Sürdürülebilirlikten bahsetmişken, son dönemde New York'ta düzenlenen sürdürülebilirlik temalı bir yarışmada derece aldınız. Bu proje üzerinden yarışmalara yaklaşımınızı öğrenebilir miyiz?
OH: New York projesi keyifli bir proje oldu. Yarışmayı açan Architectural Workshop Rome, İtalya merkezli bir vakıf. Sürdürülebilirlik şu sıralar uluslararası yarışmalarda program ya da mekansal anlamda çok ön planda tutulan bir konu. Bu yarışmada, özellikle New York'ta yaşamış birisi olarak aşina olduğum bir durum söz konusuydu. New York, Tokyo gibi metropollerde tarımsal üretimlerin az olmasından ötürü bu ürünler çok pahalıya satılıyor. Tüketiciye gelene kadar ürün ne kadar çok el değiştirirse o kadar pahalılaşıyor. New York dikey olarak gelişen bir şehir olduğu için yarışmada kule şeklinde bir çiftlik tasarlamamız istendi. Bu kurguda, hem binada yaşayanlara yetecek hem pazar gibi bir ortamda satılabilecek ürünlerin üretimi için uygun bir tasarım yapılması gerekiyordu. Tabi bu pilot proje olarak düşünülmüş.
Yarışmanın teorisi, bu tip yapıların New York'un çeşitli bölgelerinde yavaş yavaş inşa edilmeye başlanması ve kentin kendi kendine yetebilecek hale gelmesi üzerine kurulu. Proje alanı, New York'un Meatpacking District olarak geçen ve eskiden sebze, meyve, et ürünlerinin şehre ilk giriş noktası olan bölgede yer alıyor. Tabi şimdi hal bölgesinden ziyade New York'un en pahalı bölgelerinden birisi. Ben orada yaşarken bile dönüşmeye başlamıştı. Projede malzeme, su deposu gibi mimari öğelere dikkat ederek, bunları sürdürülebilirlik ve doku anlamında kullandık. Tuğla Anglosakson ülkelerde çok kullanılan bir ürün. İç mekân duvarlarında büyük oranda çıkma tuğla kullandık. Dış mekânlarda geri dönüştürülmüş ahşap ve paslı demir cepheler var. Bunların hepsi tekrar hayata kazandırılmış malzemeler. Yukarıdaki su deposunu ve tankları daha geniş düşünerek yağmur suyu kolektörü haline getirdik. O kolektörlerden sulama sistemini, sulama sisteminin aşağı inişinden de türbinlerle elektrik üretimini sağladık. Dolayısıyla proje tamamen kendi içerisinde işleyen bir enerji planı üzerine kurulu. Bu binanın teknik kısmı. Estetik kısmı zaten malzemeler üzerinden geldi.
Onun haricinde şehre adaptasyon kısmı var. Biraz evvel bahsettiğim Meatpacking bölgesinin en önemli özelliği, zamanında buradaki malzemeleri çeşitli depolardan diğerlerine taşıyabilmek için yapılan ve yukarıdan, 10 metre seviyesinden giden tren yolu. Burası bugün yürüyüş parkuru ve park olarak rehabilite edilmiş. Onu kerteriz alarak bu hizada market bölümümüzü yaptık. Yani insanlar burada dolaşırken, içeri girip ihtiyaçlarını alıp yola devam edebilecek.
Onun altında kalan bölümse oldukça ilginç. İki tren yolu yan yana geldiğinde, altlarında iki ışığın sızdığı ortamda ayrı bir yaşam oluşur. Genelde bu tip rehabilitasyon projelerinde bunlar spor alanları, kaykay parkları şekilde kullanılıyor. Biz de burada girişlerin haricinde bir yeşil alan yaratıp, onun içerisinde tiyatro, performans sanatları tarzı faaliyetlerin yapılabileceği bir alan düşündük. Central Park'ta "Shakespeare in the park" ya da downtown'da "Shakespeare in parking lot" gibi gerilla tiyatro gösterileri oluyor. Eski otoparkların içerisinde kurulan anlık setlerle bir akşamlık performanslar yapılıyor. Bütün o sokak bölümünü benzer etkinliklerin gerçekleştirilebileceği alternatif bir sahne gibi tasarladık. Burası açılır kapanır bir sistemle kontrol edilebildiği gibi, tamamen açık ve insanların normal yürüyüş parkuru içerisinde, sokakta yürürken içinden geçecekleri ve deneyimini yaşayabilecekleri bir mekan olarak tasarlandı. Bu nedenle de yerine çok iyi oturan bir bina olduğunu ve yarışmada başarılı olduğunu düşünüyorum.
Genelde uluslararası yarışmalara katılıyorsunuz.
OH: Aslında ulusal-uluslararası diye ayırmayı hiçbir zaman düşünmedim. Öncelikle yarışmanın programı ve tarihi önemli. Şu tarihte yarışmaya girelim diye seçmiyoruz, bize uygun zamanlara denk getirmeye çalışıyoruz ki iş yoğunluğu içerisinde boğulmayalım. Şahsen senede en az iki yarışma projesi yapmak gerektiğini düşünüyorum. Denk getirirsek yurtiçi bir yarışmaya katılmak istiyoruz. Aslında Truva Müzesi yarışmasına katılmayı çok istedik, başvuru dosyasını almıştık ama beklenmedik bir iş yoğunluğu olunca katılamadık. İyi bir şey çıkmayacaksa çıkmasın diye düşündüğüm için üstüne gitmedik. Şimdi Londra'da çocuk yuvası ve günlük bakım merkezi temalı bir yarışma projesi hazırlıyoruz. Teslim tarihi Aralık'ta. Yurtiçi yarışmalara katılmak benim çok istediğim bir şey. Fikir yarışması veya uygulanacak proje olmasını başlangıç safhasında çok düşünmüyorum. Uygulanacak olursa tabi ki onun için gerekli ekstra çalışmalar oluyor ama programı ilginç olursa neden olmasın?
Peki uluslararası ödül programlarına katılmayı düşündünüz mü?
OH: Henüz bu konuda deneyimimiz olmadı ama olabilir. Geçtiğimiz gün 15. Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu için açılan yarışmanın bilgisi geldi. Belki ona başvururuz.
Genel anlamda yarışmaları, kendi günlük egzersizlerimizin dışına çıkmak, biraz daha ufku açık düşünebilmek açısından önemli buluyorum. Sonuçta müşteri ve projeyle ilgili gerçekler mesleğimizin parçası. Her projede en idealini yapmak mümkün olmayabiliyor. Buna karşılık yarışma gerçekten farklı bir şey. Yeni malzeme ve teknolojilerin deneyimini yapmak, nasıl kullanırız diye düşünmek, onları tanımak açısından da önemli. Yarışma bunun bir ayağı. Aynı konunun diğer bir ayağı, uluslararası fuarlara katılmak.
Özellikle takip ettiğiniz etkinlikler hangileri?
OH: Yapı fuarı anlamında Batimat, dekorasyon ve aydınlama anlamda Milano. En önemlilerin bunlar olduğunu düşünüyorum. Batimat, yapı fuarı olmasına rağmen, dekoratif özelliği olan malzemeleri tanımak ve yeni çıkan ürünleri görmek açısından güzel bir platform. Fuarlara katılmanın ilginç tarafı, ürünlerini beğendiğiniz firmaların gelişimini izlemek.