Ali Osman Öztürk