MesutT: Bu 'terbiye' biraz da Ege'nin havasını solumaktan kaynaklanıyor olabilir mi? Taşra ve merkez arasındaki merkez kaç etkisi hep yoğunluğunu korumakla birlikte, Ege'nin zaman duygusunu daha farklı kavrama, onu serinkanlı bir duruşa yayma, biraz dışarıdan bakabilme hali denilebilir mi buna?
BoğaçhanD: Üniversiteden sonra İstanbul'da çalışmaya başladığımda bütün okul hayatımı da gözden geçirerek, İstanbul'da okusaydım varmak istediğim biliş düzeyine hangi yollarla ve ne kadar sürede ulaşacağımı ve bunun da ne kadar farkında olacağımı düşündüm. Eğer merkezi İstanbul olarak kabul edersek, evet bir şeyler olup bitiyor ve sen oradan sınırlı bir şekilde takip ediyorsun. Bir şeylerin eksikliğinin farkındasın ve bu eksiklik için koşuyorsun. Burada ise pekçok kişi o eksikliği bile hissetmiyor, çünkü etraflarında her şey var. Tabi o dürtü şöyle oldu: Birinci sınıfta Gökçeada'da yapılan Türkiye Mimarlık Öğrencileri Buluşması'na katıldım ve şu anda mimarlık ortamındaki kendi kuşağımdan temas halinde olduğum herkesle orada tanıştım. Onlar sayesinde mimarlık eğitimimi sadece İzmir ile sınırlamadım. İstanbul'da bir şey oluyordu, ben çantamı sırtıma alıp geliyordum. Hatta, "niye geldin?" diye benimle dalga geçiyorlardı. Örneğin 109'da şöyle bir şey varmış dediğimde de, "Aaaaa, hiç haberimiz yok, sen nereden duydun?" diye soruyorlardı. İstanbul'daysan çantanı sırtına alıp Ankara'ya, Kayseri'ye, Eskişehir'e vs gitmek pek de gerek duyulan durumlar değil. Zaten burada da onunla paralel bir şeyler oluyordur. Ailem de bana çok iyi olanaklar sunmadı; ben elimdekileri iyi değerlendirmeye çalıştım. Sırf bu durumlara hazırlıklı olmak için de bir biriktirme durumu vardı. Yani İzmir merkezli bir aile ve eğitim yaşamı sürerken, aslında sadece İzmir'de durabildiğim için pekçok yerden beslenme fırsatım da oldu.
Bir de kentin içinde olmak gibi bir avantajımız vardı. Alsancak'ta Güzel Sanatlar Fakültesi ile birlikteydik. Her yıl yaklaşık 40 - 50 kişinin başladığı bir okuldu, bu nedenle herkes birbirini tanıyordu. Jüriler aynı zamanlarda olurdu ve bir karnaval havasında geçerdi. Orada farklı yaş aralıklarından ortaklıklara sahip insanlar birbirlerini bulabiliyordu. Şimdi İstanbul'da hangi öğrenci onu yapabiliyor bilemiyorum; okuldan sonra Kordon'a giderdik, bir barda otururduk, bira eşliğinde derin mimarlık sohbetleri olurdu. Biz bütün modern/izm / postmodern/izm tartışmalarımızı okulda değil, orada yaptık. Orası ayrı bir eğitim alanı gibiydi. Orada konuştuklarımız üzerine deliler gibi kitap okuyup devam ederdik. Kendimizi, birbirimiz üzerinden bulmuştuk... O kadar berrak bir çalışma düzeniydi ki, o sohbetler sonrası eve gidip ailemle yemek yer, oturup proje çalışır, kendi dünyama dalardım... Öyle bir yerde olmanın getirdiği zaman algısı, belki daha programlı hareket edebilme olanağı yaratıyor olabilir. Eğer şimdi bu kadar programlı olabiliyorsam, bu o dönemdeki eğitimim sırasında yaşadığım bu deneyimler sayesinde olduğunu düşünüyorum.
FilizY: Çok önemli bir şey söylediniz aslında; farkındalık da ihtiyaçtan doğuyor.
BoğaçhanD: Evet, istanbul'daki biri için herşey dibinde olup bitiyor ve alternatifleri var. Fakat bu durum şöyle bir şeyi de tetikliyor bence; yani "İstediğim zaman bu seçeneklerimi kullanabilirim" güdüsüne sahip olmak, o farkındalığı ertelemeye bile sebep olabiliyor.
MesutT: İzlediğim etkinliklerde hep aynı yüzleri görüyorum ve genelde pekçoklarının 'orada olmak zorunluluğunu hissettiği' için geldikleri gibi bir izlenime kapılıyorum. 'Etkinliğin' etkinliği onları pek ilgilendirmiyor gibi. Ama taşrada o etkinliğe hem içerik olarak hem de şekil olarak araya giren mesafe, sizi hem bir imge yaratmaya hem de o imgenin içini doldurmaya zorluyor. Bunun için de her türlü fırsatı fırsatlar yaratmak için kullanmak gerekiyor.
FilizY: Orada etkinliğin kamu ile kurduğu ilişki önemli. Kuramıyor demek ki...
BoğaçhanD: Şimdi o döneme göre çok etkinlik var, acaba nitelik o nedenle mi düşüyor diye bir düşünce haklı nedenler bulunabilir. Bu kadar çok etkinlik içinde içeriksel sunum bir vitrine dönüştü. İçerik, paylaşılan, üzerine konuşulan ve tartışılan bir şey değil; eğer çok ilgileniyorsan, dert ediniyorsan içine girmek için çaba göstereceğin bir vitrin. Biraz da içinde yaşadığımız kent yaşamı ve post-modern dünyanın bir talebi belki de...Çünkü şöyle çevrenize bakın, herkes bir kaç konuda derin bir içeriği, sürekli izlemekten ve bilgilenmekten çok, çok daha jenerik ve çok sayıda durumdan haberdar olmayı tercih ediyor. Bu da temsiliyet gücü yüksek, içeriksel olarak ‘mış' gibi yapan, o vitrini görünür kılmaya çalışan etkinlikler üretiyor. Buraya kadar bence bir sorun yok anlaşılır birşey.
Fakat bu vitrinlerin çokluğu, insanların duruşlarını gösterme çabası, vitrininin bir alan savunması olarak dönüştüğü yapılara dönüştürebiliyor. Bu da kendi dışındaki durumlarla temas niteliklerini değiştiriyor. O yüzden mimarlık konuşmak için ortamın hazır olmasını, bir girizgah yapılmasını, birçok şeyin gerçekleşmesini bekliyoruz; yine de o vitrinin ardındaki temel içeriklere gelemiyoruz. Ne yapacağını bilen biri için bu çok da sorun olmuyor; ama mimarlık öğrencisi gibi mimarlık ortamından beslenen, kendini orada yetiştiren bir adam için resmin kendisi bir vitrin düzleminde kalıyor. Gerek üniversitelerde proje derslerinde, gerek ofiste gençlerle karşılaştığımızda, gerçekten öğrencilerin dertlerinin ardında mimarlığa dair olan şeyi kavrama ve bu kavrayışın kendilerine bakarak, kendileri üzerinden yapılacağına dair bir fikirleri yok. O vitrini kurmak için neler gerektiği ile ilgili dertleri var; onu da bir şekilde yakalıyorlar. Hakikaten gelen portfolyolara bakıyorsunuz, çok güzel. Ama biraz konuşunca, o dünyanın içlerinden akan, deneyimle oluşturulmuş bir dünya olmadığını görüyorsunuz. Bu, onlara "bu ortamda varolmak için yapman gereken budur" diye verilmiş olan işin sonucu. Haliyle, içeriği olmadan sonucu olan durumlar oluşmaya başlıyor. Bazen, benzer yaş gruplarında benden çok daha eğitimli cv'lerle ve portfolyolarla karşılaşıyorum. Çok basit sorular soruyorum. Seni motive eden şeyler nelerdir, neler yapmak istiyorsun, adımlarını neye göre ayarlıyorsun, yaşadığın çevre ve araçların nasıl bir ilişki kuruyorsun gibi kendi dünyasına ait şeyleri anlamak için yöneltilmiş sorular. Görüyorum ki büyük çoğunluğu kafası karışık, ne yapacağını bilmeyen, her şeyi biraz ucundan tadıp bünyesinin vereceği tepkiyi bekleyen ve gerçekten enerjisini nereye kanalize edeceğini bilmeyen kalabalık bir grup. Bu bana, en yazık olarak görünen şey. Belli bir donanımda, belli bir birikimde insanlar var, ama onlar doğru enerjiyi almıyorlar.