Fotoğraflar: Azra Deniz Okyay
Kolaj: Meltem Doğan Yeler
Bir toplantıda, Onat Kutlar'ın metni binaya benzetmesinden söz etmiştiniz...
İlk öykülerimi götürdüğüm kişilerden biri de Onat Kutlar'dı. Bana, nasıl yazdığını şöyle anlatmıştı:
"Önce, yazmak istediğim şeyin yazılmış halini gözümde canlandırırım ben. Eğer bir yazıda hiç paragraf yoksa o beni rahatsız eder. Sen mimarsın, ben sana bunu bir bina ile anlatayım.
Cumbası, girintisi, penceresi olmayan, sabun kalıbı gibi bir bina düşün. Hiç estetik değil. O yapıya bir cumba eklediğimizde, bir pencere açtığımızda, bir balkon yaptığımızda o bina göze hoş görünür ve o zaman ona iyi bir mimarlık yapıtı denebilir. İşte aynı şey yazı için de geçerli. Dümdüz; hiç paragrafı, diyalogu olmayan bir metin önce okuru rahatsız eder. O metni daha iyi okunur kılmak için araya bir diyalog atmalı, paragraf yapmalı örneğin."
Bir edebiyat ürününün daha kolay okunabilir olması, iyi olması için gerekli noktalardan sadece biri tabi bu. Onun yanı sıra dilin iyi kullanımı, kurgu, içtenlik de edebiyat ürününü "iyi" yapan diğer özelliklerden bazıları.
Aynı şey binalar için de geçerli. Binanın albenisi olmalı, insanı içine almalı. Gri suratlı, son derece kişiliksiz binalarda kimse yaşamak istemez. Örneğin, Safranbolu evlerindeki ya da geleneksel mimarimizdeki o albeni, o sıcaklık başkadır. O yapılar, mimarın kaleminde içine daha insan girmeden ‘yuva' olabilmiş yapılardır. Temelini mimarı atmıştır. Bütün bunların birincil koşullarından biri de insanı tanımak, sevmek bence. Mimarın, yazarın öncelikle kendi toplumunu iyi tanıması gerekli: İyi öykünün de, iyi yapıların, konutların tasarımlarının da temelinde bu var…
Balkonu bile olmayan gökdelenlerde yaşamayı tercih eden insanlar var?
Nasıl yaşanabilir o kadar yüksekte, ağacı kuşu göremeden? Hiçbir şeyi görme, gözlemleme olanağı yok... Bir de orada yaşayan çocukları düşünün. Bir gökdelenin ellinci katında çocukluğunu geçiren bireye, şüpheyle bakarım ben. İnsanı, doğayı hiçbir zaman yeterince tanıyamayacak, sevgisi eksik kalacaktır.
Anadolu'nun herhangi bir yerinde yetişmiş olan biri, çocukluğunu beton yığınları içinde, estetikten uzak kentlerde geçiren birinden, hem ruh sağlığı hem de toplumsal duyarlılık anlamında çok daha sağlıklı olacaktır. Doğayla, insanla ilişkisi daha sıcak ve yakındır, çünkü.