CM Mimarlık'ta Özcan Kırmızıoğlu'nun bürosundan bir şeyler buluyor musunuz?
Bazen görüyorum, evet. Ama sadece orayı değil, başka büroları da görüyorum açıkçası.
Orası çok sakin bir büroydu, ben de sükûneti seviyorum. Bizim ofiste de az konuşulur, arkadaşlarım son derece sakin insanlardır. Kimseye susun demiyoruz tabi, ama galiba insanlar buraya gelince daha az konuşmaya başlıyorlar. (Gülüyor)
Ofis algısına değinmişken hemen soralım: Ofisin sizin yaşamınızdaki karşılığı ne?
Yıllara ve ofislere göre benim hayatımdaki ofis karşılığı değişti tabi, ama şimdilerde ofis benim hayatımın büyük bir parçası, hayatımın olmazsa olmazlarından biri. Zamanımı evimden çok burada geçiriyorum ve bundan da hoşnutum. Dolayısıyla ofisin birazcık ev rahatlığında olmasını istiyorum.
Peki, kendi ofisinizi ne zaman açtınız? Bir büroyu sırtlamaya nasıl karar verdiniz?
Ofis açmak, bir taraftan aklımın kenarında hep vardı bir taraftan da bu karar benim için alınması güç bir karardı.
Dediğim gibi aklımın kenarında hep vardı; mezun olmadan önce de tasarım, proje odaklı yürümek istediğimi hatırlıyorum. O yüzden şantiyecilik yaptım, ama şantiyeciliğe çok ağırlık vermedim. Birçok arkadaşım gibi yurtdışındaki şantiyelerde çalışmaya gitmedim. Mimarlığın entelektüel yanını da seviyorum, hatta bir ara akademisyen olmak aklımdan geçmişti, ama ofis bana daha cazip gelmişti. "Hiç bir şey yapamadık, o zaman ofis açalım" gibi bir şey değildi yani.
Güç bir karardı, çünkü her ne kadar ofis açmaya çok önceden karar vermiş olsam da zamanlama önemliydi. 2000 yılında askerden döndüm. O yıllar ekonomik olarak sıkıntılıydı. Melih Birik ile ki şehir plancısıdır kendisi, büroyu bu kriz zamanında açalım, eğer tutturabilirsek ayakta kalma ihtimalimiz artar, diye düşündüğümüzü hatırlıyorum. Hani bir şeye belalı bir zamanında başlarsınız ve o belayı aşarsanız eğer diğer belaları aşma ihtimaliniz de artar, en azından tecrübeniz olur ya, öyle bir düşünceyle açtık büroyu, düşündüğümüz gibi de oldu.
Ve bir iki yer değiştirdikten sonra da bu ofise geldiniz…
Evet, burası Yalçın Emiroğlu'nun mimarlık ofisiydi. Kendisi yıllarca burada çalışmış. Ofisi kapatmamış, ama işlerden biraz elini ayağını çekmişti. Bir yandan bu ofisi kiraya vermeyi istiyorlarmış, ama bir yandan da ofisle bağlantılarını koparmak istemiyorlarmış. Tesadüfen, ortak tanıdıklarımız aracılığıyla biz bu ofise geçtik, 1 yıl önce.
Kendisi, istediği gibi ofis ile bağını koparmamış oldu, bizi ara ara ziyaret ediyor, oturup sohbet ediyoruz. Mimarlığının yanı sıra Doğan Kardeş dergilerinin, muhtelif kitap kapaklarının ve zamanının Ankara Sanat Tiyatrosu (AST)'nun oyunlarının afişleri gibi kimi tiyatro afişlerinin de tasarımcısıdır. Yaşım karşılamadığı için 60'lardakilere yetişemediğim, ama 70'li yıllarda çocukken şehir kütüphanesinde takip ettiğim Doğan Kardeş bünyesindeki o meşhur Kara Kedi Çetesi'nin çizeri Selma Emiroğlu da Yalçın Bey'in ablasıdır bu arada.
Ben de buraya taşınırken, kendi masasını bana vermesini rica etmiştim. Şimdi kendi masamda değil de onun masasının üzerinde çalışıyorum.
Eski eşyaları seviyorsunuz galiba?
Evet, üzerinden zaman, emek ve beğeni geçmiş şeyleri seviyorum.