"Kenti yaratanlar, insan beynini tanımalı"

08 Ekim 2010

Planlamadan psikolojiye geçiş nasıl oldu peki?

Bütün bunlar beni, görüldüğü üzere şehir planlamadan felsefeye ve psikolojiye itti. Şehir, netice itibariyle üzerinde yaşadığımız bir mekan, fiziksel bir olgu. Aynı zamanda beyin cerrahı olan Henri Laborit, "İnsan ve Kent" adlı kitabının önsözünde şu soruyu yöneltiyor: "Kenti yaratan insanlar acaba insanı biliyorlar mı, insan beynini tanıyorlar mı?". İnsan beynini tanımadan kenti yaratıyorum demenin ya da kentle ilgili herhangi bir sonuca varmanın abesle iştigal olduğunu savunuyor. "İnsan beyni o kadar olağanüstü bir makine ki, onu tanımadan ona yönelik bir şey yaratamazsanız" diyor. Bunlar çok doğru tespitler, buradan psikolojiye geçmek gerekiyor.

Bu okuduklarımın üzerine bir de önemli bir ameliyat geçirmem hayatımda bir kırılma noktası oldu. 1998-1999 yılları süresince hem Türkiye'den hem de kariyerden koptum. Danimarka'dan 1974'te ayrılmıştım ve 1998'de yeniden oraya gittim. O yıl Danimarka'daki dostlarım bana müthiş bir jest yaptılar. Eski öğrencilerimden biri rektör olmuştu. Dostum ve dönemin bölüm başkanı olan Eric Petterson, rektöre maaş talep etmediğimi ve lojman sağlandığı takdirde bir sene kadar Aarhus'da kalmak istediğimi iletti. Karşılığında ne yapabileceğimi sordum.

Rektör; "Eric'ten duyduğumuz kadarıyla Pakistan'da ve Türkiye'de çok iyi master programları hazırlamışsınız. Artık ortak pazar ülkesiyiz, AB koşullarına uygun ama Danimarka karakteristiğini de içeren, mimarlara yönelik bir tür planlama mastırı -adı "urban design" olmak üzere- konsepti oluşturun. Bunu evde hazırlayın ve kendinizi ne zaman hazır hissederseniz gelin, konuşalım" dedi.

Bu teklif çok hoşuma gitti ve bu iyi niyeti istismar etmedim. Gündüzleri kütüphaneden aldığım kitapları okuyup birikimimi pekiştirirken, akşamüzerlerinden başlayıp gece yarılarına kadar bu modelle uğraştım. Sonuçta da çok iyi bir model çıktı ortaya.

Okuduğunuz bu kitaplar arasında psikoloji kitapları da vardı sanırım?

Bir şekilde gidip geldiğim (ölümden döndüğünden bahsediyor) için midir nedir, kafamı psikolojiye takmıştım. Beni ameliyat eden Alman doktor; "Özgeçmişinizi okudum. Dünyada görmediğiniz yer kalmamış. Bir sürü deneyiminiz olmuş. Benden de 10 yaş büyüksünüz. Size hayat babında verebileceğim bir öğüt olamaz. Ama sağlığınızdan sorumlu kişi olarak bir öğütte bulunacağım" dedi ve "Hastaneden çıktıktan sonraki hayatınızda, stres yaratan insanlardan ve çevrelerden kaçmayı başaramazsanız buraya tekrar gelirsiniz ve sizi kurtaramayız" diye ekledi. Bu o kadar gözümün içine baka baka söylenmiş bir laftı ki, daha eşim Olga evin kapısını açar açmaz, "Otur, sana bir şey söyleyeceğim" dedim ve bunu aktardım. Doğal olarak, "Bir dakika, bununla ne demek istiyorsun?" diye sordu (gülüyor).

Konuşmalarınızda sık sık tekrarladığınız "egoist olmak" ile "bencil olmak" arasındaki ayrım da bu noktada çıktı sanırım.

Aynen, bana bu ilhamı veren doktorumun konuşmasıdır. "Egoist olun" demek istiyor aslında. Sonrasında "Ben kendimi ne kadar tanıyorum" diye yola koyuldum ve yarış yapar gibi kitap okumaya başladım. Hem Sigmund Freud'un hem de Carl Gustav Jung'un yazdıkları kitapların cilt sayıları 21'dir. Jung'un eserlerinin üçte birini, çok dikkatli bir seçim yaparak eledim ve okudum. Çünkü bu ciltlerin yarıdan fazlası psikiyatrik tekniklerle ve tedavilerle ilgiliydi. Uzman olmak gibi bir niyetim yoktu, sadece kavramları incelemek istemiştim. Ego, bilinçaltı, bilinçdışı nedir; Aarhus'daki üniversite kütüphanesinden bunlara ait 7 cildi alıp okudum. İstanbul'a döndüğümde de bu kitapların bir kısmını kendi kütüphanem için getirttim. Sonunda ortaya öyle bir sonuç çıktı ki, insanın ruhsal yapısını yeterince derinlemesine tanımadan, hiçbir mesleği icra etmemek gerektiğini anladım.


Prof. Dr. Sümer Gürel ile...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :