Cemil Şeboy'un demecini duyduğunuzda ne düşündünüz, ne tepki verdiniz?
Ne olacak, güldüm geçtim. Geçmişte, benden evvelki Başkan zamanında bir Kemeraltı toplantısı olmuştu. Ben de katılmıştım. Esnafın bir kısmı "Bu briket binaları niye koruyorsun? Buraya Tansaş yapacaksın, Migros yapacaksın" diye söylenip durdu. Şimdi aynı esnaf, bizim daha fazla koruma yapmamızı, orada daha fazla çalışmamızı istiyor. Niye? Çünkü anladı ki yol bu! Anladı ki öteki türlü Kemeraltı'nda hayat yok. Ben bir alışveriş merkezine gideceksem, neden Kemeraltı'na ineyim ki? Kemeraltı esnafı para kazanmak istiyorsa, yerli veya yabancı turistin oraya gelmesini sağlamalı. Hatta İzmirlinin... Ben biliyorum ki Karşıyaka'dan, Narlıdere'den, Alsancak'tan bir çok kişi sırf Kemeraltı'ndaki havayı hissetmek için belki haftada bir kez geliyor buraya. Bir gevrek alıyor, köşede bir çay içiyorlar.
Böyle bir alışkanlığı da var yani...
Evet, böyle bir yanı da var. Mesela o yıllarda "Öldüm, bittim" diyen esnaf, şimdi yer kiralamak için sıraya giriyor. Bu çok önemli bir değişiklik. Bir bakıyorsunuz "Öldüm" dediği dükkana 5-6 milyar kira ödüyor. Ufak bir dükkan kiralanan yer ölmüş, bitmiş olabilir mi? Türkiye ekonomisindeki çöküşe paralel olarak Kemeraltı'nda da müthiş bir gerileme var ama, Kemeraltı'nın özünden kaynaklanmıyor. Türkiye'ye yabancı sermayenin, yabancı şirketlerin zorla getirilmesinden kaynaklanıyor. Behiç Ak'ın bir karikatürü var: "Sıra buraya yabancı turist getirilmesine kaldı." Bizim insanlarımızda para olmadığı için büyük alışveriş merkezlerine kimin geleceği belli değil. Diğer bir karamsar görüş de, orayı yalnızca rant alanı olarak algılıyor. Geçenlerde birisi "Kemeraltı'nda geniş yollar açacağım" dedi. "Nasıl açarsın?" Kanunlar var, Koruma Kurulu'nun konumu belli... Dolayısıyla bunlar hayal! Elde kalmış bir avuç tarihi mekanda biz güzelleştirme yapalım deneceğine "geniş yol" isteniyor.
Benzer şeyler Konak Meydanı için de geçerli değil mi?
Genelde var böyle yaklaşımlar. Cemil Şeboy da "Dozerin üstüne binip yıkacağım" diyor. Bu ucuz mimarlık da değil, ucuz polemikçilik. Çünkü yapamaz! Buca'da bir yığın tarihi yapı var. Binsin dozerin üstüne, gitsin bakalım. Ama yapabilir mi?
Bu yaklaşım, kontrolsüz büyümüş, sınırları tam da çizilemeyen, çok da bütünleşik olmayan bir yerin ‘kentin artığı' olarak görülmesi kompleksinden kaynaklanmıyor mu?
Kentin artığı değil, tam tersine o arazi o kadar kıymetli ki! O bölgeyi korumayı, kendi spekülatif hırslarına bir engel olarak görmenin sonucu bu. Halbuki biz, Piriştina zamanında yapılmış bir 1/5000 plan doğrultusunda liman arkasından Karşıyaka'ya uzanan yeni bir yerleşim bölgesinin imar çalışmalarını yaptık. Orada gelişebilir. Sanki İzmir'de her yer dolu, bir burası kaldı! Bu çok basit bir yaklaşım. Tam tersine korunarak o düşündükleri ilerleme ve rantı elde edebilirler. Böyle de olmalı! Kemeraltı'nda isterse gelsin, atıl yerleri yıkarak yerine iki katlı, yeni, modern butik oteller veya başka işletmeler açsın. Biz buna karşı değiliz; tam tersine teşvik etmeye çalışıyoruz. Cephe güzelleştirmeleri ile yaptığımız da bu. Kalıpçı değil, canlı bir korumacılık olsun istiyoruz. Güzelleştiren bir korumacılık... Ama o toplumsal yapıyı da itmesin. Çünkü her kentte böyle bir tehlike var. Örneğin geçtiğimiz yıl yurtdışında katıldığım yeniden canlandırma, korumacılık toplantılarında hep Lizbon, Madrid, Hamburg'da uygulanan planları tartıştılar. Hatta Hamburg'da bunları eleştiren bir Türk vardı. "Bize ‘gidin, göçmenlerin oturduğu yenileme bölgesinde oturun' diyorlar. Ben oraya gittiğim zaman, oradaki göçmenler başka yere kaçacaklar" diyordu. Yani bütün sorun o toplumsal yapının nasıl korunacağı... Ha, tabii nitelik yükseltilerek nasıl korunacağı. Yıkık, çökük bir toplumsal yapıyla da bu işi yapamazsınız. Siz işportacılık ruhuyla, kap-kaççılıkla, çığırtkanlıkla bunu başaramazsınız. İşte o dengeyi kurmak gerekiyor.
Ama asıl amaç o sosyal dokuyu var olduğu gibi koruyabilmek, değil mi?
Ama sosyal doku da çok eskiden kalmış değil, yeni yerleşmiş. Sorunu da biraz bu yaratıyor. Oraya belki o da uyum sağlayamamış. O binada oturuyor belki ama 10-15 yıl evvel gelmiş. Belki bir derici-ayakkabıcı imalathanesi açmış. O çevre ile bir bağlantısı yok. Bu noktada da o bağlantıyı kuracak bir takım gelişmeler sağlamak lazım. Ama kolay mı? Değil.
Peki hiçbir müdahalede bulunmamak, olduğu gibi bırakmak sizin için bir tercih olamaz mıydı?
Ama o zaman yapısal olarak iyice çöküyor. Dolayısıyla sağlıklaştırmak gerekiyor. Niteliği değiştikçe ise kahvelere gidiliyor; önceden beş kişinin geçtiği oteller sokağına haftada 15 kişi gidiyor. Geziler tertipleniyor ve oradaki ekonomi hareketleniyor. Ve bu heyecanı hissediyorsunuz. Onlar sizi çağırıyorlar "Gel, burayı toparla" diyerek. Bunlara duyarsız olan, özellikle iç göçle yerleşmiş kesim ise nötr davranıyor. Onlar tabii genel olarak kente karşı nötr davranıyor çünkü uyum sağlayamamış, yabancı kalmış. Bu durumda biz de bu farkı kapatmak için dört yıldır belediye olarak çocuk gezileri düzenliyoruz. Biz her hafta olanakları sınırlı ilköğretim okullarından çocuklara kent müzelerini gezdiriyoruz. Yazın ise kadınları gezdiriyoruz. Şunu da gördük: 30 yıldır İzmir'de ilk defa denize çıkmış. Veya metroya ilk defa binilmiş. Tabii bu kent yaşamına uzaklıklarını gösteriyor. Biz bir yolla onları kent yaşamıyla kaynaştırmaya çalışıyoruz.