"Mimarlığı Akademik Hayatın İçine Girdiğimde Daha iyi Kavradım"

02 Kasım 2023

Son dönem projelerinizden Süleyman Saim Tekcan İasos Müzesi'nden bahsedelim...

ST: Süleyman Hoca Türkiye’nin alanındaki en değerli ismi açık ara ve bu ünü sınırlarımızı çoktan aşmış bir sanatçı. Ama benim için onu daha da değerli ve ölümsüz kılan, hayatını, sanata, insanlığa, doğruluğa adamış olması. Müzemiz son derece küçük ölçekli olduğundan onun görme ve yaşama becerisini yansıtabilmek asıl hedefimiz olmuştu. Ayrıca Hocanın üretkenliği de bizi çok küçük bir hacim içerisinde en kolay ve en fazla üretme imkanı tanıyacak bir proje yapmaya itti. Hocanın renk konusundaki seçiciliğine duyduğumuz saygı ve dünyanın en güzel mavileriyle kucaklaşacağını düşündüğümüz binamızı bu nedenle bembeyaz yapmak istedik. Mimarlar yer seçimi konusunda çok titizdir ancak, burada yıllar öncesinden kalan bir beton zemin vardı ve sınırlarımızı o zemin belirledi. Bu nedenle son derece başarılı bir statik projeyle çelik olarak inşa ettiğimiz binamız sınırları içinde kalan küçücük bir Delice Zeytin fidanını bile içeri alacak şekilde biçimlendi. O küçücük ağacın dalına dahi dokunmadan yapının içinde var olmasını ve yaşamasını sağladık. Bu nedenle iyi bir proje oldu diyebiliriz.               

Milas’ta konumlanan projenizi zamansız ve çevre dostu olarak tanımlıyorsunuz? Bu bağlamda da sürdürülebilirlik, ekolojik yapılar tasarımlarınızın neresinde?

ST: Milas Belediyesi'nin bir talebi üzerine hazırladığımız proje bizim için de yeni şeyler öğrendiğimiz, zorlayıcı bir proje oldu. Yaşanan depremler sonrasında artık mimarlığın salt yapı üretmekten ibaret olmadığını tartıştığımız bir dönemde, Kerpiç malzeme ile samimiyetimizi artırma projesi diyebiliriz bu proje için. Basit bir tektoniği olan yapının, önemli özelliği kompozit bir sütrüktüre sahip olması. İzmir-Muğla-Bodrum yollarının kesiştiği Milas’ın en önemli kavşağında konuşlanan proje kerpiç tiyatro salonu sayesinde, ürkütmeden deprem farkındalığını yaşatsın istedik. Yine sadeliği en üst seviyede aradığımız ve sanırım bu defa bulmayı başardığımız bir yapı diyebilirim bu proje için. Milas’a hayırlı olur, bu özende yapılmış binaların da örneği olur diye umalım.  

Ürün tasarımlarınız devam ediyor mu?

ST: Evet o benim vazgeçilmez bir tutkum. Yakın zamanda Türkiye’nin en önemli mobilya üreticilerinden birine, 2 tane ikonik, zamansız ve mekansız ürün ve bir tane de yükseklik alçaklık ayarı yapılabilen, enteresan bir masa tasarladık. Boş durdukça bu tip tasarımlar yapmak beni dinlendiriyor, o nedenle üretilme amaçlı olmasa da sürekli bir şeyler tasarlıyorum. Bu konuda da en büyük destekçim 20 yıldır birlikte ürettiğimiz Ceyhun Akın. 

Çeşitli üniversitelerde proje yürütücülüğü yaptınız, Yeditepe Üniversitesi hala devam ediyor. Hem akademi hem de pratik deneyimleriniz aynı anda... Sizce bu birlikteliğin mimarlık kültürünün gelişimine etkileri/katkıları neler? 

ST: Hep söylüyorum, ben mimarlığı akademik hayatın içine girdiğimde ve birileriyle beraber öğrenme sürecine dahil olduğumda daha iyi kavradım. Kavradıkça da mimarlığın sınırsızlığından ve öğrenmenin hazzından daha çok etkilenir oldum. Tabi ki bunlar projelerimize, hayata bakışımıza yansıyor. Bunca yıldır tasarım yapmaya çalışan, bu konuda okuyan, yazan, öğrenen biri olarak gelişimime, bana ve çevreme olumlu yansıyordur diye düşünüyorum. 

İlgi alanlarınız müzik, felsefe, yazmak aynı zamanda da mimarlığı besleyen başlıklar. Bu ilişkiyi nasıl tarif edesiniz? 

ST: Hepsi bir arada beni ben yapıyor sanki. Hiperaktif bir kişilik olmama rağmen, bazen saatlerce hareketsiz düşündüğüm ve hayal kurduğum olur. Yazmak, çizmek, bunları notalara dökmek o sürecin vardığı yer. Hepsini denediğimi, denemekten mutlu olduğumu söylesem yanlış olmaz. Çünkü siz böyle sorunca, mimarlıkta, müzikte ya da yazma eyleminde profesyonellik algısı uyanıyor ama öyle değil. Ben bunların arkasındaki uğraşın peşindeyim. Bunlar mimarlığımı mı besliyor, mimarlığım bunları bilemiyorum. 

Gelecek hedefleriniz arasında neler var?

ST: Şu anda birkaç büyük firmaya danışmanlık yapıyorum, bunlardan en az birini dünyada önemli yerlere getirmek gibi bir hayalim var. Mimarlık eğitiminde de sıradan bir insanın görebileceği kadar bariz boşluklar ve sorunlar var. Bunların da çözüme kavuşturulması için çok ciddi bir çaba içindeyim. Şu anda tüm vaktimin-boş vakitlerimin demiyorum- neredeyse %20’si-%30’unu bu sorun üzerinde çalışarak geçiriyorum. Umarım gelecekte bu konuyla ilgilenen çoğalır ve ülkemizin ve gençliğimizin en büyük problemlerinden birisi olan eğitim, olması gereken yerlere gelir. 

Son olarak mimarlık öğrencilerine ya da mesleğe yeni başlamış olanlara ne söylemek istersiniz?

ST: Mimarlık boş zamanlarda yapılabilecek bir meslek değil. Aslına bakarsanız hiçbir meslek değil. Bu nedenle gençlerimiz neyi bilmediklerinin bilebilecek seviyeye gelebilmek için çok çalışmaları, çok okumaları lazım. Teknik kısımlardaki eksikliklerini giderdikten sonra ki bunlar geometri, teknik resim, tasarı geometri, matematik, bina bilgisi gibi sonra kendilerini entelektüel olarak bu mesleğe hazırlamalılar. Sanatla ilgilenmeyen, matematikten uzak duran, kitap okumayan, gezmeyi, görmeyi bilmeyen bir kişinin mimarlık yapması, mimar gibi yaşaması mümkün değil. Okullarda gençlerin birçoğunda bu isteği görüyorum ama çabalamaktan kaçınıyorlar ya da nereden başlayacaklarını bilmiyorlar. Başlangıç noktası değil, başlamak önemli. Bu nedenle en önemli tavsiyem boş zaman kavramını yok etmeleri, sürekli olmayan hiçbir şeyin kıymeti olmadığını da bilmeleri. 

Bu güzel röportaj için size çok teşekkür ederim. Umarım birilerine fayda sağlar.

Çat Kapı söyleşisi sırasında, ofiste olan Hilmi Güner ile de sohbet etme fırsatımız oldu


Ekipten
2009 Senesinden Çat Kapı
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :