Dijital tasarımdan beslenen değil, onu bir araç olarak kullanan bir pratik olduğunuzu biliyoruz. Peki burada ne gibi projeler yapılıyor? Söz konusu bilgisayar destekli mimari üretim süreçlerinizi biraz açabilir misiniz?
N.K: Burada en önemli şey araştırma. Tasarımın bir araştırma süreci olduğunu ve çoklu soruşturma-araştırma süreçlerinin sonucunda bir çok çözüme ulaşabiliyoruz. Böylece çözüm noktası bir seri modelden oluşmuş oluyor. Her bir farklı çözüm farklı bir model öneriyor ve bu modelleri test edebiliyoruz. Bu testlerin sonucunda ise alanla ilgili çok iyi bir bilgi ve anlayış sahibi oluyorsunuz. İşin "implementasyon" diyebileceğimiz noktasına geldiğinizde ise sonuçların herhangi birini –elbette "herhangi birini" demek istemiyorum- uygulayarak, o sıradaki talebin, alanın, bağlamın, ihtiyaçların, zamanın ve özellikle de finansın örtüşebildiği bir modeli uyguluyorsunuz. Tek bir ürünün kısıtlı alanından çoklu seçenekli çözüm alanı taraması gerçekleşmiş oluyor. Karşınızda oturan kişinin müşteri olduğunu bir kenara bırakıp, aynı safta olduğunuzu düşünmeniz gerekiyor. Alanla hem hal olurken "Sağından çekersek ne oluyor, solundan çekersek ne oluyor?" diye soruyorsunuz. Bunun etkileri nedir? Beş senede ne olur? Yirmi senede ne olur? Biz bunu ne kadar zamanda uygularız? Proje böyle şak diye tasarlandı, şak diye uygulandı diye bir şey yok! Bunların hepsi birer süreç... Bu sürecin ise asıl tasarım olduğunu anladığınızda ekiptaş oluyorsunuz. Müşteri değil, birlikte o alanla baş etmeye çalışan bir grup halindesiniz. Dolayısıyla "araştırma" derken de, laboratuarına çekilmiş bir bilim adamından bahsetmiyoruz. Bilimsel düşünce anlayışından olasılıkların değerlendirmesi, sistemik düşünce, yani sistem anlayışı, "Kompleksite ile nasıl baş edebilirim?" diye soran anlayış bu.
Ellerinizin sürekli işin üzerinde olduğundan bahsediyoruz öyleyse...
N.K: "Hands on". Evet, aynen!
F.Ö.A: Bizim dünya üzerinde takip ettiğimiz ofislerde de öyle. Hiç bir şey iş bazlı değildir. Bir iş için bir mevzu araştırılmaya başlanır, sonra o bir yarışmaya taşınır ve bir uzantısı öbür işe taşınır. Onlar bir seri halinde araştırma etaplarıdır. Ama konu gelişir, gelişir ve pişer. Nilüfer Hanım ile benim ortaklığımıza neden olan şeylerden biri de bu. Bir konuya başlıyoruz; bu çok kavramsal ve düşünsel bir şey de olabiliyor. Bunun bilimsel ortamda bir makalesi de çıkabiliyor, yarışmaya da dönebiliyor, derslerde de devam edebiliyor. Yani süreç, çok kanallı olarak izleniyor.
O halde neredeyse size bir soru sorulmadan, siz kendi kendinize sorular yöneltiyorsunuz. Hatta problemlerinizi kendiniz üretiyorsunuz.
N.K: Şimdi... Çok güzel! Ben "problem" kelimesine takıntılıyımdır. Hiç bir şeyi problemle tarif etmek istemem. Mesela, mühendis ve bilim adamlarının yöntemi "problem setting and solution finding"dir -"problemi tanımla, çözümü bul". Ve aslında buna saygım sonsuz, ona elbette "problem" diyebiliriz; bunda problem yok! (gülüyor) Ama tasarım kalitesi, tasarımda özgünlük ve hassasiyet, konuya baktığınızda onunla ne kadar hem hal olduğunuzla ilişkilidir. Bu yoğunluk ise, kimi zaman tasarımın yalnızca bir özelliği ile ilgili olabilir. Bazen bir takım noktalarda başarısızlığa uğrayan projeler, özellikle bir takım noktalarla baş etme yoğunluğundan ötürü bizim için özel, güzel kalır. Tam o noktada problemi yaratan, neyle baş ettiğini tanımlayan tasarımcıdır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Problem kelimesini sevmemek ile beraber, tasarımcının problemi yaratıp onunla hemhal olmasını anlattığını düşündüğüm noktada bu kelimeyi seviyorum.
Siz "problem"in mimarlıkta yaptığı hangi çağırışımdan ya da akla getirdiği hangi anlamdan, durumdan hoşlanmıyorsunuz?
N.K: Şundan hoşlanmıyorum: Diyelim size bir talep geliyor, "Bana ev lazım, bunu üç ay içerisinde tamamla ki ben hemen yapayım, parasını da kazanayım". Diyelim biz diğer çalışmalarımızdan beslenerek bunu üretebiliyoruz. Ancak önemli olan, işin tanımında projenin belediyeye verilip hemen teslim edilmesi problemleşiyor. Sonuç olarak ise ana problemden uzaklaşılıyor. Bu anlamdaki "problem"den hoşlanmıyorum. Çünkü mimarlık okulundan mezun olmuş herkesin o problemi çözme yetisine sahip olduğunu düşünmek istiyorum. Hoş, ben mezun olduktan sonra kartımı "mimar" olarak bastırmayı tercih etmemiştim, çünkü mimar olmayı başka bir noktaya koyuyordum. Bana göre kavramsal organizasyon yapabilen bir kişi olması gerekiyordu ve bunun için de uzun bir görgü süreci gerekiyordu. Öbür taraftan ise kapıdan gelen bu talebi, yani yalnızca "üç yatak odası olsun" diyen bir ihtiyaç programını tek problem olarak almak ve onu çözmek, zaten sokaktaki mimar olan olmayan pek çok kişinin kotarabileceği bir pratik! Ama tasarım dediğimiz zaman, onun altını dolduranın başka bir problematik düzeni olması gerekiyor.
O zaman Tuşpa'da yapılan işler çoğunlukla bir müşterinin talebi üzerine gelişmiyor mu?
N.K:Müşterinin işi onun talebi üzerine gelişiyor ellbette; ama biz o işi yaparken kendi araştırma kanallarımızdan besleniyoruz. Az önce Fulya'nın da dediği gibi, araştırmanın "instance"ları, yani ortaya çıkmış halleridir bizim yaptığımız işler. Yarışma projeleri de uygulama projeleri de. Üzerinde çalıştığımız bir takım araştırmalar var ve bir proje geldiğinde metodololijimizi, bilgimizi, kaynaklarımızı ona aktararak çözüyoruz. Araştırma sadece piyasadan biri gelip sizden bir şey istediği için olmuyor. Ama araştırma da reel bir durumdan beslenmediği zaman askıda kalıyor. Bu içiçe bir durum; eşdeğer ağırlıkları "variables" ve birini diğerinden ayrı düşünemeyiz.