"İnsanın kendisini anlatması zor…"
"Aferin Desinler Diye", aslında sizin yeni kitabınız… "Mimarlar Dik Durur" ve "Anılar Kuşlar Gibidir"de, kendinizle baş başa kalarak metinleştirdiğiniz fikir ve gözlemler yer alıyor. Bu sefer ise karşımızda, Derya Nüket Özer'e verdiğiniz yanıtlardan oluşan bir kişisel tarih anlatısı var. Bu iki anlatma/aktarma biçimi arasında büyük farklılıklar görüyor musunuz?
Bu bir biyografi kitabı. İnsanın kendisini anlatması zor… Kendiniz yazdığınız zaman, kendinizce önemli bulduğunuz şeyleri ifade ediyorsunuz; okuyucunun neyi merak edebileceğini pek de bilemiyor, kestiremiyorsunuz. Dolayısıyla karşınızda soruları doğru bir şekilde soran bir insanın olması sizi daha kapsamlı, içten cevaplar vermeye zorluyor. Öte yandan soruları soran kişi, okuyucunun da temsilcisi konumunda. Örneğin, şu an siz de okuyucuyu temsil ediyorsunuz; merak edilebilecek soruları yöneltiyorsunuz. Bence bu, çok önemli… Öte yandan açıklamalarda anlaşılmayan, eksik kalan noktaları didikleyebiliyorsunuz, deşebiliyorsunuz; konu daha kolay anlaşılır hale geliyor. Kendiniz yazdığınız zaman daha didaktik de olabiliyorsunuz. Son kitabın bir başarısı varsa, burada Derya'nın çok büyük payı var. Onun isabetli sorularıyla kitap çok daha kolay okunur, kolay anlaşılır hale geldi herhalde.
"Aferin Desinler Diye", 30 sene öncesine dayanan ve foto-grafik hafızanızdan süzülen, okuyucunun ise zihninde canlanıveren görsel/işitsel/mekânsal detaylar ile dolu. Hayatınız boyunca bu gibi günlük yaşam notları almadığınız doğru mu?
Doğru; çok not tutarım ama bilgiye ilişkin notlar tutarım. Diyelim ki bir düşünürün söylediği özlü bir söz vardır, onu bir kenara kaydederim. O tür bir arşivciliğim var ama günlük hayatıma ilişkin notlar yazmadım hiç… Belleğim güçlü; kolay kolay unutmuyorum. Gerçi kötü şeyleri çok çabuk unuturum ama, iyi şeyleri bellekte saklarım. Belleğim beni yüzüstü bırakmadı; buna şükrediyorum. Öyle olmasaydı zaten bunları anlatamazdım.
Kişinin anılarından bahsetmesi, yalnızca bir yaş meselesi midir? "Artık anılarımı paylaşabileceğim yaşa geldim" demek mi gerekir? Yoksa birikmiş deneyimlerin yarattığı bir tür borçlanma ile mi ilgilidir?
Herkesin anısı vardır; sekiz yaşındaki çocuğun da… Ama bu anılar, biriktiği ve eklemlendiği zaman daha bir anlatılmaya değer oluyor. Onlarla birlikte yaşıyor, birlikte yoğruluyorsunuz. Onlar üzerinden adetâ tarihi bir belge gibi o döneme, dönemin olaylarına ışık tutabiliyorsunuz. Çoğu yitip gitmiş, unutulmuş… Birçoğunun tekrarı yok artık. İnsan, çevresinden soyutlanmış, o ortamı hazırlayan olaylardan soyutlanmış bir şekilde yaşamıyor ki!