Kariyerinize akademisyen olarak başlamıştınız, ancak tasarım ile sürdürmeyi tercih ettiniz.
İTÜ Mimarlık Fakültesi Bina Bilgisi Bölümü'nde üç yıllık bir araştırma görevliliği dönemim oldu. İzleyebildiğim kadarıyla, Teknik Üniversite'de öğrencilerin düşünsel ufkunu kapatmamak adına gittikçe artan bir ivmeyle teori ağırlıklı, tasarım öncelikli, açık uçlu bir eğitim veriliyor. Bunun olumlu yanları da var elbette, ama her mezun bir ‘star mimar' olacakmış gibi bir alt yapı oluşturmaya çalışıyorlar. Ama pratiğe dönerseniz, büroda çizim yapan da mimar, şantiye şefi olup metraj çıkartan da mimar, kamu kurumlarında çalışanlar da mimar. Hepsinin gerçekte karşılaştıkları olaylar da çok farklı.
Genellikle çalıştığımız projeler büyük ölçekliler. Bunların idari problemleri, onay süreçleri, yönetmelikler, farklı sorunları beraberinde getiriyor. Büyük bir konut projesi yaptığınız zaman, ruhsatlandırılmasından pazarlama sürecine kadar o kadar çok girdi var ki. Üniversitede, bu diğer başlıklara hiç hazırlıklı olmadığımızı görüyorum. İstediğimiz gibi tasarım yapamıyoruz gibi bir hava yaratmak istemem, ama mimarlığın tek başına sanat olmadığını, farklı disiplinlerle birlikte büyük bir ekip işi olduğunu söylüyorum. Bu süreçte yapımcı, kamu, yerel yönetim de önemli bir rol üstleniyor.
Biz burada, güncel modaları takip eden projelerden kaçınarak ayakları yere basan mimarlık yapmaya çalışıyoruz. Zamansız, yani her dönemde beğenilen, doğru, Türkiye'de problemsiz uygulanabilecek yapılar yapmaya çalışıyoruz. Yaptıklarımıza baktığınız zaman da, bu çizgiyi hissetmek mümkün.
Teoriden pratiğe geçiş sizde nasıl bir çatışma yarattı?
Bu anlamda bir çatışma yaşadığımı söyleyemem. Ailem nedeniyle zaten inşaat sektörünün içindeydim, öğrenciyken de şantiyelere gidip geliyordum. Zaten akademik ortamın tamamen uygulamaya dönük olmasını da bekleyemezsiniz, beklenmemeli de. Çünkü öncelik eğitimdedir ve hatta üretilen / üretilecek teorilerle mimarlığın geleceğinin temel taşlarının kurulması, geleceğinin tartışılması gibi iddialı hedefler de olmalıdır. Çünkü orası bilim üreteceğiniz yerdir. Sanırım bütün dünyada yaşanan bir pratiktir bu. Bizim bir şanssızlığımız, belki de, yapı sektöründeki tedarikçi ve uygulamacı firmaların çok kuvvetli olmamaları. Fikirleriniz uygulamaya geçmeye başladığı zaman, uygulamacıların da sizinle aynı mantıkta, aynı dünya görüşünde, aynı endişeleri taşıyor olmaları gerek. Esas çatışma, onların düşünceleri, endişeleri farklı olduğu zaman başlıyor.
Tasarım yapmanın ötesinde mimarlık yapabileceğiniz mecralar çoğalıyor, çeşitleniyor. Bürolar, bu yelpaze içerisinde nasıl bir seçenek anlamına geliyor? Eğitimin tasarım odaklı olması bürolar için bir yük anlamına geliyor mu?
Bence bürolar arada kalıyorlar, eziliyorlar. Bunun birkaç farklı gerekçesi olduğunu düşünüyorum. Bir kere bütün projelerde işveren, karar vermede, finansman bulmada ve program oluşturmada bütün zamanı kendi kullanıyor ve son dakikada mimardan ‘çok acil' bir proje istiyor. Bürolar, süre anlamında rahat bir çalışma ortamı bulamıyorlar. Ayrıca eğer hayranlık uyandıracak, olağanüstü bir proje bekliyorsanız, bunun dünya standartlarındaki bedelini de karşılamalısınız. Bunlarla mücadele etmek yorucu. Özellikle üç boyutlu uygulamaların yaygınlaşması nedeniyle, işveren daha işin başında o görüntüyü elde edip reklamını yapmak, hatta işi de onunla vermek istiyor. Takdir edersiniz ki, normalde proje sürecinin en sonunda ortaya çıkması gereken bir ürün bu. Hatta birkaç mimardan ‘render'leri toplayıp, bunlar üzerinden tercih yapmak gibi bir yaklaşım var. Üstelik bunun bedeli ya ödenmek istenmiyor ya da çok az bir bedelde tutulmaya çalışılıyor. Bizim büromuz, geçmişten gelen gücüyle bundan kaçınabiliyor. Ancak yarışmalara katılmayan, müşteriyle karşı karşıya kalan genç bürolar, bu tarz çalışmaya mecbur kalabiliyorlar.
Tekeli-Sisa Mimarlık sizin için ne anlama geliyor?
Öncelikle buranın bir parçası olmaktan ve Türkiye'de de böyle tutarlı bir firmanın olmasından gurur duyuyorum. Özellikle yapı sektöründe aynı prensiplerle, belli bir çizgide direnebilen firma sayısı çok az.
Bu sürekliliğin, geleneğin zorlayıcı olduğu zamanlar da oluyor mu?
Bu, statik bir gelenek değil. Bu, bizim formel mimarlık çizgimizin aynı olduğu anlamına da gelmiyor. Her projede, ona özgü bir buluş, çözüm, yaklaşım var. Gelenek, daha çok bizim olayı ele alışımızda. Bu, ancak süre olarak çok sıkıştığımız zamanlarda zorlayıcı olabiliyor. Biz etütten kısmayalım istiyoruz. Etüt, hem projeyi daha iyi bir noktaya götürüyor, hem de işverenin daha sağlıklı bir ürün elde etmesini sağlıyor.
Çalışan sirkülasyonunun çok az olması, büro için nasıl bir avantaj anlamına geliyor, üretime nasıl yansıyor?
Bu, gerçekten büro içi üretimi doğrudan etkiliyor. Zamanla çalışanların hangi alanda becerikli, yetenekli oldukları ortaya çıkıyor. Siz de iş bölümü yaparken elbette bunları göz önünde bulunduruyorsunuz. Bu da daha hızlı ve daha doğru bir proje süreci anlamına geliyor. Ama bu, örneğin bir arkadaşımızın sadece kesit çizeceği anlamına gelmiyor. O kadar katı bir yaklaşım değil bu. Herkes, her konuda çalışabilir. Zaten, büro büyüklüğü olarak çok ara bir ölçekteyiz. Büyük bir büro olsanız, o zaman uzmanlaşmaktan bahsedilebilir.
Siz bir şeyler eklemek ister misiniz?
Son yıllarda mimarlığın algılanması, görünüşü değişmeye başladı. Daha saygın, önemi daha iyi anlaşılır bir yere gelmeye başladı. Eskiden proje önemsenmezken, bugün yatırımlarda "iyi bir mimarla çalışalım, doğru bir yatırım yapalım" görüşü ağır basmaya başladı. Bunda Yapı-Endüstri Merkezi gibi teori üreten, mimarlığa destek olan kurumların büyük katkısı var. Mimarlık, dünyada da biraz tasarım öncelikli olmaya başladı, entelektüel ürünün algılanışı ve değeri değişti. Çünkü üretim süreçleri çok hızlandı. Üretim bandına koyduğunuz üründen binlerce üretebiliyorsunuz ve böylece maliyeti de düşürmüş oluyorsunuz. Ama söz konusu tasarım olunca, altındaki imza gittikçe daha da önemli oluyor. Mimarlığın geleceğini daha iyi görüyorum.
Bazı yabancı mimarlık bürolarının Türkiye'de de bir şube açtığını, açmak istediklerini biliyoruz. Bazıları da bizden bazı bürolarla iş birliğine gidiyor. Bu süreç Türkiye mimarlık ve büro pratiğini nasıl etkiler sizce?
Bu kaçınılmaz bir durum. Amerika ya da İngiltere'deki mimarlık bürolarına bakın, tüm dünyaya tasarım yapıyorlar, hizmet satıyorlar. Onlarla rekabet edebilmek, onların kaynaklarıyla mücadele edebilmek zor. Elbette bazı firmalar için sıkıntılı bir dönem olacak. Benim endişem, bu firmaların kendi ülkelerindeki uygulamalarına gösterdikleri özeni burada yapacakları uygulamada göstermemeleri. İşveren için de "bütün dünyadan en iyiyi aradım, buldum" düşüncesi çok cazip. Ama yerli firmalara da kendini ifade edebilme, rekabet edebilme şansı verilmeli.