Peki, kişisel olarak çalışmayı en çok sevdiğiniz, istediğiniz yapılar hangileri?
ADD: Aslında zor bir soru. Endüstri yapıları çalışmak bize hoş deneyimler sundu. Konut hakikaten zor bir alan; çok kişiselleşen talepler oluyor ve sizin o taleplere yönelik cevaplar geliştirmeniz kolay olmuyor.
UÖ: Çok çeşitli projelerde çalışmaktan memnun kalıyorum. Konut diyebilirim belki. Yani daha kompakt alanların çözümlenmesini sevdiğimi söyleyebilirim.
Çok yapmak istediğiniz bir yapı türü var mı?
ADD: Bir okul ya da kreş yapısı çalışmak isterdim.
UÖ: Ben de buna kreş diyecektim. Özellikle son 10-15 yılda Fransa’da çok ciddi kreş üretimi oldu. Çok küçük belediyelerin, çok ufak mahallelerin kendi bütçeleriyle finanse ettikleri, 3-5 milyon Euro yatırım yapılan ufak kreş projeleri çok revaçtaydı ben dönerken. Ve ortaya gerçekten çok çok yüksek kalitede işler çıkıyordu. Yapılan küçük yarışmalara da ofisler çok iyi cevap veriyorlardı. Türkiye’de bu zaten çok eksik olan bir konu.
Bizim de çocuklarımız daha ufak. Kreş çocukların sosyal alana adım attığı ilk yer. Çok iyi havalanan, temiz, ekolojik malzemeler kullanılmış yüksek kalitede bir iç mekan pek göremiyoruz.
Projeleriniz daha çok Bursa ve Çanakkale’de yoğunlaşıyor? Bunun özel bir nedeni var mı?
ADD: Bursa’daki işler, biraz da ailevi ilişkilerimiz vesilesiyle gelişti. Ben Bursalıyım. Uğur’un da eşi Bursalı. Tanışıklıklar, çevre vs. farklı iş kanalları yarattı bize. Çanakkale ise annemin liseden bir arkadaşı için yaptığımız Kenter Evi projesiyle kendimizi iş yaparken bulduğumuz bir şehir. Bu ilk projenin arkasından Çoker Evi geldi. Daha sonra bizim liseden sınıf arkadaşlarımıza yaptığımız, Bademli Köyü’nün Midilli’ye bakan yamacındaki kırsal turizm tesisi, Ormos Tartışık, arada yaptığımız diğer projeler derken oraya iyice bağlandık. Farklı tanışıklıklar, ilişkiler kurduk, tedarikçiler, uygulama ekipleri tanıdık...
Kenter Evi
Londra'da bir ofisiniz var. Nasıl bir yapılanması var?
ADD: Bu bir niyetti aslında. Söylediğim gibi kuruluş aşamasında Orkun da bizim ortağımızdı. Orkun oraya yerleştikten sonra orada da birlikte iş geliştirme imkanımız olur mu diye bir arayışımız oldu. Henüz somutlaşan bir şey olmadı. Bir temsilcilik gibi diyebiliriz.
UÖ: Londra dönüşüm projelerinin yapıldığı bir yer. Bizim de sevdiğimiz konulardan biri bu. Orada çeşitli toplantılarımız, verdiğimiz teklifler, görüşmelerimiz de oldu. Çok üzerine eğildiğimiz bir konu değil ama fırsat kolladığımız böyle bir atılımımız var.
Bu aralar gündeminizi neler oluşturuyor?
ADD: Şu anda Bursa Büyükşehir Belediyesi için Şefik Bursalı Sanat Galerisi’nin bir çağdaş sanat galerisi olarak yeniden işlevlendirildiği bir projeyi çalışıyoruz. Aynı şekilde ona yakın konumdaki Tayyare Kültür Merkezi’nin belli alanlarının yeniden tasarlandığı bir projemiz var.
Bunun dışında Ayvacık’ta Kocaköy’de inşaatları devam eden iki tane konut projesini takip ediyoruz. Bir yandan da Ormos Tartışık projesi kapsamındaki ikinci etabın inşaatı devam ediyor; biz de üçüncü etabın projesini tamamlamaya çalışıyoruz.
Bir de Süleymaniye projesinden bahsetmiştik, onun yeni etabı şimdi başlayacak. Biz de ona odaklanacağız gibi gözüküyor.
Çok yakın zamanda bir de Bodrum’da bir villanın avan projesini teslim edeceğiz.
Per Se Mimarlık için gelecek planlarınız neler?
ADD: Biz kurduğumuz bu ortamın sürmesini istiyoruz. Hem kendimiz hem birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızla, çok sirkülasyon olmadan, belli bir ölçeği aşmadan düzenimizi devam ettirmek istiyoruz.
UÖ: Türkiye ekonomik ve siyasi durumlar itibariyle sert bir ülke maalesef. İnsanı süreç içerisinde yoran birtakım dış etkenler de var. Ali’nin dediği gibi, kendimizi bazı konulardan biraz soyutlayıp kendi işimize odaklanmak ve bu üretimi devam ettirmek hedefimiz.
Kenter Evi, eskiz
Her ikiniz de yurtdışında eğitim aldınız. Türkiye ile kıyaslarsanız mimarlık eğitimi konusunda nasıl bir durumdayız?
ADD: Fransa özelinde konuşursak, mimarlık okullarına gelen öğrencilerin tamamı bireysel olarak başvurarak orada okumaya hak kazanıyor. Burada ise merkezi bir sınav sistemi var. Aldığınız puana göre bir okula yerleşiyorsunuz. Bundan dolayı, bazen de yanlış yönlendirmelerin etkisiyle orada bulunmak istemese de mimarlık okuluna düşmüş öğrencilerle karşılaşabiliyorsunuz. Fakat bence bunun ötesinde Türkiye’deki mimarlık eğitiminin en önemli sorunu yurtdışı ile kurulan mütekabiliyet. Türkiye’deki eğitimin yurtdışında tanınırlığının sorgulanması gerekiyor. Okullar farklı akreditasyon süreçlerinden geçerek bunu sağlamaya çalışıyor ama maalesef Türkiye’deki mimarlık eğitimi ders içerikleri yeterli olmasına karşın 4 yıllık olduğu için yurtdışındaki 5 yıllık muadillerinin dengi sayılmayabiliyor. Bu, buradan mezun olan insanlar için çok negatif bir durum.
UÖ: Denklik meselesi teknik bir konu, elbette sağlanması gerekiyor. Ben Fransa’da biraz daha klasik bir eğitim aldım. Türkiye’ye döndüğümde meslek hayatımda gördüğüm, teknik donanım olarak buradaki öğrencilerin daha donanımlı; daha iyi teknik çizim yapıyor, daha iyi render alıyor, daha iyi model yapıyorlar. Birtakım araçları kullanabilmekte daha mahirler. Fakat genel bir mimarlık üretim kültürü olarak Türkiye maalesef çok gerilerde. Tabii bunun bin çeşit sebebi vardır; projelendirme bütçelerinin düşük olması, sürelerinin kısa olması vs. Mimarlık her şeyden önce bir kültür, mimarlık hizmeti almak da bir kültür. Bir belediyeyi bile bazen mimarlık hizmeti almaya ikna etmeniz gereken durumlar olabiliyor. Bunlar maalesef Türkiye’de daha oturmamış şeyler. Avrupa’da ise yıllardır tecrübeyle standardize edilmiş durumda.
Türkiye’de önemli bir sorun da ihale şartnamesi. Mal alır gibi bir mimarlık hizmeti almak durumunda kalıyor belediyeler. Bu da bence mimarlık üretimini aşağı çeken sebeplerden biri.
Günümüzde yurtdışında çalışma fırsatı varsa kimse dönmek istemiyor ya da tercih etmiyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
UÖ: Bizim birçok yakınımız yurtdışına gitti. Türkiye sosyal yaşam, gündelik yaşam açısından müthiş imkanlar sunmuyor. Hatta sunduğu imkanlar da giderek kısıtlanıyor. Eğitim çok pahalı. Sağlık hizmeti satın almanız gerekiyor. İstanbul gibi büyük bir şehirde barınma ciddi bir sorun oldu. 10-15 yıllık mimar arkadaşlarımız İstanbul’u terk etti. “Aldığım maaş merkezi bir semtte 2+1 daire ödeyemeyecek hale geldi, gidiyorum” diyen 10 yıllık mimar tanıdığımız oldu. Onun için yurtdışına taşınan çok mimar oluyor.
Benim şahsen hiç yurtdışında yaşama planım yoktu. Dolayısıyla Türkiye’ye dönerken de gayet isteyerek döndüm. Tabii döndüğümde bu kadar sert bir ortam yoktu; her şey daha makuldü. Zaman içinde iş bu noktaya geldi ama Türkiye’deki ortam insana çok da fazla imkan sunuyor. Bizim bu kadar proje üretmemiz, kendimizi var edebilmemiz ve bir şeyler söylüyor olabilmemiz de bu imkanların göstergesi.
ADD: Türkiye her şeye rağmen dinamik bir ortama sahip. Aslında olumsuz şekilde bahsettiğimiz, proje sürelerinin kısa olması, bütçelerin yetersiz olması gibi şeyler bizim gibi ofislerin birçok projenin içerisinde yer bulmasına da vesile oluyor.
ADD: Bir anlamda sörf yaparak bu dengesiz ve sert iklime sahip okyanusta ayakta kalmaya çalışıyor, kendimizi o projeden bu projeye sürüklenirken buluyoruz.
Bupiliç Entegre Gıda Sanayi Tesisleri, eskiz
Son olarak genç meslektaşlarımıza ve mimarlık mesleğini seçmek isteyen arkadaşlarımıza bir mesajınız var mı?
ADD: Farklı vesilelerle genç meslektaşlarımızla bir araya geldiğimiz ortamlar oldu. Onlara hep söylediğimiz; Türkiye’de esneklik göstermenin önemli olduğu. Gerçekten de farklı işlerin içerisinde bulabiliyor insan kendisini. İlk düşündüğü gibi bir iş ortamı bulamayabiliyor, farklı bir iş yapıyor vs. ama mimarlık bir disiplin olarak, bir meslek olarak insana çok farklı alanlarda çalışma imkanı sunabiliyor. Şantiyede çalışabiliyorsunuz, bir mimarlık ofisinde tasarım sürecinde yer alabiliyorsunuz veya proje yönetimi firmasında çalışabiliyorsunuz. Bazen çok farklı işbirlikleri gelişiyor, farklı disiplinlerle bir arada bulunabiliyorsunuz. Bu anlamda esneklik, farklı mesleki koşullara adapte olmaya çalışmak genç meslektaşlarımız için oldukça önemli.
UÖ: Bu aslında geniş bir konu. Ali’nin de dediği gibi biz özellikle öğrencilerle bir araya geldiğimizde öncelikle, “Şu anki durumunuzun ve yapabileceklerinizin farkında olun” diyoruz. Çünkü mimarlık eğitimi çok güzel bir eğitim. Genelde içinde bulunan öğrenciler ya da en azından büyük bir çoğunluğu, bunu tam kavrayıp gerektiği gibi bundan fayda sağlamaya çalışmıyorlar. Yani kıymetini bilmiyorlar, biz de bilememişizdir. Onun için biz her zaman bunu bir girizgah olarak söylüyoruz.
Tabii belli konularda ısrarcı, inatçı ve çalışkan olmak işin gereği ama kesinlikle katı olmamak gerekiyor. Çünkü mimarlık mesleğinin önemli bir parçası, insan ilişkileri. Mümkün olduğu kadar karşı tarafı da dinleyerek çözüm üretmek, meslek hayatımızda hepimize katkı sağlayabilecek bir şey. Uzlaşmak, anlaşmak mesleğimizin en önemli gerekliliklerinden.