Biraz o zaman "Tuşpa"dan söz edebilir miyiz? Ne de olsa o, daha öncesinden beri varlığını sürdürüyor.
N.K: 1979 senesinde kurulmuş bir mühendislik bürosu Tuşpa. Mümessillik ve müşavirlik üzerinden varlığını sürdürüyor. Babamın yavaş yavaş emekliye ayrılması –ki hala Tuşpa eşit olarak onun da işyeridir- ve ofis mekanından da ayrılması, bir yandan da benim mezuniyetim ardından Alman Kızıl Haçı ile yapılan proje kapsamında bu çatıyı değerlendirmem ve mimar arkadaşlarımı o proje için burada bir araya getirmem ile Tuşpa, mühendislik ve mimarlık bürosuna doğru evrildi. Mezuniyetten sonra çalışma hayatına başlamama rağmen yüksek lisans düşüncesi her zaman vardı. Yedi kere AA'ya gittim. MIT, Columbia, fırsat buldukça bahane yaratıp beğendiğim fakülteleri ziyaret ettim. öğrenci jürilerine girip izlerdim. (gülüyorlar) Düşünebiliyor musunuz, neredeyse hobi gibi! Öylesine istekliydim. Sonuç olarak 3,5 senelik bir yüksek lisans ayrılığının ardından artık tam anlamı ile şekillendiğini söyleyebilirim. Bundan sonraki 10-15 senesi oturdu belki de. Akademi ile yakın irtibatta olmayı, çok disiplinli koordinasyon içinde olmayı talep eden, araştırma kanalları ile tanınan ve gelen taleplere bu kanallar üzerinden cevap veren bir tasarım-araştırma bürosu artık Tuşpa.
Biliyorsunuz, Türkiye'de kendine araştırma bürosu diyebilen çok fazla –hatta kaç tane sayabiliyoruz ki- mimarlık pratiği bulunmuyor. İnsanın aklına gelen ilk soru da şu oluyor: Bu değirmenin suyu nereden geliyor?
N.K: Dışarıya bir proje yapıyorsak, örneğin Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne, döner sermayeden... Veya Bolu Devlet Hastanesi'nin projesini gerçekleştirirken, yine aynı şekilde, kendi proje anlaşması ile beslenmiş oldu. Çok açık konuşmak gerekirse, bizim ofis iyi ödemez. Araştırma yapanlar gelip çalışır burada. Daha çok yüksek lisans öğrencileridir. Gelip giden çok sık olur. Son sınıfında olup ya da yeni mezun olup "Sizin yöntemlerinizi öğrenmek istiyoruz" diyerek gelip çalışan olur. Workshoplarda ise, projenin kendini finanse edebileceği kadar bir kazanç edinmek söz konusudur. Herhalde onlar da, Türkiye'de bu anlamda en iyi parasal çizgiye sahip faaliyetler oldular. Hatta onlara "workshop" demek yanlış; araştırma projeleri bunlar...
F.Ö.A: Uzun soluklular bir kere... Bir hafta görünür oluyor; üç ay görünmez şekilde çalışması devam ediyor.
Araştırma projeleriniz gerçekten bu kadar uzun bir süreci kapsıyor mu?
N.K: Lifli Strüktürlerde ana hedef 4 yıldı 2 yıl sürdü, şimdi başka bir projeye dönüşmek üzere. Interscalar 16 aylık bir çalışmanın 1 haftalık workshop ile kendini duyurduğu bir kanal, halen de sürüyor...
F.Ö.A: Sadece organizasyona baktığınızda bile, uluslararası anlamda insanları organize etmek, bir kurumu bir kurumla öpüştürmek zaman isteyen şeyler. Mesela her projede de beraber değiliz. Mesela bu projede (Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi projesini kast ediyor) yokum. Sadece jürilere girip izliyorum. Bu ofisin bir de böyle bir özelliği var. Konulara göre belli networkler kuruluyor. Nilüfer'in sadece benimle değil, Boğaziçi Üniversitesi vs. ile bir ağ içinde bir sürü "nod"ları var. Bu da güzel bir organizasyon modeli bence.
N.K: Bir de şunun altını çizmek gerekiyor: Şimdi, siz bir dükkan açarsanız ve diyelim ki burası bir bakkaldır. Nerede açıldığı, kaç para alındığının bir önemi vardır. O mahallede kimler oradan alışveriş yapacak ki orası varlığını sürdürebilsin... Mimarlık ofislerindeki sürdürülebilirlik ise, başka bir noktada duruyor. Sadece para ile beslenmiyorsunuz. Proje yapma organizasyonunuzun oturması gerekiyor. Ben, burayı çalışma alanı olarak kendime tanımlamadığım zaman ve başkasının kapısını çalmadığım zaman –mesela ilk çalışmaya başladığımız zamanlarda- bu büronun kaşman alanının ne olacağı sorusu ile karşı karşıya kaldım. Bir yandan metodolojiyi oturtmak ofis kültürünü geliştirmek öte yandan proje ihtiyaçlarının merkezlerine ulaşabilmek demek. Örneğin psikiyatride mekan konusu ile uğraşırken oradaki Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ni ziyaret etmek üzere Elazığ'a da gittim; ya da Ankara'ya bakanlıkla görüşmeye gidiyorum, ya da İl sağlık Müdürlüğü'ne projelerimizi kendim aktarmaya özen gösteriyorum.
Şunu anlatmaya çalışıyorum: Sadece konut tasarımı yapan bir bürodan bahsedebiliyorsunuz. Ama burası, sadece ruh sağlığı hastaneleri tasarlayan bir büro değil. Ofis de tasarlıyoruz. Ama bunu yaparken, ODTÜ'de bir workshop'ta çıkardığımız ürünü müşteriye gösterebiliyoruz. O çalışma kanalı her seferinde kendini gösteriyor ve yeniden doğuruyor. Uğur Tanyeli'nin Yıldız Teknik'te öğrencilere hitabında kullandığı "Sonunda siz birer ayakkabıcısınız!" cümlesine çok çok katılmakla beraber, bizim ayakkabıyı imal etmenin ötesinde düşünce imal ettiğimizi düşünüyorum. Burası, benim tek başıma araştırma yaptığım bir yer de olabilir. Bir gün kapıyı çaldığınızda burada kimse olmayabilir. Ben kafamı yatırmışımdır; gene kitaplarıma gömülmüş, bir yazı üzerine çalışıyorumdur. O da benim üretimimdir. Bunun da söz konusu olabileceğini düşünüyorum. Ama bir gün gelir, bizi şantiyede de bulabilirsiniz; gün gelir depoda beton döküyoruzdur. O an ne gerektiriyorsa... Mimar olarak benim hayattan beklentim böyle; müşterimin işi için beslendiğim altlık da bu.
Peki, size bu özgürlüğü tanıyan şey ne?
F.Ö.A: Yapılan seçimler aslında. Gayet bu ofis de kanalı ikiye ayırıp, akademi hayatına girebilir.
N.K: Finansal olarak bazı lükslerden vazgeçerek. Şimdi bile ofisi biraz değiştirmek istiyoruz ama bazı şeylerden feragat ediyoruz. Ben kaç kere bahçe içerisinde kendi tasarladığımız bir binada olmayı hayal ettim. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bir de burada kirada değiliz; burayı karşılayan Tuşpa'nın kendi çalışma alanı var.
Ve sizin de meslekten beklentiniz zaten bu...
N.K: Hayır, değil! (Fulya Hanım gülüyor) Hayır, niye olsun? Onu demeye çalışıyorum... Ben araştırmalarımı, uygulamalarımı yapmak istiyorum. Uygulama yapamadığım sadece araştırma yaptığım anda hemen önlemini alırım Bu bir "feedback loop"; biri olmadan diğeri olamaz. Hatta geçen seneki hayalimizdi: Gitsek bir arsa alsak da, üstüne doğrudan yapıyı yapsak, kursak... Yani araştırmanın ta kendisinin içine uygulamayı koysak... Özetle tabi ki burası ticari bir yer! Ama Tuşpa sadece ticari bir yer değil! Bunu söylemeye çalışıyorum. O zaman bırak bu çabayı –doktoraya başlayacağım ben de en kısa zamanda inşallah- hemen akademiye gir! Niye o zaman Fulya Hanım burada? Sadece akademi yeterli değil. Sadece ticaretin yetmediği gibi… Mimarizm'den geldiniz, benim diğer mimarlarla paylaşacağım tam da budur. Bilmiyorum, anlatabiliyor muyum? Yoksa elbette burası sağlıklı ticari bir kurum! Çok şaşırmamak gerekir; sanayinin AR-GE'siz sürdürülebilir olamayacağı gibi bu da özgürlük değil, bir gereklilik.