MesutT: Bir mimar mimarlarla, mimar olmayanlarla ne konuşur?
BoğaçhanD: Yaşadığımız coğrafyada, içinde olduğumuz mimarlık ortamı, mesleki açmazları, eğitimi, tartışma ortamları, motivasyonları gibi pek çok boyutuyla düşünüldüğünde, kakafonik, muğlaklıkları, belirsizlikleri fazla bir ortam gibi algılanıyor. Ve nedense bu kakafonik ortamdan rahatsız olan ve bir parçası olan bizler, ortamın iyileştirmesine dair çabaları, tartışmaları, kendi nişlerimizin, üretimlerimizin niteliği üzerinden değil, genel toplam üzerinden değerlendirmeye meyilliyiz. Bu da jenererik kalmaktan, sızlanmaktan öte birbirimizle iletişimimize ket vurmaya başlayan, temel içeriklerin eksiklikleri nedeniyle ortamdan uzaklaştığımız, birbirimizin ürettikleri ile pek de ilgilenmediğimiz bir durum oluşturuyor.
Bu anlamda bence mimarlık ortamı dediğimiz şey kişiler ve kişilerin yaptıkları mimarlıkların yansıması olarak ortaya çıkmadığı sürece bu durumun sürekliliği devam edecek. Halbuki biz bunları üretimler ve üretim biçimleri üzerinden tartışıyor olsak ve asıl derdimizin bunlar üzerine odaklandığını söyleyebilsek, birçok meselenin dillenmeden çözüldüğünü göreceğiz. Bu nedenle meseleyi nasıl çözeceğimiz üzerine konuşmaktansa, neler yaptığımızı konuşmak bana daha iyi bir yol gibi geliyor. Bu, 'mimar mimara ne anlatır', ‘mimar mimar olmayanlara ne anlatır' ve 'mimarlık, yaşadığımız çevreye ne anlatır' gibi ilişkileri de çok daha görünür kılacaktır. Tabi kendi üretme hallerimiz biraz da sıkıntılı... Mimar ve ortamı bu ilişkiler içinde birbirini biçimlendirdiği düşünülürse, mimar aslında bizzat kendisinin de bir ürünü olan ortamla yüzleşmekten kaçtığını da söylenebiliriz...Mimarın pozisyonu, algılama, düşünme ve üretme biçimi de bu ortamla birlikte biçimlendiğinden, mimar kendi üretimleri üzerinden konuları tartışmayı ne yazık ki seçmeme eğiliminde oluyor...Bu kısır döngü içinde mimar kendini kandırmaya devam ederken mimar olmayanlar mimar ve mimarlık ne işe yarar sorularının yanıtlarını gündelik yaşamı içinde güncelleyemiyor.
Bu nedenlerle ben mimarlık, mimarlık ortamı üzerinden genellemelerle oluşmuş durumları değil, mimarların mimarlıklarını, mimarca çabaları ile ilgileniyorum. Merak ettiğim şeyler daha çok onlar oluyor.
MesutT: Ferhan & Hülya Yürekli'ye bir gönderme yapacak olursak, mimarlıktan bahsederken bir taraftan entelektüel bir çabadan bahsediyoruz. Ancak gündelik yaşamın ritmi ve beklentileri de başka. Gündelik yaşamın bu çok tanımlanmış hali ve bu tanımlar içinde iş yapma gayreti bir çatışma yaratıyor olabilir mi?
BoğaçhanD: Bu noktada mimarlığın entellektüel ortamının bir kaynak olarak tanımlayabiliriz. Her mimar bu kaynağı, kendi birikimleri aracılığı ile gündelik hayatta sınıyor. Bu sınamalar sırasında gündelik yaşam pratiğinin talepleri ve gücü kaçınılmaz. Ancak mimarlar kendi birikimlerini o entellektüel alanın kendisinden değil, ürettikleri durumların üzerinden oluşturdukları için o dünyadan beslenmeyen ve o dünyaya akmayan hiçbirşey ‘mimarlık' dünyasına dahil olamıyor. Dolayısı ile o çatışma mimarın kendi içinde oluşuyor bence... Ben, gündelik olanın basıncını bu anlamda şöyle dengelemeye çalışıyorum; yaptığım şeyi ‘iş' olarak görmek yerine, benliğimin bir parçası olarak sınırlarımı, eşiklerimi, üretim olanaklarımı tarif edebilmeme yardımcı olan bir bilinç durumu olarak... Böyle yaklaşınca çalışma mekanına gitmek ‘işe gitmek' olarak tariflenmiyor...Ya da pek çok angarya ‘iş' olmaktan çıkabiliyor...
O yüzden, gündelik yaşamdaki karşılaşmalar, deneyimler, durumlar, dünyayla kurduğum ilişkiler ve üretimler bu bakma biçimi üzerinden biçimleniyor ki hayata karşı genel bir terbiyem oluşabilsin. Ve üretimlerim aracılığıyla, beslendiğim alanlara da aktarılabilir köprüler oluşturabileyim... Kendimi sosyal bir varlık olarak gördüğüm yaşlardan beri etrafımdaki insanlara baktığımda hep farklı bilinç katmanlarına sahip insanlar görmüşümdür. Dertler hiçbir zaman bitmez ve her bilinç katmanındaki insanın başka bir derdi vardır. Yeter ki o bilinç düzeyinize ilişkin ortamınızla doğru etkileşim içinde olun. Örneğin; mimarlık eğitimi sonrası rotamı bu etkileşim ile çizmiştim; yüksek lisans mı yapsam yoksa şunu mu yapsam kararsızlığını bu nedenle hiç yaşamadım...Şunları yapmam gerek dedim ve o konularda kendimi sınadım. Başka bir örnek, "yapı yapmayı öğrenmek istiyorum" dedim ve Yapı Merkezi'ne gittim; çünkü mimarlık ofisi içinde öğrenemeyeceğim inşaat konvansiyonunu öğrenmek istiyordum. Orada çalışan herkesin bir angarya ya da zulüm olarak gördüğü işleri bir fırsat olarak gördüm. Aradaki fark tamamen bakış açısıyla ilgili idi. Ben başka türlü bir bilinçlenme ya da öğrenme yolu olmadığını düşünüyorum. Orada görünmeyen küçük fırsatlar, daha sonra büyük fırsatlara dönüştüğünü gözlemledim.
Böyle bir genel durum üzerinden şu söylenebilir; koşullar, ortam, olanaklar ne olursa olsun, insan bilinç eşiklerinin farkında olarak ne yapması gerektiğini biliyorsa, derdi de üretiminin niteliği olduğunda, hayat standartlarını da, aile hayatını da çalışma hayatını da öyle düzenliyor. Bu dengeyi kurduktan sonra kendine yeni bir eşik belirliyor ve o eşiğe doğru kendini sınıyor.