İstanbul'un "2010 Kültür Başkentliği" sorumluluğunu üstlenmiş bir kurumun Kentsel Uygulamalar Direktörü olarak "İstanbul'un Kültür Başkentliği"ni nasıl algılıyorsunuz?
Birkaç tane hazır algılama kalıbı var, ilk önce onları yorumlayalım isterseniz: Bir tanesi zaten çok görkemli bir geçmişe sahip olan İstanbul'un AKB olmayı zaten fazlasıyla hak ettiği görüşü. Bununla birlikte İstanbul'un "tanıtıma ihtiyacı olan" küçük kentlerle birlikte anılmasından da duyulan bir rahatsızlık da var.
Oysa bunu sağır sultan bile duydu. Avrupa Kültür Başkenti ünvanı bir sonuç, bitmiş bir iş değil ki… Örneğin Ruhr sanayi havzası olmaktan metropoliten bir havzaya dönüşmek için yıllardır süren örnek bir yönetim deneyimini AKB olmakla yeni bir aşamaya taşıyor. 53 kentin ve yerleşim alanın birlikte bir yönetim alanına dönüştürerek, çevre ve kültür için devasa programlar geliştirerek, Avrupa'nın en büyük kültür metropollerinden birini inşa etmeyi hedefliyor. Demek ki ilk önce bu işi bildiğini iddia eden bazı kişilerde bile bir algılama, anlaşılma problemi var. İkinci algılama biçimi biraz daha pragmatik. Ama sivil tarafta daha yaygın. 2010'da yeni proje fırsatları, AKB olmayı kutlamak için görmek ve "bakalım bundan bize ne iş çıkacak" algısı. Bu algılama biçimi de entelektüel kesimde aynı strateji yoksunluğunun ve biraz da işi kendisi için bir fırsat olarak görme eğiliminin bir göstergesi.
Oysa İstanbul'un AKB olması, kültürün, sanatın basit bir tüketim konusu değil, kentin geleceğini biçimlendirmek için kullanılabileceği yeni bir kurumlaşmanın ortaya çıkması için de bir işlev görebilir. "Kentler yüzyılı" denen bu yüzyılda, kent yönetimlerinin politik işlevi değişiyor ve kültür çok önemli bir stratejik araç haline geliyor; sanat kentlerin kendi gelecekleri üzerinde düşünmelerini sağlayan bir düşünce geliştirme alanı oluyor. Dolayısıyla 2010 bu algılama biçimiyle bakıldığında İstanbul için sadece bir başlangıç olabilir, hatta çok boyutlu yaratıcı enerjileri kamu alanında ilişkilendiren yeni bir kurumsal modeli ortaya koyabilir. 1990'lardan beri bu kentte karma bütçe yönetebilen, kompartımanlaşmış pratiklerin dışına çıkabilen yeni bir yerellik deneyiminin ihtiyacı duyuluyor.
Eğer kültür, bu kentte 20. yüzyıldaki gibi sadece boş zaman endüstrisinin bir alanı ya da "ideolojik bir röprodüksiyon" alanı değil de stratejik bir konu haline gelebilecekse, AKB olmak kent açısından, İstanbul halkı açısından tarihi bir fırsat. Böyle bir fırsatı aklı olan hiçbir kent tepmez.
"Mahalle iyileştirme programı" adı altında yapılan soylulaştırma projeler ile ye de 20. yüzyıldan kalmış kompartımanlaşmış bir model olan TOKİ ile kent dönüştürülemez. Bunlar yapıldığı takdirde zaten kentin bir kısmı dışlanmış olur. Sanatçılar, mimarlar özel alana izole olurlar, yalnızca zenginlere hizmet ederler. Dolayısıyla 2010'a, İstanbul için bir yenilenme fırsatı olarak bakmak gerekiyor.
Ama şunu da söylemek gerekir ki, İstanbul 2010 Kültür Başkentliği meselesi kültür profesyonellerinin daha çok gösteri yapmaları için kozmetik bir operasyonsa, bunun bir anlamı yok. Çünkü o zaman 2010 İstanbul için değil, ancak bu işten çıkar sağlamayı amaçlayanlar için bir fırsat olur.