Meslek hayatınıza nasıl bir başlangıç yaptınız?
1990 yılında Mimar Sinan (Güzel Sanatlar) Üniversitesi'nden mezun oldum. Yüksek lisansımı YTÜ'de restorasyon üzerine yaptım. Bu sureçte Prof. Haluk Sezgin ile çalıştım. Doktoraya tekrar MSÜ'de devam ettim. 1993 yılında Tekeli-Sisa Mimarlık'ta çalışmaya başladım. Proje yöneticisi olarak çalışmaktayım. Büroda çalışmaya başladığımda Sami Bey hayattaydı ve onunla da uzun süre çalışma şansına sahip oldum. Tekeli Sisa bürosu, bilindiği gibi köklü bir geçmişe sahip. Türkiye koşullarını göz önünde bulundurursak en önemli farklardan biri, projeye çok yoğun bir araştırma ve tasarımla başlanması. Bu, günümüzde birçok mimari ofiste, birkaç perspektifle iş bitirildiğini düşünürsek, büyük bir fark. Adeta amatör ruhla ve meslek sevgisiyle çalışıyoruz. Projelere, derinlemesine araştırmalarla başlayıp, sonrasında etüdlerle devam ediyoruz. Proje olgunlaştıktan sonra uygulama projesi üzerinde çalışmaya başlıyoruz. O aşamada bile etütlerimiz sürüyor. Daha iyinin arayışı bitmek bilmiyor. Doğan Bey'in deyimiyle, gelinen her aşama sondan bir önceki oluyor.
Tekeli-Sisa Mimarlık Bürosu, oldukça uzun soluklu bir pratik. Bunu, çalışanlar için de söylemek mümkün. Bu, büro içi iletişimi, görev dağılımını ve projeleri algılamayı nasıl etkiliyor?
Ben, çoğunlukla Doğan Bey ile birlikte çalıştım. İlk yıllarımda en güzel tarafı hem işi öğrenmek, hem de amatör ruhu kaybetmeden profesyonel yaşamı sürdürebilmekti. Doğan Bey, çalışma ortamında, asla değişmeyen nazik üslubu ve duruşu ile günümüz yöneticilerinin ornek alması gereken bir ustad. Büro ortamına baktığım zaman da uyumlu olduğumuzu, projeler üzerinde fikirlerimizi özgürce konuşabildiğimizi görüyorum. Bence güzel bir arkadaşlık ortamı mevcut. İş hayatında uzun süreli ve istikrarlı beraberlik, işlerin daha düzenli ve uyumlu sürdürülebilmesini, aynı dili konuşabilme ve hatta kimi zaman konuşmadan anlaşabilmeyi getiriyor. Benim için önem taşıyan bir yanı da huzurlu bir ortamda rahatça tasarım yapabilmek, proje geliştirmek. Projelerin gerektirdiği düzende ve sayıda ekipler oluşturarak başlanan çalışmalar, ekipte yeralanların da aktif katılımlarıyla projenin sonuna kadar aynı disiplinle devam ediyor.
Okul olarak nitelendirilebilecek bir büroda çalışmak nasıl bir duygu?
Hayatta daima öğrenecek birşeyler olduğuna inanalar için güzel. Araştırmacı ruhunuzu kaybetmemeniz gerekiyor. Elbette kişisel çabalarınızla da bilgiye ulaşabilirsiniz, ama burada herşey deneyimlerle de elinizin altında. Tasarım, genel olarak çok hızlı gelişiyor ve değişiyor, alt kollara ayrılıyor. O anlamda, kendinizi yenilemek çok önemli. Biz hem malzeme, hem de teknik anlamda dünyada neler olup bitiyor hep araştırıyoruz, yeniliyor, yenileniyoruz. Ancak, okul derken, hep öğrenci kalıp sadece bir şeyler öğrenmenin peşinde olmamalı, zamanı geldiğinde mezun olup mimariye katkıda bulunmanın gerekliliği unutulmamalı elbette. İyi yetiştirdiği mezunları olmazsa okul olmanın ne anlamı kalır ki…
Mimarlık formasyonu alanların önündeki alternatifler çoğalıyor. Gayrimenkul danışmanlığı, pazarlamacılık, mimarlık medyası gibi yeni mecralar oluşuyor. Bu anlamda tasarım yapmak, tek seçenek olmaktan uzaklaşıyor. Bu noktada büro nasıl bir tercih olarak duruyor?
Biraz kişisel bir tercih olduğunu söyleyebilirim. Akademik yaşamı tercih etmek, bilgi birikiminin dışında ilgiyle de bağlantılı. Örneğin bu anlamda benim de hep ilgim akademik ortamların uzerinde oldu ama meslek hayatım tasarım-proje ile devam etti. Tasarladığınız şeyi üretimin sonunda tasarladığınız şekilde görebilme şansına sahip olabildiğiniz ender kurumlardan birisi burası, tercihim bu yönde oldu. Bazı arkadaşlarım da, mezun olduktan sonra mobilya veya malzeme firmalarında tasarımcı ya da pazarlamacı olarak çalışmayı tercih etti ve güzel yerlere de geldiler. Büroya kıyasla , bugünkü tüketim topluma yakın durmak daha güncel. Türkiye koşullarında kişisel tercihe göre iş yapabilmek de bir lüks ne yazık ki.
Staj yapacak öğrencilere ya da iş başvurusu yapacak olanlara neler önerirsiniz, neleri dikkate almalılar?
Öncelikle, başvurdukları kurum mesleği doğru öğrenebilecekleri bir yer olmalı. Okullarda elbette çok değerli hocalarımız var, ama hayat biraz daha farklı yol alıyor. Büronun onlara verebileceği en önemli şey, öğrendikleri teorik bilgileri pratiğe aktarabilecekleri bir ortam sunması. Bunun dışında, hep bilgi almanın ötesinde biraz da neler verebileceklerini düşünmeliler. Başlangıçta çok şey beklenemez belki ama o çaba onların gelişimine önemli katkılarda bulunacaktır. Olanakları ölçüsünde değişik ortamları ve mekanları deneyimlemeleri de çok önemli. Çünkü daha sonra önlerine benzer işler geldiği zaman, kullanıcı olarak karşılaştıklarından yola çıkarak çözümler üretmeleri daha kolay olacaktır. Mimariyle doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili tüm konuları araştırıp birebir yaşamanın yollarını bulmak gerek. Sanat etkinlikleri, film, muzik festivalleri, yurtiçi, yurtdışı seyahatler… Aslında hayatın tamamı mimarı besleyen, büyüten detaylar içeriyor. Kendini yetiştirmiş, vizyon sahibi, alt yapısı kuvvetli ve elbette mesleğinde gelişime açık bir mimar olma hedefinden vazgeçmemeli. Tabi bir de tüm bu özelliklerin kıymetini bilen yerleri bulabilmek gerek… eğer varsa :-))
Son yıllarda İstanbul'da önemli mimarlık etkinlikleri düzenleniyor. Öte taraftan, Doğan Bey de pek çok etkinliğin önemli isimlerinden birisi. Bu sizi nasıl etkiliyor?
Doğan Bey'in muhteşem bir enerjisi var. Birikimini genç kuşaklara aktarması çok önemli. Biz de yakından izliyoruz. Ayrıca diğer tüm etkinlikleri de takip edip sonrasında mutlaka aramızda kendi değerlendirmemizi yapıyoruz.
Siz MSGSÜ mezunusunuz. MSGSÜ, İTÜ, farklı gelenekleri temsil ediyorlar. Bu projelere yaklaşımınızı nasıl etkiliyor, bir çatışma vs yaratıyor mu?
Her okulun kendine özgü yanları olsa da, herhangi bir zorlukla karşılaştığımızı söyleyemem. Ufak tefek kabul farkları elbette oluyor ama bunlar normal karşılanabilecek şeyler. Ayrıca sadece yurtiçinde değil yurtdışında eğitim görmüş meslektaşlarımızla da çalışıyoruz. Zaten büronun oturmuş bir dili var. Bu çerçevede sorunsuz sürdürüyoruz projeleri.
Başka birşeyler eklemek ister misiniz?
Türkiye'de de hala güzel şeyler yapma fırsatı var. İşleri çok zor ama genç arkadaşlar pes etmemeli. Kendi başına birşeyler yapmak zor, ama yine de denemekten vazgeçmemeli. ‘Ben mimar oldum' demekle bitmiyor, sürekli bunun üzerine birşeyler eklemek ve tüm algıları en üst düzeyde açmak gerekiyor.