Foto: Mutfakta çay molası
Tasarım dışı süreçlerin aslında çok daha fazla zaman ve efor gerektirdiği üzerine konuşmuştuk. Bu yükü azaltmak anlamında, örneğin profesyonel bir yönetime geçmek gibi düşünceleriniz oldu mu?
Kerem E: Oluyor elbette. Çok net olamasa da, o anlamda adımlar da atıyorsunuz. Yakın zamana kadar üzerimdeki idari yükler daha fazlaydı, ama bunları kısmen başkalarına aktardım. Tülay, ticari anlamda belki teklif kısmını değil ama ondan sonraki bütün aşamaları takip ediyor. Bu da üzerinizdeki bazı yükleri alıyor. Bir de birşeyleri paylaşmak güzel oluyor. Sorumluluk veriyorsunuz ve siz mümkün olduğunca az görünen kişi haline geliyorsunuz. Belli bir noktadan sonra, gerçekten büronun profesyonel bir idareciye ihtiyacı var. Sadece idari anlamda değil ama finans, insan kaynakları gibi çeşitli başlıklar için de geçerli bu. Halkla ilişkiler örneğin. Bizde basın ile bütün iletişimimizi yürütmeye çalışan kişi Sezen. Her ofiste bilgisayarla arası iyi olan biri vardır ya, bizde de Fatih IT işlerini yürütüyor. Elbette dışarıdan bu anlamda profesyonel hizmet alıyoruz, ama içerden de bir kişi bunu görev edinmiş oluyor. Yani, sorumlulukları ekip içinde dağıtıyoruz. Ama elbette bunu ileride daha da profesyonel bir hale getirmek gerek.
Belki burada avantajımız, çalışanlarımızın uzun soluklu çalışıyor olmaları. Ayrılanlar ya kendi ofisini açıyordur, ya yurt dışında yaşamaya karar vermiştir ya da askere gidiyordur. Yani yaşamın kırılma noktalarında verilen kararlardan biridir o. Şu ana kadar hiç problemli bir ayrılık yaşamadık. İşe alımlarda birkaç aylık bir deneme süremiz oluyor ve doku uyuşmazlığı yaşadığımız durumlar oluyor. Ama bu tür durumların dışında 5 - 6 yıldan aşağı değildir, 8 - 10 yıl diyebilirim ki biz 15 yıllık bir büroyuz.
Maddi anlamda da çok az kişiyle maaş konusunu konuştuğumuzu hatırlarım. Bir şey kazanıyorsak, herkesin de bunda belirli bir katkısı oluyor ve bunu belli bir şekilde yaymaya çalışıyoruz. Bu nedenle sürekliliği sağlamak da kolay oluyor.
Çalışılanlarla kurulan bu uzun soluklu birliktelik nasıl bir avantaj anlamına geliyor büro için?
Öncelikle bu bir ekip çalışması, 'one man show' gibi bir durum değil. Anonimlikten bahsetmiştik ya, ekip birbirini ne kadar iyi tanırsa o 'anonimliği' yakalamak da o kadar kolay oluyor. Birbirinizi destekliyorsunuz. Bu, sıradan bir çalışma arkadaşlığından da öteye giden bir durum. Ortaya daha iyi bir ürün çıkıyor ve ayrıca insanlar daha mutlu oluyor. Yaptığımız iş, öyle vakit doldurup ay başında maaşınızı alacağınız bir iş değil; zor bir iş.
Farklı tipolojilerde yapı üretmenin zorlayıcı yönleri var mı?
Bunun avantajları da var, dezavantajları da. İşverenle görüşmelerde ilginç şeylerle karşılaşabiliyorsunuz. Soruyorlar size, "Daha önce hastane yaptınız mı?". Hayır yapmadık, ama bu, şimdiye kadar yapılmış olanlardan daha kötü bir hastane yapacağımız anlamına da gelmiyor. Ancak, kimi zaman sürekli aynı tipolojide yapılar yapmak bir tekrarı da beraberinde getirir mi diye düşünmüyor da değilim. Ama o alanda birkaç ürününüzün olması, elbette işlerinizi de kolaylaştırıyor. Ön araştırma sürecini daha kolay aşıyorsunuz. Hayır, farklı tipolojilerde yapı yapıyor olmak bence zorlayıcı değil. Başladığınız her işte, verileri o andaki taleplere ve yerine göre süzgeçten geçiriyorsunuz, yeniden yan yana getiriyorsunuz.
Biraz önce Ayçen ile konuşurken okul projelerinden bahsediyordunuz. Bir yöntem öğrenmenize rağmen, orada yaptığınız bir hastane aslında bir program oluşturmak anlamına geliyor. Oysa gerçeğinde böyle değil. Gerçeğinde, o hastanenin işletmecisi, baş hekimi ve oranın diğer bileşenleri ile tek tek konuşuyorsunuz; teknolojik gelişmeleri öğreniyorsunuz. Değişen, gelişen bütün bu durumları tekrar irdelemek, konuşmak, yeni hastane formatının ne olması gerektiği üzerine düşünmek gerekiyor. Çünkü orada da pekçok şey değişiyor. Eskiden hastaneler ilaç kokan yerlerdi; ama geçenlerde özel bir hastaneye gittim ve sanki bir otele gitmiş gibiydim. Evet hala hijyen gibi değişmez özellikleri var, ama o eski tatsız imge gittikçe kırılıyor.
Bir tekstil firması, yeni bir mağaza konsepti oluşturmak için bir çalışma yapıp yapamayacağımızı öğrenmek için çağırdı geçenlerde. Daha önce böyle birşey yapmadınız galiba dediler. Ben de dedim ki, Rem Koolhaas Prada Mağazasını yaptı ama hiç kimse ona daha önce mağaza yapıp yapmadığını sormadı. Hem zaten o konseptin teknik evreleri için o kadar çok profesyonelle çalışıyorsunuz ki artık, hata yapma şansınız aza iniyor. Şimdi bir alışveriş merkezi projesi yapıyoruz ve onda da kiralama danışmanından bilmem neye kadar birçok danışmanımız var. Onların hepsi kendi birikimlerinden yola çıkarak, size nasıl bir kurgu olması gerektiğini anlatıyorlar. Kimse kararları sadece size bırakmıyor; 'mimar bilir' gibi bir durum yok. Sizden beklentisi başka bir şey. Tabi onların olması iyi birşey. Ama her danışmanla tartışılan başka senaryolar var. Trafiğe nasıl bağlanacağı, örneğin Carrefour kiralarsa nasıl bir depo isteyeceği gibi. Hatta kiralaması olası firmalarla bile ayrı ayrı toplantılar yapılıyor.
Sonuç olarak, eğer genel yaklaşımınız doğruysa birçok konuyu rahatlıkla çözebilirsiniz diye düşünüyorum.
Farklı tipolojiler, farklı düşüncelerde iş verenler anlamına geliyor mu?
Bu anlamda bir gruplama yapmak zor. Her kurumun farklı bir karakteri var. Hatta kimi durumlarda, örneğin bir hastane iş vereni ile bir okul iş vereni çok paralel düşüncelerde olabilir. Bu, tamamen algıyla ilgili sanırım. Kimisi daha önce mimarlarla çalışmış olabiliyor, çalışmasa bile çok açık görüşlü olabiliyor ve güveniyor, kimisi tam tersine güvenemiyor.
Peki farklı coğrafyalarda farklı kültürler için projeler üretmek nasıl etkiliyor büronun yapılanmasını ya da etkiliyor mu?
Biraz etkiliyor olabilir ama bu nasıl yaptığınıza bağlı sanırım. Sibirya'da yaptığımız iş, bir Türk firması içindi. Ama yine de zorlandığınız noktalar olabiliyor. Örneğin Moskova'ya gidip projeyi anlatmanız gerekiyor, ama Rusça bilmiyorsunuz. Ayrıca bürokratik süreçler farklı olabiliyor. Ama bunları danışmanlar aracılığı ile aşıyorsunuz.
Geçenler'de Building Design'de yer alan bir haberde insan hakları ihlalleri bakımından sabıkalı ülkelerde iş yapmanın ne kadar etik olduğu ile ilgili bir haber vardı ve Daniel Libeskin'in "Çin'de iş yapmayacağım, artık mimarların daha etik bir duruşu olmalı" sözleri hatırlatılıyordu. Siz ne düşünüyorsunuz mimarlık ve etik hakkında?
Türkiye için öncelikle yapısal anlamda binaya karşı bir ahlaki sorumluluğumuzun olması gerektiğini düşünüyorum. Bir binanın bitmesini sağlamak gibi bir görevimiz var. Çünkü inanılmaz kötü bir yapı stoğumuz var. Türkiye'de mimarın öncelikli görevi 'adam gibi' bina yapmak olmalı. Bundan kastım, doğru mekanları içeren, doğru yapı bileşenleriyle yapılmış, akmayan, kokmayan ahlaklı bir yapı olması. Öncelik bu olmalı. Bunun yanında başka artı mimari özellikler de katabiliyorsanız, bu bir avantajdır.
Hasan kiracı ve bugünlerde ona yeni bir ev bakıyoruz. Görüyoruz yapılarımızın ne kadar kötü durumda olduğunu. Baktığımız yerler de, 'iyi' olarak kabul edilen semtler. Malzeme kalitesi bir yana, mekansal kaliteleri çok zayıf. Sonraki aşamalarda sosyolojik, siyasi vs boyutlar da irdelenebilir, ama Türkiye'nin öncelikli sorunu bu.
Malzeme tercihinizi nasıl oluşturuyorsunuz? Sizin için 'ayrıcalıklı' malzemeler var mı, yoksa proje mi asıl belirleyici olan?
Bu da şartlarla ilgili bir konu, kendimizi bağlı hissettiğimiz bir malzeme yok. Ama her malzemenin de doğal olanını tercih ediyoruz, birşeymiş gibi görünen malzemeleri sevmiyoruz. Kumaşın kalitesi tabiki önemli ama her kumaşla da birşey yapılabilir. Bu, olana nasıl yaklaştığınızla ilgili.
Birden başka bir konuya zıplayacağım ama Oda seçimleri sonrası gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben, Oda'nın mesleğini iyi yapmaya çalışan üyelerinden biriyim. Yıllık aidatımı veriyorum, proje çizdiğim zaman onu onaylatmak için de bir har ödüyorum. Güzel, bunlarla bir itirazım yok. Ama bunların geri dönüşlerinde bir aksaklık var. Oda benim için ne yapıyor diye sorduğum zaman kendime, bana bir yetki belgesi veriyor. Fakat, okulu bitirerek ben bu yetkiyi yaten aldım ve öte taraftan Ticaret Odası'na da kayıtlıyım. "Gelin, alın" dedikleri ajanda ve birkaç ayda bir gelen Mimarist dergisi dışında Oda ile bir kontağımız yok. Halbuki, oranın birleştirici bir yönü olmalı. Ayrıca mesleki anlamda ciddi zorunlar var. Yanılmıyorsam (bunların kaçı Oda'ya kayıtlı bilmiyorum) İstanbul'da 15 bin civarında mimar var. Bunların bir kısmı bizim gibi tasarım ağırlıklı çalışıyor, bazıları müteaahitlik yapıyordur, kimisi yayıncılık yapıyordur, yan sanayilerde çalışan mimarlar vardır, eğitimciler vardır... Seçim öncesi aşağıdaki arkadaşlara oy kullanıp kullanmayacaklarını sordum ve neredeyse hepsinin Oda'ya kayıtlı olmadığını öğrendim. Çünkü boş yere harç vermek istemiyorlar.
Bana kalırsa Mimarlar Odası, örneğin imar yönetmeliklerine karşı mücadele etmeli. Niye çatılar yüzde 30 eğimli olmak zorunda, daha mı güzel oluyor böylece? Niye 1.5 metrelik konsollar? Evet savaş olmasın, kadınlar dövülmesin, ama bunlara diğer sorunları hallettikten sonra bakalım. Evet yaptığımız işin sosyal boyutları da var, ama meslek odası olarak yapman gerekenleri tamamladıktan sonra bunlara bakmalısın.
Oda, gerçekten birleştirici, buluşturucu olmalı. Kendisi yapamıyorsa da işbirliği yapabileceği pekçok kurum var. Ve bu kurumlar bu gibi şeylere soğuk bakmıyorlar. Örneğin, 'Kardeşim sen mezun oldun, neden gelmiyorsun' diye sor, bunun kayıtları var nasıl olsa. Onlara iş bulmak için insan kaynakları şirketleriyle iş birliği yap gibi.
Şimdi de sürekli mesleki gelişim diye birşey başladı, kredili bir sistem. Aslıda düzgün yürütülebilirse faydalı birşey. Ama garip bir durum var. Cem (İlhan) ile de konuştuğumuz birşey bu, konferansa çağırılıyorsun, izlemeye gelenler kredi alıyor ama konuşmacı olarak sen alamıyorsun.
Mimarlık dünyası insan kaynakları yönetiminde ne kadar bilinçli? Örneğin siz nasıl bir yönetem izliyorsunuz, süreci nasıl kurguluyorsunuz?
Bir ilan veriyorsak, örneğin parantez içinde ilan yazarak başvurularınızı yapınız diyoruz ve eğer öyle yapmıyorlarsa dikkate almıyoruz. Bu dikkatlerini ölçemek için bir kriter mesela. Bizim ilk elememizi sekreterimiz yapar, kriterlerimizin sağlanıp sağlanmadığına bakar. Biz öğrenci istemiyoruz örneğin, bu tam zamanlı yapılması gereken ve kendinizi tam vermeniz gereken bir iş çünkü. Sonrasında Hasan ile şöyle bir tarama yapıp olabileceklere bir artı koyuyoruz ve bir randevu belirleniyor. Ama bir tasarım ofisi olduğumuz için tanımak da yeterli olmuyor, bu anlamda portfolyo da bizim için önemli bir kriter. Oradaki işlerden bir değerlendirme yapmaya çalışıyoruz. Sonrasında da birkaç aylık bir deneme sürecimiz oluyor.