"Fırat'a Karışan Öyküler" başlı başına bir duyarlılığın ürünü. Fakat orada, sizin korumacı olmanızdan kaynaklanan ayrı bir duyarlılık var.
Mutlaka. Ben dokuz yıl İ.T.Ü. Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsünde, Tarihi Çevre Koruma konusunda büyük emek vermiş bilim adamlarımızla birlikte çalışma olanağı buldum. Prof. Doğan Kuban başkanlığında yürütülen ve Şehir Plancısı Prof. İsmet Okyay'ın planladığı ‘Safranbolu Koruma Projesi'nde çalıştım, yüksek lisans tezim de Safranbolu üzerineydi. Dolayısıyla ‘Fırat'a Karışan Öyküler'de, bu altyapının çok büyük bir etkisi oldu. Gerçi, bu duyarlılığı göstermek için mutlaka mimar olmak gerekmiyor tabi, ama benim öyle bir avantajım oldu.
Ve "Onlar İçin de Dikmişti" adlı öykünüz "Fırat"a Karışan Öyküler" projesine öncülük etti...
Halfeti'yi ben ilk kez Prof. Nur Akın'dan duymuştum. Sanıyorum, kısa bir süre önce Prof. Günkut Akın, Halfeti ile ilgili bir tez hazırlamıştı ve o dönemde onlar Halfeti'ye çok sık gidip geliyorlardı. O sırada, Nur Akın ile aynı odayı paylaşıyorduk, Halfeti'den çok söz etmişti bana ve ben heyecanlanmış, Halfeti'yi görmeyi hep istemiştim.
Yıllar sonra Birecik Barajı gündeme geldi. Mimarlar Odası'nda bununla ilgili bir toplantı ve slayt gösterisi olacağını öğrendim. Katıldım toplantıya. Arkeolog Nezih Başgelen sunumu sırasında gösterdiği slaytlarda, orada yaşananları da anlatmıştı. Çok ekilenmiş olarak çıktım o gösteriden.
Halfeti ile ilgili bir öykü yazma isteği doğdu içimde. Nur Akın ile buluştum ve sevgili Nur, bana Halfeti'deki günlük yaşamı, orada tanıdığı insanları anlattı. O kadar hoş anlattı ki, o anlatırken aldığım notlardan çok fazla yararlandım "Onlar İçin de Dikmişti" öyküsünde.
Ve sonra "Fırat'a Karışan Öyküler" gündeme geldi...
Evet, "Onlar İçin de Dikmişti" ilk kitabım "Gölgesi Güz"de yayımlanmıştı o sıralar.
Sonra, Nezih Başgelen'den bir teklif geldi. Bu teklif; benim önereceğim öykücü arkadaşlarla birlikte Halfeti'ye gitmemiz, orada yaşanan dramın öyküsünü yazmamız ve yazılanların bir kitapta toplanması idi. Kitabın Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından basılacağı sözünü de verdi ve sözünü tuttu…
Kitapta iki öykünüz var. "Onlar İçin de Dikmişti" yi Halfeti'ye gitmeden, "Sustu"yu proje için Halfeti'ye gittikten sonra yazdınız, değil mi?
Evet. Bununla ilgili çok hoş bir anım da var. Cumhuriyet Gazetesi(5.4.2001) kitap ekinde Eleştirmen Fethi Naci, "Gölgesi Güz" ile ilgili bir eleştiri yazısı yazmıştı. Bu yazıda; "…genç bir yazarın alabildiğine ilginç, alabildiğine kendine özgü bir şeyler yazdığını görmek var ya, galiba eleştirmenleri mutlu edenler işte bu yazarlar… Pek ustalaşmış olmayabilirler, ama başka yazarların görmediklerini görmeleri benim ilgimi çekmelerine yetiyor"diye başlıyor, öyküden alıntılar veriyordu… Ve, "Sait Faik'i anımsayarak, ‘zehir yeşili' bir hikâye diyeceğim. Hikâyenin adı, ‘ Onlar İçin de Dikmişti.' Hikâyecinin adı, ilk defa bu kitapla tanıdığım Leyla Ruhan Okyay. ‘Yaşamları Suya Verilenler'i gören Leyla Ruhan Okyay, yazan Leyla Ruhan Okyay. Daha önce bu gerçekleri yazmış bir hikâyeci var mıydı? Ben hatırlamıyorum" diyordu. Halbuki ben o öyküyü, Halfeti'ye gitmeden önce yazmıştım. (Gülüşmeler)
Sonradan ikinci öyküm "Sustu"yu, Halfeti'ye gittikten sonra kitap için yazdım.
"O Öpüş Kaldı" isimli öykünüzün ana karakteri Nevizade'deki bir bina...
Evet, bir akşam Nevizade Sokak'ta yemek yiyorduk; benim tam karşımda, pembe cumbalı bir ev duruyordu, terkedilmiş, yalnız, mahzun… Hala ayakta mı bilmiyorum. Emlak Bankası'nın galerisinde yöneticilik yaptığım dönemlerdi. O akşamdan sonra, o yapının öyküsü aklımı kurcalamaya başladı. Bir sabah işe giderken kendimi birden Nevizade Sokak'ta buldum. Yapının etrafından dolaştım, içine baktım. O güzelim cumbalı ev günün birinde yıkılacaktı ve yerine, sabun kalıbı gibi başka bir bina dikilecekti. Nasıl yıkılan her bina, yok olan her sokak içimizi acıtıyorsa, o binanın da yıkılacağına dair bir korku hissettim içimde. Sonra da o pembe ev, öykümün kahramanı oldu.