Kemeraltı İzmir için bu denli canlılığını koruyor mu?
Evet, elbette koruyor. Ama bu ilişkiyi daha alt düzlemde kuruyor. Bir alışveriş merkezine giden müşteri birikimine baktığımızda, onlar biraz daha orta ve üst sınıftan oluşuyor. Kemeraltı'na gelenler daha ziyade orta ve orta-alt sınıf oluyor. Ama şöyle bir gerçek de var: Örneğin evlenen genç kızlar ya da damatlar, mutlaka Kemeraltı'ndan bir şeyler arıyorlar. Ya da okul öğrencileri kırtasiye almaya geliyorlar. Diyorum ya, 300 çeşit mal var. Bunun için gelen büyük bir kitle var ve her an o hareketi görüyorsunuz. Bu faaliyeti biraz daha konforlu kılmak, güneşin şiddetini kesmek için de üst örtüler gerekiyor. "Bunu nasıl hem işlevsel hem de estetik bir bünyeye kavuştururuz?" sorusundan da yarışma doğdu.
Kemeraltı'nın oluşumunda İzmir'in bir liman kenti olarak kullanılıyor olmasının da etkisi var. Kentin kurulmasıyla birlikte limana inen yurtdışı mallarının iç pazara girmek üzere değerlendirilmesi, Kemeraltı Çarşısı'nı oluşturan etmen olmuş. Bu anlamda liman ve denizle kurduğu kaçınılmaz ticari ve fiziksel ilişkiyi devam ettirmek ve hatta güçlendirmek adına bir adımınız olacak mı?
100-150 yıl içinde İzmir kıyısı dört kere dolduruldu biliyorsunuz. Mesela 1300'lü yıllarda iç deniz doldurulmuş. 200 yıl öncesine gittiğimizde ise, karşımıza başka bir olgu çıkıyor. Kemeraltı'nın bugünkü denize yakında kısmında hanlar beliriyor. Çünkü senin söylediğin gibi ticaretin ve depoların bir arada toplanması gerekiyor. Bizim Çakaloğlu Han da burada bulunuyor. Mesela Kızlarağası Han'da bugün incik-boncuk satılıyor. Sarraflar var; kahveler var. Çakaloğlu Han'da da aynısını yaparsanız, bu sefer diğer tarafı öldürürsünüz. Dolayısıyla "Eski işlevine dönebilir miyiz?" diye düşündük. Çakaloğlu Han, İstanbul'daki Mısır Çarşısı'nın bir benzeri. Şöyle ki, Osmanlı döneminde Mısır'dan çıkan hububatın üçte biri buraya boşaltılıyor; üçte ikisi Mısır Çarşısı'na gidiyor. O üçte bir de Çakaloğlu Han'da... Burada, Türkiye şartlarında meyhane, disko vs. olmaz. Sonuç olarak dış yapısı değiştirilmeden, içinde bir baharat çarşısı, ya da buldan, şile bezi gibi orijinal kumaşların satıldığı turistik bir pasaj olabilir. Restore ettiğimiz ve bugün lokanta olarak kullanılan Abacıoğlu Han eskiden depo olarak kullanılıyordu.
Kızlarağası Han
Zaten bu gibi dönüşüm projelerinde siz ona ne işlev yüklerseniz yükleyin, o kendisini bulur. Böyle bir tolerans payı bırakılabilir, değil mi?
Söz konusu yenileme olunca, bizim de ceberrut rolümüz artabiliyor. Yani nedir bu? Bizim görüşümüze ters düşerse kamulaştırma da yapabiliyoruz. Bunun kötü, gaddarca bir yanı da var; bir de gerçekten tarihe hizmet eden, geleceğe ufuk açan bir tarzı da olabilir. Örneğin Abacıoğlu Han, 2-3 mal sahibi direnmese bir butik otel olacaktı. Şimdi istesek, gidip üç hanı alıp butik otele çevirebilirdik. Ama şimdi orası bu direniş sayesinde güzel bir lokanta oldu. Gerçi ikisi kotçulukta ısrar etti; hala dışarıya kot çıkartıyor, çığırtkanlık yapıyorlar.
Kemeraltı Şadırvanı
Bu garip sentezin Kemeraltı'nı Kemeraltı yaptığını aynı rahatlıkla söyleyebiliyor musunuz? Yani bir lokantanın yanında ısrarla bir kotçunun bulunmasının...
Öyle tabii... Bir yandan da içten yaralayan bir yanı var. Ben tertemiz, hijyenik olması taraftarı değilim. Öyle şeyler de yapılmak istendi çünkü... Mesela bir kez zabıtaya şikayet ettiler; müdahale ettik. Yolunmuş tavuğa döndü. Tabii ertesi gün herkes tepki gösterdi. Bize çirkin gelen asılı gömlekler, ufak tefek çıkmalar o renkliliğin bir parçası. Ama bir çeşit işporta var ki, rahatsız edici. Özellikle bayanlara yönelik koldan çekme, zorlama, bağırma, çağırma gibi hareketlerde bulunuluyor ve elbette sert bir tepki yaratıyor. Buraya giden insanları ürkütüyor. Özellikle kadınlar "Artık gitmiyorum" diyor. Eskiden böyle olmadığını söylüyorlar, ki doğru. Yerleşmiş esnaf da tepki veriyor. "Ben yıllardan beri vergimi veriyorum, adam gelmiş buraya" diyor. Orada bir grup var. Çeteleşmeye çalışıyor ve biz de bunu özel kuvvet ve zabıta ile engellemeye çalışıyoruz. Bunun için de ikna yöntemini uygulamaya çalışıyoruz ama ne kadar başarılıyız, bilemiyorum.