MesutT: Tamer Başbuğ & Hasan Özbay & Baran İdil ve Nevzat Sayın ile birlikte çalışmak, o 'model mimar' arayışına nasıl yansıdı?
BoğaçhanD: Nevzat Sayın ve Han Tümertekin Gökçeada'ya gelmişlerdi. Nevzat Sayın İzmirli olduğu için bir diyaloğumuz olmuştu. Tamer Başbuğ & Hasan Özbay & Baran İdil de, 1980 sonrasında yoğun bir şekilde yarışma yapan ve çokça da ödül kazanan bir büroydu. Nevzat Sayın, daha özel bir kimliği olan, özel işler üreten bir adamdı. TH&İdil ise iş, ölçek ve müşteri açısından baktığınızda o dönemin yapısı ile örtüşen başarılı bir profil oluşturuyordu. Hayatını yarışmalar üzerinden kurmaya çalışıyorlar ve daha çok kamu projeleri üretiyorlardı. Bir taraftan da akademik yatkınlığım nedeniyle akademisyen olup da mimarlık pratiği ile de ilişki kuran kimler var diye bakıyordum. Nevzat Sayın'ın bir derdi olması, yazıp çizmesi ama çok da fazla yapı üretmemesi bana enteresan geliyordu ve o dünyayı deneyimlemek için heyecan veriyordu. Kendime yakın bulduğum profiller üzerinde durduğum için, mesela Örneğin aileden gelerek mimarlık üreten ikinci kuşak mimarları elemiştim. Çünkü onların var olma koşulları çok farklı süreçlere oturuyordu. Ayrıca belli bir sosyal çevre üzerinden, belli bir alana hizmet ederek iş üretenleri de elemiştim.
Her iki deneyim de bana kendime dair bazı soruları yanıtlamam için çok değerli şeyler verdi. Öncelikle, her iki gruptaki mimar profilinde de olmayacağımı hissettirdi. Ayrıca iki ofis de ilgi, merak alanlarım sayesinde bana bir çok fırsat verdi; iyi deneyimler, o bilgi birikimindeki bir adama çok katkıda bulanacak yararlı mimarlık tartışmaları gibi... Ben, neden Nevzat Sayın ya da Tamer Başbuğ ya da Hasan Özbay gibi olamayacağımı onları var eden sebepleri, ilişkileri anladıktan sonra farkettim. Gözlemlediğim tüm sebep sonuç ilişkileri sonucunda ne olamayacağımı biliyordum ve yapı yapmayı öğrenmem lazım dedim. Bunlar olurken şöyle de bir durum vardı. Babam tasarımcıydı ve mimarlık yapmasaydım da endüstriyel tasarım okuyacaktım. Ama yaptığım üç tercih de mimarlıktı, o kadar netti. O tasarımcı kimliğimden hiç kopmadım. Ne olduğunu anlamak, dinlemek, öğrenmek konusunda kendimi de çok hırpaladım. Galiba insan elini taşın altına sokmadan, bir şeyleri deneyimlemeden, kendini sınamadan iyi bir şeylere ulaşabileceğini hissetmiyor.
MesutT: Aslında Ankara, İzmir, İstanbul derken farklı mimarlık süreçlerinden bahsediyoruz, öyle değil mi?
BoğaçhanD: İzmir'de deneyimlediğim pekçok şeyi bugün İstanbul'da deneyimleyemiyorum. İzmir'de Mimarlar Odası, okul, profesyonel heyecanı yaşayan mimarlar, bunların hepsi çok güzel birbirine entegre olup örtüşüyordu. O da benim için çok kıymetli bir durumdu. Okul sonrasında Kordon'a uğrar gibi arada bir uğradığım, neler olup bittiğini öğrendiğim, bazen birileriyle karşılıklı oturup sohpet ettiğim güzel bir ortam vardı, Odada. Öğrenci ve İzmir'de yaşadığım dönemde Oda bir köprü idi ve ortamda bir bütünlük vardı.. Dertleri Genel 'Oda' dertleri olmayan, mimarlık odaklı olan ve ona kıymet veren bir Oda idi. Öğrenciyken bizi yayın kurullarına çağırıp fikrimizi soran bir ortamdan bahsediyorum.Fakat diğer taraftan da orada çok sınırlı, küçük ve daha da içine kapanma potansiyeli olan bir ortam için o ortamın olasılıkları adına İzmir yeterince şey sunuyordu. Biz de enerjimizi de kendimizce mimarlığa kanalize etmeye çalışıyorduk. Şimdi o grup bir şekilde başka yerlerde başka şeyler yapıyor ama kopmuyor da. Hala mimarlık üzerine güzel konuşuyoruz. Hala İzmir'e gidiyor olmak, İzmir'li birileriyle konuşuyor olmak bana çok iyi geliyor. Bence İzmir'in sahip olduğu büyük bir potansiyel var ama oradaki üretim olanakları ve bunun gibi pekçok şey bir taraftan da bunu kuşatıyor. O kuşatılmışlık da kalıplar ve sınırlar yaratıyor.