Ali Bey, anne ve babanız mimar. Elbette etkili olmuştur meslek seçiminde ama siz neler söylemek istersiniz? Farklı bir yol izlemeyi hiç düşündünüz mü?
ADD: Annem akademisyen, Uludağ Üniversitesi’nden emekli oldu, şimdi Kültür Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Dekan olarak görev yapıyor. Babam da 30 sene serbest mimarlık yaptıktan sonra Acıbadem Proje Yönetimi’ne dahil oldu. Orada tasarım koordinatörü olarak görev aldı. Şimdi de danışman gibi devam ediyor. Tabii ister istemez insan ailesinden etkileniyor. Ben de çok küçük yaşlardan itibaren onların ofislerine gidip bir anlamda mimarlık üretim süreçlerine tanık oldum. O dönem bilgisayar teknolojisi de bu kadar gelişmemiş olduğu için mimarların kendilerine has kağıtları, kalemleri, cetvelleri, pergelleri vs. büyülü bir dünya sunuyordu benim için. O anlamda ben çok severek ve isteyerek mimarlığı seçtim. Aslında ailem bana “sen sadece mimarlığı gördün, farklı disiplinlere dair de bir bakış açısı kazanman lazım” diyerek beni lisedeyken farklı meslek insanlarıyla tanıştırdı, hatta onlarla bir gün geçirmemi sağladı. Böyle farklı mesleklerden insanlarla da paylaşımda bulunarak “bir şeyleri atlıyor muyuz?” sorusuna da ailecek yanıt aramıştık. Ama ben o yaz bittiğinde yine mimar olmak istediğime karar vermiştim.
Bizim ailede anne-babam dışında, dedem ve dayım inşaat mühendisi, teyzem şehir plancısı, amcam mimar, yengem arkeolog…
Uğur Bey, sizin meslek seçiminizde neler etkili oldu?
UÖ: Anne ve babam meslek lisesinde teknik öğretmenlerdi, emekli oldular şimdi. Annem giyim, babam metal işleri öğretmeniydi; evde sürekli çizim, kalıp çıkarma, yapılan basit bir çizimden bir ürün ortaya koyma gibi örnekler gözümün önündeydi. Ben de ilkokulda babamın, annemin atölyesine çok sık giderdim. Bu ortamların içinde bulunmak beni böyle bir çizim ve üretim merakına doğru itmiş olabilir.
Tabii okul yıllarında da yakın arkadaştık, sıra arkadaşı, yatakhane arkadaşıydık. Meslek seçimi konusunda birbirimizi etkilemiş olmamız da muhtemeldir.
2015 senesinde de Per Se Mimarlık çatısı altında buluştunuz. Nasıl gelişti ofisin kuruluş süreci?
ADD: Aslında kendimizi balıklama bir şekilde denize attık diyebilirim. Selçuk Ağabey ile çalıştığımız dönemde de konuştuğumuz bir şeydi birlikte bir şeyler yapmak. Sonunda artık ‘bir yerden başlayalım’ dedik. Somut olarak elimizde bir proje de yoktu ofisi açtığımızda. Dizüstü bilgisayarlarımızla geldik. Tuttuğumuz ofis daha önceden de bir mimarlık ofisiydi, biz kendimize göre hızlıca adapte ettik. Babamın daha evvel Bursa’da yapmış olduğu bir anaokulu yapısı vardı, Tunçsiper Lisesi içinde bir bina. Okul yönetiminin “çelik bir çatı katı ekleyelim ve mevcut atölyeleri oraya taşıyıp boşalan mekanları sınıfa dönüştürelim, kapasitemizi artıralım” düşüncesi vardı. Biz masum bir şekilde proje teklifimizi verdik. Projemizi de hazırladık, çok beğendiler. Fakat işveren bize “ben proje, inşaat uğraşamayacağım” diyerek bizden anahtar teslim istedi bir iş istedi. Böylece kuruluşumuzun üzerinden kısa bir süre geçmişken, bahar sonu başlayıp sonbahar başındaki anaokulunun açılışına kadar projeyi tamamlamak, belediyeden izinleri almak ve inşaatı tamamlamak gibi inanılmaz bir takvimin içinde bulduk kendimizi. Her sabah erken saatte şantiyede olup, bizim Bursa’daki evde kalarak o işi tamamladık.
Aynı dönemde yine başka bir tanışıklık vesilesiyle Etiler’de bir dairenin tadilatını yaptık. Onu da daha çok o dönemki diğer ortağımız Orkun üstlendi. Böylece başlamış olduk çalışmalarımıza.
UÖ: Biraz vakti geldi demek ki. Hep insanın içinde olur böyle bir istek. Bizim başından beri böyle bir isteğimiz vardı. Bu işe Ali’nin de dediği gibi balıklama atladık, çok fazla düşünmedik. Demek ki zamanı gelmişti.
Plan
Özel Tunçsiper Anaokulu
Per Se ne anlatıyor? Nasıl karar verildi ofisin ismine?
UÖ: Per Se Latince bir ifade. İsim ararken her dilde telaffuzu kolay olan, Türkçe karakter barındırmayan bir isim arayışı içindeydik. İsim koymak oldukça zormuş onu öğrenmiş olduk. İkimizin de çocuğu oldu, çocuğa isim bulmaktan daha zordu ofise isim bulmak. Per Se Türkçe edebi metinlerde de geçen, kendinden ya da kendiliğinden anlamında farklı dillerde de benzer şekilde kullanımı olan bir tabir. Bir arkadaşımızın önerisiydi. Fonetik olarak da beğendik.
ADD: Biz ilk başta Stüdyo Per Se olarak kurmuştuk. Hatta bütün sosyal medya hesaplarımızda da böyle kullandık. Fakat insan kendi yaptığı şeyleri daha doğru isimlendirme ihtiyacı hissediyor. Kurulduktan birkaç sene sonra, baktık ki mimarlık odaklı bir üretimimiz var, ‘neden Per Se Mimarlık olarak adlandırmayalım’ deyip; ismimizi Per Se Mimarlık’a çevirdik.
Per Se Mimarlık’ın nasıl bir tarzı, nasıl bir mimari anlayışı var?
UÖ: Bu cevaplaması zor bir soru. Mimarlık, yola çıktığımızdan beri değişime uğramadan, tek bir bakış açısıyla yaptığımız bir iş değil. Süreç içerisinde insan bireysel olarak da kendisini geliştiriyor. Ofis olarak da bizim dışımızdaki katılımcılarla çeşitli kabiliyetler kazanıyoruz. Genel perspektifte baktığımızda; oldukça sade, plan düzleminde iyi işleyen, fonksiyonel, insanların ihtiyaçlarına net bir cevap verebilen bir üretim yapmaya çalışıyoruz. Bunun dışında çeşitli coğrafyalarda yaptığımız işler var; şehir dışında, köylerde. Oralarda edindiğimiz deneyimler, şehirdeki üretimlerimize katkı koyuyor. Malzemenin ham haliyle, çok fazla süslemeden, daha yalın binalar üretmeye doğru bizi yönlendiriyor.
Bu tabii devam eden bir süreç. Biz emek yoğun çalışan, en ufak şeylere bile dikkatle yönelip onu ofisten hepimizin beğeneceği bir temizlikte müşterimize sunmak isteyen bir ofisiz. Bu da iyi mimarlığın basit bir tarifi belki de. Uğraşmak, iyi bir neticeye doğru çalışmak diyebilirim.
ADD: Bütün bunları yaparken de işvereni iyi dinlemek, sorunu doğru anlamaya çalışmak önemli. Uğur’un da dediği gibi sade, temiz, kolay uygulanabilir çözümler üretmek gibi özetleyebiliriz. Biliyorsunuz mimarlık çok büyülü bir alan. İnsana da hakikaten çok büyük bir tatmin duygusu yaşatıyor uygulanmış binayı görmek. İster istemez insan kendisini kaptırıp çok farklı tasarımlara yönelebiliyor. O noktada kendimizi kontrol etmeye çalışmak; yalınlıktan, sadelikten pek de ödün vermemek bizim şu ana kadarki yaklaşımımızı özetliyor diyebilirim.
Bu yalınlık, sadelik tercihi, müşteriye daha uygun maliyetli daha fonksiyonel bir yapı sunabilmek için mi yoksa sürdürülebilirlik, doğallık anlayışının getirdiği bir şey mi?
ADD: Bence bunlar çok ayrışmıyor birbirinden. Hepsi bir bütünün parçası. İyi tasarım zaten bütün bunları bünyesinde barındırıyor.
Ekibinizde hangi disiplinler yer alıyor, nasıl bir ekip kurgunuz var?
ADD: Uğur ve benim dışımda 3 arkadaşımız daha var, herkes mimar. Biz burada çok fazla sirkülasyon olmasını istemeyen bir yapıya sahibiz. Olabildiğince uzun sürelerde bu çalışma alışkanlığını devam ettirmek arzusundayız. Daha evvel mimarlık ve inşaat mühendisliğini beraber okumuş, çift ana dal yapmış arkadaşlar bizimle çalışmıştı. İç mimar ve mimar olan arkadaşımız vardı. Böyle deneyimlerimiz de olmuştu, hepsinden de gayet memnun kalmıştık, farklı sebeplerle yollarımız ayrılmıştı. Yani diğer disiplinlere karşı bir kapalılığımız yok. Ama mimari tasarım odaklı çalıştığımız için belki de bugüne kadar mimar olmayan biriyle çalışmadık.
Bir de Çanakkale Ayvacık’ta hali hazırda devam eden işlerimiz var. O işlerimizi takip edebilmesi için bölgede bizimle uzun yıllardır çalışan, kaba inşaat işlerimizi üstlenen Alaattin Usta’yı da bir süre önce firmamıza dahil ettik.