Yapı; bir düşün, gerçeğe dönüşünün öyküsüdür aslında... Sınırları belirsiz, flu bir görüntünün mekânla somutlaşmış hallerinden biridir. Mimar ise öykücü... Tıpkı Leyla Ruhan Okyay gibi.
Fotoğraf: Azra Deniz Okyay
Yapı; bir düşün, gerçeğe dönüşünün öyküsüdür aslında... Sınırları belirsiz, flu bir görüntünün mekânla somutlaşmış hallerinden biridir. Mimar ise öykücü...
"Mimarlıkta da edebiyatta da düş gücü var bir kere, projelendirme ve onun estetik bir biçimde aktarımı var. Ve en önemlisi; yapıtınızın merkezinde ‘insan' var… Mimarlıkta meselenizi çizgi ile anlatırsınız, edebiyatta sözcüklerle" diyen mimar öykücü Leyla Ruhan Okyay ile Ihlamur Kasrı'nda, mimarlık ve edebiyatın ortak noktaları üzerine konuştuk.
Kendinizi mimar olarak mı yoksa öykücü olarak mı tanımlıyorsunuz?
Lisans ve yüksek lisans eğitimimi mimarlık alanında tamamladım. Aktif olarak yaklaşık 21 yıl mimarlık yaptım. O zamanlar daha çok mimardım, ama son yıllarda daha çok öykücüyüm, diyorum. Kendimi öyle hissediyorum. Çünkü artık olaylara, insanlara yaklaşımımda öykücü kimliğim ağır basıyor. Ama mimarlık mesleğini çok seviyorum. İyi ki bu dalda eğitim almışım diyorum.'Yazmak' başta olmak üzere; yaşamın her alanında yararlanıyorum bu eğitimden… Takılarımı, giysilerimi çoğunlukla ben tasarlıyorum, üretiyorum örneğin. Yaşadığım çevreyi de elbette…Ve o çevrede yer alan elemanların bazılarını da…
Öykü hayatınızda nasıl zuhur etti, peki?
Emlak Bankası Genel Müdürlüğü'nde proje kontrollüğü yaptığım dönemde başladım yazmaya… En çalkantılı, pek çok şeye şahit olduğumuz bir dönemdi, o dönem. İş yeri ile ilgili büyük sıkıntılarım vardı. Bütün bunlara o güne dek biriken başka sıkıntılar, rahatsızlıklar da eklenince, kendiliğinden bir patlama oldu ve yazdıkça rahatladığımı hissettim.
Çocukluk ve gençlik dönemlerimde şiir yazardım. İlk şiirlerim Doğan Kardeş'te yayınlanmıştı. Ama ilk öykülerimin ortaya çıktığı sıralar yazdıklarım, günlük değil de belli bir kurgusu olan ve düş gücümle harmanladığım metinlerdi. Yazdıkça şunu anladım, ruh sağlığımı korumam için yazmam gerekli! Mimarlık mesleğini sürdürürken boş bulduğum her anı değerlendirmeye başladım. Durmadan bir şeyler yazdım...
Profesyonel olarak öykü yazmaya nasıl başladınız?
Feride Çiçekoğlu'nun bizim mahallede oturduğunu öğrenmiş ve telefon numarasını almıştım. ‘Uçurtmayı Vurmasınlar'ı da yeni izlemiş, çok beğenmiştim. Kısa süre önce de alışveriş ettiğim kasapta kıymasının hazırlanmasını beklerken, kitap okuyan ‘bir kadın' dikkatimi çekmişti. Hiç olağan bir görüntü değildi çünkü bu! O kadını, Feride Çiçekoğlu'na benzetmiştim. Ama o, bildiğim kadarıyla Ankara'da yaşıyordu, olamazdı… Meğer oymuş…
Telefon ettim, öykü yazdığımı ve kendisiyle tanışmak istediğimi söyledim. "Ben sizi kasapta görmüştüm zaten" diye de ekledim. Feride, bana kapıyı açar açmaz "Kasapta gördüğün kadın ben miyim?" diye sormuştu. (Gülüyor)
Feride ile daha sonra çok hoş bir iletişim kurduk. Henüz ortaya çıkarmadığım ilk öykümü çok beğendi, "Bunun senaryosunu yazalım" dedi. Hiç bir yerde öyküsü yayımlanmamış biri olarak o kadar çok sevindim ki, on gün zıpladım diyebilirim. Feride, senaryo nasıl yazılır bilmediğim için bana, "Uçurtmayı Vurmasınlar"ın senaryosundan bir kopya verdi. On gün boyunca da sabahları işe gitmeden önce evimin önündeki parkta buluşup, senaryonun nasıl olabileceğini konuştuk. Kendime göre bir senaryo yazdım o öyküden. Fakat, Feride'nin ve benim işlerimin yoğunluğu nedeniyle o proje öylece kaldı. Ama bu güzel rastlantı büyük bir itici güce neden oldu.
Sonra öyküleriniz dergilerde yayımlanmaya başladı...
Evet. Memet Fuat, daha önce Cumhuriyet Gazetesi'nde bir öykü dergisinin gerekliliğinden söz eden bir yazı yazmıştı ve ardından da O'nun danışmanlığında Adam Öykü dergisi yayımlanmaya başlamıştı. O dönemde bazı öykülerimi Semih Gümüş'e götürdüm. Bütün edebiyat dergilerini takip ettiğim için de öykülerimin hangi seviyede olduğunu artık biliyordum. Semih Gümüş, "Sizce öyküleriniz yayına uygun mu?" diye sordu bana. Çekingen bir sesle ‘evet' dedim. (Gülüyor)
Semih Gümüş, ona götürdüğüm öykülerin arasından üç tanesini Memet Fuat'a vermiş. Memet Fuat, metinler üzerinde düzeltmeler yapmış (hâlâ saklıyorum onları) ve benim için Semih Gümüş'e "iyi bir öykücü" demiş, tabi inanamadım!.. Semih Gümüş, öykülerin de yayımlanacağını söyledi. Çok sevindim. O kadar ki, "Beni Emlak Bankası'nın Genel Müdürü yapsalar bu kadar sevinmezdim" diyordum. O zamanlar Maslak'taydı yayınevi. Bu haberi alıp sokağa çıktığımda; normal yürümek tuhaf gelmişti; koşmak, zıplamak istemiştim. Anlatılamaz bir sevinçti benim için…
Kısa bir süre sonra, Varlık dergisine de bir öykü gönderdim. Seçici Usta olarak Nezihe Meriç benim bir öykümü seçti ve yayımladı.
İşte bu sevinçler beni daha çok, daha iyi yazmak için yüreklendirdi. Yaşamımın sonuna dek de sürecek bu uğraş…