Üniversitelerde ders verdiğiniz için biraz da mimarlığın akademi tarafı üzerine konuşabiliriz diye düşünüyorum. Farklı ekollerden geliyorsunuz. Bunların özellikle mimarlık hayatınızda ne gibi farklılıklarını gözlemlediniz? Tabii ki tecrübe ve eğitim çok farklı şeyler ama girdiğiniz disiplin içinden baktığınız zaman neler değiştiğini merak ediyorum.
EmirU: Bir kere mimarlık okullarının yanında apayrı iki tane hayat okulu var. Onun geldiği yer, benim geldiğim yer… Onların karması her şeyden evvel. Yoksa ben aslında okulda öğrendiğim her şeyi belirli bir süre sonra silip attım; hepsine sıfırdan başladım. Ama evet AA'de bulundum, SCIARC'da bulundum. Yine de bunu böyle bir "Ben AA'liyim veya SCIARC'lıyım. Bu bir ekoldür" edasıyla mesleğime hiç taşımadım. Çünkü taşınacak fazla bir yanı yok.
DurmuşD: Türkiye'de, özellikle mimarlık eğitiminde, üniversitelerin çok da önemli olduğunu düşünmüyorum. Bizlerin zamanında mimar olmak isteyen birisi için bir araçtı üniversiteler. Dolayısıyla kişinin dünyaya bakışı, mesleğe bakışı, mimarlığı nasıl özümsediği tamamıyla kendisi ile ilgili bir durumdu. Yalnızca insanın kendini geliştirmesi için bir sebeptir.
EmirU: Üniversite ekolünü kendi ofisine taşımak da elbette bir seçenek. Yapabilirdik ama ben hiçbir zaman yapmadım, Durmuş da yapmadı. Onun için bizim için bir kriter olmadı.
DurmuşD: Ya da örneğin üniversite eğitimi sırasında önüne gelecek olan bir öğretmen mimarlığa bakışını tamamıyla değiştirebilir. Bu, üniversitenin isminden bağımsız bir şey. Hayatta da böyle, bazı noktalarda bazı kişiler gelir ve o kişiler sizin hayatınızı şekillendirir. O kişiler hayatınızın önemli noktalarıdır.
EmirU: Kişi aslında daha kilit kelime. Ben master yaparken hocalarımdan biri Wolf Prix'ydi, Coop Himmelb(l)au. Ondan sonra onunla Zorlu Projesi'nde ortak olduk. O tip bir bağ, mesela 15 sene sonra etki edebiliyor.
Okuldaki tecrübelerinizi, yanlış bulduklarınızı, doğru bulduklarınızı sonrasında eğitim verirken nasıl ortaya koymayı tercih ettiniz? Hocalıktaki yaklaşımınız neydi?
DurmuşD: Biz Bauhaus ekolüyle eğitim gördük ve tam balık sırtı bir dönemdeydik. Projemizi hep kağıt üzerinde geliştirirdik; maket üzerinde üçüncü boyutunu tasarladık. Şimdi ise mimarlık artık bunların dışında dijitalleşen bir şey haline geldi. Dolayısıyla tasarımın enstrümanları değişti. Bizim okulda görmüş olduğumuz metodolojiyi, bugün mimarlık ortamında birebir kullanma şansınız yok ancak geliştirmek gibi bir şansınız var. Biz oradan almış olduğumuz bilgileri bugün geliştirerek kendi dünyamıza sokuyoruz. Ama olmazsa olmazlarımız nelerdir? Olmazsa olmazlarımız bir defa maket. Maketsiz hiçbir şey çıkmıyor, hayata geçmiyor. Maketleri müşteri için değil kendimiz için yapıyoruz. Yani yaptığımız şeyin ne olduğunu görmek, ellemek, koklamak, hayal etmek bunun için... Okul, mimarlık hayatı içinde çok kısa bir dönem. O yüzden okul benim referans noktam değil. Sadece bir kişi sizin önünüzü açacak bir fikir söyleyebilir. Şunu yap diyebilir, o bile yeterlidir bence.
EmirU: Benim eğitime yaklaşımım da - artık Durmuş'la bunları oturup çok fazla konuşmuyoruz ama - öğretilecek çok fazla bir şey olmadığı yönünde. Öğrenilecek şey var. Biz üniversitede ders verirken de aslında o bakış aslında öğretmek istedik. Öğrencileri heyecanlandırmak, istikamet vermek... Ama onların önüne geçip "Bu böyledir" diye bir şey yapmadık. Biz de öğreniyoruz. Biz de tecrübeyle, pratikle öğreniyoruz.
Karşılıklı bir öğrenme durumu olduğundan da bahsetmek mümkün mü öğrencilerle birlikteyken?
EmirU: Kesinlikle. Bir kere teknoloji diye bir şey varken onlar her zaman teknolojiyi bizden daha iyi takip ediyorlar.
DurmuşD: Biz iki yıldır çok fazla vakit ayıramıyoruz üniversiteye; sadece jürilere giriyoruz. Ama üniversitedeki ortam, bir paylaşım ortamı. Karşınızdaki öğrencinin yaşı, hangi sınıfta oluduğu önemli değil. Siz belki profesyonel hayat içinde çok fazla konuşmaya tartışmaya vakit bulamadığınız konuyu orada konuşup tartışıyorsunuz. Biraz önce bahsettiğimiz gibi bir alt nesille ne kadar sıcak ne kadar yakın kalırsanız, onu korursanız, kendinizi o kadar çok besleyebiliyorsunuz ve geliştirebiliyorsunuz.
Ayrıca, eğitim ve bilgi paylaşımı ile ilgili 2009-2010 yılı sonrası için keyifli bazı başlangıçlar yapmayı planlıyoruz: Ofisimizde 3 yıldır sürdürdüğümüz, yaz dönemi süresince üniversite öğrencileri ile yürüttüğümüz çalışma formatını geliştirerek fikirlerin uçuştuğu bir atölye ortamı yaratmak. Ofisimiz dışında, tamamen konusuna endeksli bir girişim. Wolf Prix gibi bir çok önemli ismin konferans veya workshoplarla destekleyeceği alternatif bir metod.
Bir üniversitede proje dersi verme fikri ilk olarak ortaya atıldığında "Evet, bu işi yapalım" demekteki en temel motivasyonunuz neydi?
EmirU: Aslında biz de genciz. Bu nedenle bize çok uzak gelmiyor üniversite hayatı, öğrencilerle birlikte sohbet etmek... (gülüyorlar)
Belki de şöyle sormalıyım: a)Tekrar okul havası solumak, b)alt jenerasyonla ilişki kurmak, c)bir şeyler öğretmek, tecrübelerinizi başkalarının gelişmesi için paylaşmak…
EmirU: Hepsi.
DurmuşD: En uymayan şey, bir şeyler öğretmek aslında. Bu, hiçbir zaman bizim tarzımız olmadı. Ben hoca, sen öğrenci... Öğretmek hakikatten çok önemli bir görevdir ama ben öğretmekten çok birlikte çalışma, karşılıklı öğrenme ve çıkan enerji ile ilgiliyim. Bize ne kadar çok soru sorulursa ve biz ne kadar bilgimizi onlara aktarabilirsek o kadar paylaşırız sadece.
EmirU: Üniversite bize, kendi değer verdiğimiz, üstünde çalıştığımız konuları, kendimiz için önümüze açıp, tartışıp, bakıp, değerlendirme fırsatı veriyor. Benim aslında temel sebebim de buydu. Yoksa ofis ortamında onu yapma fırsatınız pek olmuyor. Haftada bir gün birkaç saat ayırıp belli bir konu üzerinde konuşabilmek bile büyük bir lüks.
Akademisyen gözüyle değil de, uygulamacı yani doğrudan pratik hayatın içinde olan insanların gözüyle bugüne kadar sizinle birlikte proje yapmış öğrencilere baktığınızda neler görüyorsunuz? Gözünüze çarpan hakikatten sorun olarak nitelendirdiğiniz şeyler var mı, bunlar neler? Veya tam tersi çok olumlu bulduğunuz yanlar?
EmirU: Ben şu anki nesli çok parlak buluyorum. Çok parlak, çalışkan, becerikli... Yeni bilgisayar teknolojileri ve dijital programlarla inanılmaz şeyler yapıyorlar diye düşünüyorum.
DurmuşD: Günümüzde mimarlık okulları, üniversite seçme sınavında en üst dilimden öğrenci alıyor. Bunun da bir avantajı olmuyor değil. Biz birinci sınıflara girmeyi kendimiz tercih ediyorduk, çünkü ilk başta zihnin temizlenmesi, boş bir zihinle bir şeyleri konuşmak bizim için çok daha iyi olacak diye düşünüyorduk. Üniversitede o en üst dilimden alınan öğrencilerin, ilk derste göstermiş olduğunuz bir örnek üzerine iki hafta sonra karşımıza animasyon getirebildiğini; üç hafta sonra bilgisayarla ilgili bilgisini verdiğiniz programın size kullanılabilir şekilde geri geldiğini görmek büyük bir lüks. Dolayısıyla şu anki jenerasyon hakikatten inanılmaz. Bir defa çok analitikler ve çok disiplinli çalışıyorlar.
ÖSS ile girmek veya özel yetenek sınavıyla girmek… Öğrenim verdiğiniz öğrencilerin özellikle el melekelerini düşündüğümüzde bu ikisi arasında herhangi bir fark olur mu sizce? Çünkü bu üç boyut ve bilgisayar teknolojisi içine girdiğiniz zaman aslında çok da önemsenmez bir şeymiş gibi görünmeye başlıyor bunlar...
DurmuşD: ÖSS'yle girme denilen şey bir kriterse eğer, biraz önce bahsettiğim anlamda önemli. Sonuçta matematik zekası çok iyi gelişmiş bir öğrenciyle çalıştığınızda, algılamalar ve size geri dönüşler büyük bir süratle oluyor. Bu büyük bir konfor ne olursa olsun. El melekesi güçlü demek onun iyi bir mimar olduğu anlamına gelmez. Bizim amacımız bir ressam yetiştirmek olmamalı. Çok iyi perspektifler yapmamasının, çok iyi resimler, figürler yapmamasının benim açımdan hiçbir önemi yok. Çünkü mimarlık, bunun arkasında çok daha farklı şeylere sahip olmasını gerektiriyor .
Durmuş Bey, ama siz böyle bir sistemde Gazi Üniversitesi'nde okumaya başladınız. Emir Bey, siz de tahminimce başvurdunuz. Neler sundunuz?
EmirU: Ailem yardımcı oldu, böyle bir fırsatım vardı. Ama ben on yaşımda İngiltere'ye gittim. Zaten buraya dönüp tekrar mimarlık okumak bir seçenek değildi. Orada devam ettim.
O okula kabulünüz nasıl gerçekleşti?
EmirU: Portfolyoyla. Ben genç yaşta mimar olmak istiyordum zaten. Portfolyo hazırladım ve başvuruya gittim. Ama alınmamam diye bir şey zaten çok fazla söz konusu değildi, sonuçta parasını verip girdiğim bir okuldu. Ama bu bir lükstü ve şanslıydım. Bence seçenek, günümüzün getirdiği en güzel özgürlüklerden biri. Eğitim sisteminde ne kadar bol olursa o kadar daha iyi sonuç alınabilir diye düşünüyorum.