Bir de Haliç Tersanesi projesi var...
HCG: Oradaki eski hangar, depo yapılarıyla ilgili eski dönemde başlamış bir restorasyon projesi çalışmaları vardı. İBB Miras bu işi devraldığında bu hangarlar yapılmış, bütün o restorasyon aşaması tamamlanmış durumdaydı. Orada bizden istedikleri belli programlar vardı. Bütün o hangarların iç dünyasını baştan kurduk. İki blok İstanbul Sanat oldu, müze yapısına dönüştü. Onların yerleşimlerini yaptık. bir blok çocuk atölyeleri ve kafe olarak hayata geçti. Bir tanesi de ilk girişteki ufak bir yapıydı; onu da bir info ve müze mağazası gibi konumlandırdık. Bunlar şu anda açılan kısım. Şu anda inşaatı devam eden en büyük blok ise bir kültür merkezi ve yine bir black box performans alanı olarak programlandı.
Haliç Tersanesi, İstanbul Sanat
MÜ: Projeye çalışmaya başladığımızda büyük hangar bloğu bir kabuk olarak bitmiş durumdaydı ama içine biçilmiş bir program yoktu. Binalar grubunun karışık bir geçmişi vardı, zaman içinde bazı projeler çizilmiş, hayata geçmiş ya da geçmemiş kısımları bulunuyordu. Biz ana blok içine birçok yerde hiç dış kabuğuna dokunmayan black box bir yapı ve kültür merkezinin atölyelerini inşa ettik. Binanın içinde 3 katlı ikinci bir çelik yapı var. Bu black box kısmının kendine ait ayrı bir havalandırma sistemi, ayrı bir akustik sistemi, içinde 500 kişilik bir teleskop sistemi bulunuyor. Oturarak 500, teleskopik sistem toplanınca ayakta 1500 kişi alabilen, şu ana kadar yaptığımız en büyük performans alanı oldu. Sahne mekaniği ve elektro akustiği üzerine yoğun bir çalışma yürüttük.
İnşaatı devam ediyor. Genellikle inşa edilmekte olan projelerimizin kontrollüğünü almaya çalışıyoruz. Çünkü tasarımın bir bölümü de orada devam ediyor. İnşai süreçler sırasında çözmemiz gereken bir dolu yeni problem beliriyor.
HCG: Bir de sıfırdan tasarladığınız binalarda bile şantiyelerde olmak çok kıymetlidir ama mevcut yapılarda elinizi attığınız her yerde başka bir şey çıkıyor. Orada yerinde bir sürü karar almak gerekiyor. Dolayısıyla biz isteseler de istemeseler de hep orada oluyoruz ki, hayal ettiğimiz hayata geçebilsin.
Yaptığınız projelerde kültür ve sanat yapıları, performans alanı projeleri öne çıkıyor. Başka bu tarz projeleriniz var mı?
HCG: Şu anda şantiyesi devam eden bir de tiyatro binamız var. Yine içinde eski yapıları barındıran ama bir taraftan da 300 kişilik yepyeni bir tiyatro kütlesini yerleştirdiğimiz bir proje.
MÜ: Hem performans hem yeniden işlevlendirme, hem yeni bir bina hem kamusal yapı hepsi bir arada. Halen üzerine çalışıyoruz, şantiyesi de devam ediyor. Bir yıl içinde tamamlanması planlanıyor.
Yeniden işlevlendirme, restorasyon projeleri çok önemli, çok değerli ama bunlar dışında neler yapıyor Novos?
HCG: Evet, bu projeler aynı zamanda kamusal olduğu için kıymeti de çok yüksek oluyor. Verdiğimiz emek de çok fazla oluyor ama bir taraftan da konut projelerimiz devam ediyor. Mesela Gümüşlük’te 19 villadan oluşan bir projemiz var. Şu anda ruhsat sürecini tamamladı, yakında inşaata geçecek. Ege’de projelerimiz var, Enez’de, Ayvacık’ta, Assos’ta daha münferit ya da iki üç bloklu konut projeleri yapıyoruz. Yani bir tarafta İBB Miras’la ya da kamusal yapılarla ilgili çalışmalarımız devam ederken öbür tarafta da mimarlık hayatımız devam ediyor. Konut projeleri de yine kendi içinde çok keyifli...
Bektaş Konut
Konut projelerinde nasıl bir mimari tarz benimsiyorsunuz?
MÜ: Belli bir tarzımız var tabii. Aynı zamanda binanın içinde bulunduğu mimari örgüye, malzemelere, eğer bir köydeyse köyün dokusuna uyum sağlamaya, bölgenin dokusunun ruhunu yakalamaya çalışıyoruz.
Şu anda üzerinde çalıştığınız başka projeler var mı?
HCG: Bu konuştuğumuz projeler dışında İstanbul’da daha çok kendi çevremizde yaptığımız bazı konut yenileme projelerimiz var.
MÜ: Orada bir de üretimlerini de yapmaya çalışıyoruz. Mobilya ölçeğinde birtakım tasarımlar, fikirler geliştirip onları üretiyoruz. Böyle düşününce aslında her ölçekte tasarım yapıyoruz.
Frankhan, Fotoğraf: Cemal Emden
Sıfırdan yeni bir projeyi yapmayı mı yoksa Taş Mektep gibi, Moda İskelesi gibi çok değerli tarihi bir yapıyı yeniden işlevlendirmeyi mi daha çok seviyorsunuz?
HCG: Bu kendi aramızda da çok tartıştığımız bir konu. Sıfırdan bir proje tasarlamak, o yöreye özgü düşünmek, onun kendi statiğini kurmak vs. tabii ki mimarlık pratiğimizde olan ve çok hızlı geliştirebildiğimiz bir çalışma. Dolayısıyla bu çalışmalarımız da büyük keyifle gidiyor. Yani ondan da vazgeçemezsiniz ama bir taraftan da bu kamusal yapılar, mevcut yapıların dönüşümü, her şeyin yıkılıp baştan yapıldığı bir dünyada onları koruyarak tekrar hayata kazandırmak bence çok önemli bir şey. Orada da bambaşka problemler çıkıyor karşımıza. Mevcut yapı problemleriyle uğraşmak; yani yerin değil, binanın sana söylediğini yapmak zorundasın. O kadar çok kısıtları var. Bence ikisi de bizi eğitiyor ve birbirlerine de cevap vermeye başlıyorlar. O yüzden ‘bunu daha çok seviyorum’ diyemiyorum. Ben ikisini de aynı düzlemde devam ettirebilmeyi isterim.
MÜ: Yeniden işlevlendirme, yeniden işlevini kamusal olarak bulan binalar üzerine çalışmak gerçekten çok kıymetli. Önemli de bir konu. Yeniden işlevlendirme, dönüştürme, eski binaları ruhunu kaybetmeden yeni bir karaktere büründürme konusu çok keyifli.
Gelecek hedeflerinizden, planlarınızdan bahsedebilir misiniz?
MÜ: Kısa sürede birçok proje çizip hayata geçirme fırsatı bulduk. Mimari projeler her zaman inşa edilmiyor maalesef ama biz o konuda şanslıyız. Umarım bundan sonra da aynı hızla devam ederiz. Çünkü mimarlık üzerine düşünmeyi seviyoruz. Yeni problemler yaratıp onları çözmeyi seviyoruz. Bize bu durumu yaratmaya devam edecek çok projemiz olacağını umuyorum.
Ofise stajyer öğrenci kabul ediyor musunuz? Genç meslektaşlarınıza, mimarlık öğrencilerine ne gibi tavsiyeleriniz olur?
HCG: Tabii, alıyoruz. Yazın yoğun geçiyor staj dönemi.
MÜ: Öğrencilerle ilgilenmeyi seviyoruz. Bu hem bizim için de faydalı oluyor, kendi mimari kültürümüzü aktarmayla ilgili bize pratik oluyor. Aynı zamanda da mimarlık eğitiminin bence önemli bir parçası bir ofis ortamını görmek, işleyişi görmek, projelerin ve fikirlerin doğuşuna tanık olmak. Biz bu fikirleri hep birlikte tartışıyoruz. Birlikte çalıştığımız herkesi tasarımın düşünsel alanına katmaya çalışıyoruz.
Mimarlıktan yeni mezun olduğumda üç boyutlu programların kullanılmaya başlanmasıyla mimari temsil alanında büyük bir dönüşüm olmaktaydı. Üç boyutlu çizimler son 20 yıl içinde mimarlığın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Ama bu değişim hep devam ediyor. Sadece mimarlık için değil her alanda olan teknolojik gelişimelere mimari pratiğimizde adapte olmaya çalışıyoruz. Yapay zeka araçlarından çekinmiyoruz. Genç mimarlara da tavsiyem, dönüşümden, değişimden korkmamak, o dönüşümün bir parçası olmaya çalışmak olabilir.
Yapay zeka araçlarıyla birlikte mimarlığı temsil ediş biçimimizle ilgili köklü değişimler olacak gibi görünüyor. Burada bir projeyi hangi yöntemle yaptığınız değil, ne yaptığınızın önemi artacak. Yani düşünsel alanımızla ilgili zamanımız artarken, artık bir projeyi çizmeye daha az vakit harcayacağız.
HCG: Ben de konuyu şöyle bağlayabilirim; evet bir taraftan böyle bir durum var ama bir taraftan da mimarlığın biraz daha kendi kabuğundan çıkması gerekiyor. Edebiyat, film, felsefe, politika, siyaset, demografi, halk... Bütün bunlara ne kadar hakim olursan, bu düşünsel sürece olan katkın o kadar daha anlamlı ve içten olmaya başlıyor.
Sosyal medya tabii hepimizi içine çekiyor ama bir şekilde onunla ilgili bir sınırı bulup; o eski tip, bizim öğrenciliğimizdeki kültürel dünyayı anlamak çok önemli. Ondan vazgeçmemek gerekiyor. Benim de tavsiyem bu olur.