“Ben her şeyi yaratırım diyen mimarın ruhsal sorunları var demektir"

08 Ekim 2010

"Erk" meselesine girmişken, bunun mimarlık ve planlama alanındaki yansımasına da değinelim dilerseniz. Mimarların kendilerini yarı tanrı gibi gördükleri sık tekrarlanan bir kabuldür. Planlamada ise bütün bir kentin kaderini belirleme durumu söz konusu. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

O da aynı erk takıntısının devamı bence. Her şeyi biz yaratıyoruz gibi düşünüyoruz. Yani bir mimar ortalıkta "ben her şeyi yaratırım" havasında dolaşıyorsa, o mimarın birtakım ruhsal sıkıntıları var demektir bence. Sağlıklı bir mimarın böyle olmaması gerekir. Nitekim, sağlıklı olan mimarların yaptıklarına da bizzat şahit oldum. Pakistan'da ve Hindistan'da bu tür mimarlar çıkıyor. Biz ülke olarak orta yerde kalmışız, Batı'da ise bu gibi örnekler bulmanız çok nadir. Örnek gösterebileceğim mimarlardan birisi Charles Correa'dır. Hisdistan'daki projelerinde köylülerle birlikte çalışmış, kasabalar yaratmıştır.

Coğrafi bir ayrım yaptığınıza göre, bu "sağlıklı" düşünce yapısının toplumsal yapı ile bağlantılı olduğunu savunabilir miyiz?

Kesinlikle, tabi kişinin kalitesine de çok bağlı bir durum. Pakistan Karaçi'de Akhtar Hameed Khan adlı bir üstat tanıdım. Oxford Üniversitesi'nden sosyoloji doktorası almış birisi. Aynen Gandhi gibi bir kıyafete bürünür, toprak zeminde otururdu. Ben Karaçi'ye gittiğimde, 1 milyon nüfuslu gecekondu bölgesi Orangi'nin sıhhileştirilmesinde yarı yolu kat etmişlerdi. Sefil haldeki bir bölgeyi, beş kuruş karşılık beklemeden, çevresine idealist gençleri toplayarak 10 sene içinde çok sağlıklı bir yer haline getirdi. Bölgede yaşayanlar adeta tapıyorlardı kendisine. O fakir insanların topladıkları paranın miktarı inanılmaz.

Dr. Akhtar Hameed Khan'a o kadar güveniyorlar ki, "Kanalizasyon yapacağız, ne yapıp edip aranızda para toplayın, falanca bankaya yatırın" diyor, gidip hesabı onun adına açıyorlar. Kendisi bunu kesinlikle kabul etmiyor ve hemen mimarlara vekalet veriyor. Onlar da bu parayı alıp kanalizasyon sistemini inşa ediyorlar. Ben gittiğimde 1 milyon nüfusun önemli bir kısmının sağlık sorunları dahil her şeyleri çözülmüştü. İşe çatıları değiştirerek başlamışlar, çünkü sıcaklık 50 derece. Daha önce uyduruk bir asbest plakaları konulmuş, insanlar içeride yanıyor. Mimarlar bölge için özel detaylar geliştirdiler. Bu çabalar daha sonra büyük laboratuarlara dönüştü.




Orangi Pilot Projesi. Görsel: stylepark.com

İşte bu insan bence bir mimar, üstelik de bir sosyolog. Çevresindekiler de bizim talebelerimiz olan idealist mimarlar. 4-5 kişilik bir mimar kadrosu, 1 milyonluk bir yerleşim alanındaki insanları pislikten, mezbelelikten ve en önemlisi de sağlık sorunlarından kurtarmayı başardı. Ben oraya gitmeden önce, çocukların yüzde 56'sı 1 yaşına bile gelmeden kolera gibi hijyen kökenli hastalıklardan dolayı ölüyordu. Pakistan'da 3 sene kaldım ve bu süre zarfında oran yüzde 17'lere kadar düşürüldü. Bu müthiş bir şey. Bölgeye çok sayıda sağlık ocağı açıldı. Bunların çoğunu da patronum Agha Khan ödüyordu. Sağlık ocaklarına birer hemşire yerleştirmişlerdi. Bu görevliler, annelere çocuklara verecekleri suyu nasıl sterilize edeceklerini anlatıyordu.

Bir yanda bu tür mimarlar var ve ben onlarla yaşadım, onları gözleme fırsatı buldum. Bir yanda ise korumalı siteler yapan mimarlar var. Arada çok önemli bir zihniyet farkı olduğunu düşünüyorum. Mimarın öncelikle toplum içine girip çalışması gerekiyor.

Ama bu uygulamaların yapılabilmesi için bu uzmanlara ortam yaratılması lazım. Belediye başkanları da birer erk sahibi ve o kentin kaderini belirlemede kendilerine büyük roller düşüyor.

Evet, mesela bu insanların o erki paylaşmak gibi bir niyetleri de yok.

Hep gerçekleştirmek istediğim bir hayalim vardı. İşte bu gibi durumlarda bölüm başkanı ya da dekan olmak fayda sağlayabiliyor. Diyorum ki; "Gidelim belediyelere, konuşalım, bize gecekondu bölgelerinden birinde yer tutsunlar. İsmi de örneğin Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Marko Paşa Bürosu olsun". Yani dert dinleme bürosu. Aynı öneriyi eski bölüm başkanımıza yapmıştım. Ne yazık ki bu fikrim çok naif ve çocuksu bulundu ve önerdiğim model de geyik muhabbeti yapılan yer şeklinde algılandı. Alakası yok halbuki. Bunların hepsi Pakistan ilhamlıdır. Bu büroya gelen insanın derdini dinleyip not aldığınız zaman, oraya yapacağınız proje, gerçek mimarlık projesidir.

Hele de Türkiye'nin birincil sorununu gecekondular oluştururken…

Kesinlikle. Bunu insanlarla birlikte çözmelisiniz. Pakistan'da 1 milyon insanın hayatı böyle kurtarıldı. Elde yok, ayakta yok. Felaket fakirler. Milli gelirleri bizimkinin yaklaşık onda biri. Bulunduğum üniversitenin dekanın maaşı 500 dolardı. Buradan yine psikolojiye göndermede bulunabiliriz. İdealizmi ayakta tutmanın yolu da galiba ruh sağlığından geçiyor. Yani ruh sağlığı yerinde olan insanlar idealist kalmaya daha yatkınlar. Ahlaklarını kontrol altında tutabiliyorlar. Amiyane tabirle, paraya tapan, para peşinde koşan insanlar değiller.

Para demişken, bu bağlamda "mülkiyet"e olan düşkünlüğü değerlendirebilir misiniz? Kitabınızda irdelediğiniz kavramlar arasında "mülkiyet-sahip olma" kavramı da yer alıyor.

İnsanları bundan kurtarmak ve eğitim programının içine bunu ders olarak koymak lazım. Ahlak diye bahsedince "aman nerden çıktı şimdi din, ahlak, boş laflar bunlar" deniliyor. Hayır, değil. Mülkiyetin ve sahiplenmenin ne kadar patolojik bir durum olduğunu; kesinlikle komünizm ve sosyalizm olayı olmadığını ve insan olarak bir şeyleri paylaşmamızın çok daha büyük mutluluk olduğunu anlatmak lazım. Toplumla uğraşan herkese bu beyin fırtınasını yapmak lazım ki, insancıl tarafları gelişmiş olsun. Şu an için bu çok büyük bir eksiklik.

İstanbul'daki gayrimenkul projelerini düşünecek olursak, çok seri bir üretim söz konusu ve bu gibi düşünsel platformlara fırsat tanınması zor görünüyor.

Gayrimenkulün İTÜ'de bir de mastır programı var. Mesela orada ne anlatıldığını çok merak ediyorum. Bunun eğitimini vermek bence büyük bir yatırım. Çok fazla öğrenci çekiyorlar. Kontenjanları her zaman dolu. Ama bu eğitimi ne kadar doğru şekilde veriyorlar onu bilemiyorum. Yani spekülatörlere danışman mı yetiştiriyorlar yoksa o gençler iki yıl boyunca "Kamu arazisine saldırmadan, uygun yerler seçerek bunu yapmanın yolları var. Doğru ve ahlaklı olan da budur" yönünde bir eğitimden mi geçiriliyor? Bu konuda birtakım kuşkularım var doğrusu. Çünkü böyle düşünenler olarak azınlıktayız. Çoğalmamız lazım.

Son söz niyetine iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Eğitimde yapılacak çok şey var. Bu konuda bir projem daha var. Mimariyi de içerecek şekilde, gerekirse 4 yıllık eğitimi 5 yıla çıkarmak pahasına, bütün eğitim sürecine bir kültür filtresi eklemek gerekiyor. Sürenin uzatılması tercih edilmezse, her fakülte kendi programlarını, derslerin önem sırasına göre ciddi olarak yeniden gözden geçirirse, eminim öncelik verilecek ya da elenecek olanlar çıkacaktır. Elenen derslerden kazanılan saatlere ise insan psikolojisi, sosyoloji, çevre ve insan gibi bir dersler konulabilir. Ülkemizde, dershane sisteminin neden olduğu kayıpları telafi etmenin hemen hemen hiçbir yolu yok. Ancak, üniversitede böyle bir filtre konulup, hazırlık sınıfı eklenebilir. Bu süreçte ise öncelikli olarak, dünyanın ekolojik, ekonomik ve politik anlamda nasıl döndüğünün anlatılması gerekir. Benim bütün hikayem de bundan ibaret.


Prof. Dr. Sümer Gürel ile...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :