Bu yıl yirminci yıldönümünü kutlamanın heyecanını yaşayan Pandora'yı önce çalışanlarından dinledik : "Bizde ‘süpermarket kitapçılığı'ndaki gibi bir ticari hıs yok. Kitapları üst üste yığmayız. Hepsinden az az gelir, ama çeşit boldur. Zaten buraya kimse kitap bakayım diye gelmez. Entelektüel okurlar gelir. Fazla da gezmezler çünkü ne alacaklarını bilirler"
Sonrasında mikrofonumuzu Pandora'nın kurucusu Hüseyin Sönmez'e yönelttik ve 20 yıllık "umut" yolculuğu üzerine konuştuk.
Makine Mühendisliği lisans ve İşletme yüksek lisans eğitiminizin ardından kitabevi açmaya hangi noktada karar verdiniz ?
1980'den sonra Türkiye genelinde kitapevleri kapanmaya başlamıştı. Yeni açılan kitabevi yoktu. Bir yandan yayıncılık da yapıyordum ve 1990'a gelindiğinde, kendi kitaplarımızı satacak mekan bile bulamaz olduk. En azından kendi kitaplarımızın tam takım bulunabileceği bir kitabevi olsun istedik ve Pandora, adının da çağrıştırdığı gibi bir umut olarak 1991 yılında ortaya çıktı.
Fakat aslına bakarsanız, 1971 yılından beri, yani 40 yıldır kitapçılık yapıyorum. Babamın Zonguldak Ereğlisi'nde bir kitapçı dükkanı vardı. 1976 yılında okumak için İstanbul'a geldikten sonra, Cağaloğlu'ndan kitapları toplayıp Ereğli'ye gönderiyordum. 1982'de de yayıncılık maceram başladı. Dolayısıyla işe, kitapçılığı bilerek başladım diyebilirim. O zamana kadar kitapevlerinde raflar yayınevine göre tasnif edilirdi. İlk kez biz, rafları türe göre düzenledik ve bilgisayarda bir veritabanı oluşturduk.
İnternet sitenizde de "Türkiye'nin en büyük kitabevi" mottosunu kullanıyorsunuz.
Doğrudur. En fazla verinin olduğu yer pandora.com.tr'dir. "Başkalarında da bu kadar çok kitap olamaz mı" diye sorulur hep. Olamaz, çünkü biz Türkiye'de yayımlanan hemen hemen tüm kitapları veritabanımıza işliyoruz. Askeri Müze'den tutun, Sivas'ta çıkmış kaşıkçılık kitabına kadar. İngilizce kitap konusunda da Türkiye'de en geniş çeşide sahip yeriz. Bir de sahaf kitapları bölümümüz var. Sonuç itibariyle sahaf, Türkçe ve İngilizce'yi bir arada, bu kadar geniş çeşitlilikte bulunduran başka yer yok.
1994 yılında Türkiye'deki ilk internet şubesini açtık.
Ülkemizde "kampüs kitapevleri" konusunda problem vardı. Üniversitelerin içindeki kitabevlerinde sadece ders kitabı satılırdı. Boğaziçi Üniversitesi'nde 1997 yılında açtığımız kitabevimiz, şu anda uluslararası standarttadır. 2001'de Koç Üniversitesi'nde açtığımız ikinci kampüs kitapevimiz de aynı niteliktedir.
Mesleğin içinden gelen biri olarak, kitabevlerinde özellikle dikkat ettiğiniz unsurlar nelerdir?
Bizim satış politikamız şudur: Hiçbir kitabı önermeyiz. Örneğin müşteri Tanzimat dönemiyle ilgilendiğini söylerse, önüne bu konuda 10-15 tane kitap çıkarırız. Bunların içinden kendine uyanı özgür iradesi ile seçmesini bekleriz. En iyisini bilsek bile bunu söylemeyiz.
Bazı kitabevlerine gittiğinizde, çalışanın çok fazla bilgisi olmadığını anlasanız da, bakıyorsunuz, aynı kitabı herkese tavsiye etmeye çalışıyor.
Bu bağlamda özel konulara odaklanan kitabevlerinin çoğalaması gerektiğini düşünüyorum. Bunun en tipik örneği, mimarlık alanında YEM Kitabevi'dir. Beşiktaş'taki Pan ise müzik alanına yönelmiştir. Moda'da tarih üzerine kitaplar satan Tarihçi adlı bir kitabevi vardır.
Bir diğer ilkemize geçecek olursam; örneğin çok iyi bir müşterimizsiniz. Tanzimat kitabı aldınız, gittiniz, üç gün sonra geri geldiniz, dediniz ki: "ben bu kitabı beğenmedim, değiştirmek istiyorum". Biz de deriz ki: "Kusura bakmayın, değiştiremeyiz", çünkü kitabı siz seçtiniz ve biz sizi özgür iradesi ile kitap alan biri olarak biliyoruz.
Diğer taraftan, bir gün elinizle bir kitapla geldiniz ve 10 sayfasında baskı hatası olduğunu söylediniz. Bu durumda; "ne zaman aldınız, bizden mi aldınız" gibi sorular sormayız. Onu hiçbir sorgu sual yapmadan hemen iade alırız. Bunu başka bir kitapçıya anlattığımda bana, "Ne gerek var, niye uğraşıyorsunuz? Nereden aldıysa gitsin orayla uğraşsın" dedi.
Dolayısıyla bizim ilkelerimiz ve kurallarımız kendi içinde bir mantık dahilindedir.
Belki detay bir bilgi olacak ama, açıldığımız günden bu yana hiçbir müşterimize "Bozuk paranız var mı?" diye de sormamışızdır. Bu belki kitapçılıkla ilgili değil ama yaptığımız ticaretin bir kuralı.
İki tür poşetimiz vardır; biri naylon, biri kağıttır. Yağmurlu havalarda naylon poşeti veririz, yağış olmayan günlerde ise kağıt olanı kullanırız.
Kitaplarımızı destekleyen ayraçlarımız ve posterlerimiz vardır.
1994 yılında Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğü üstünde temel problemler vardı. Türk entelijansiyasının büyük bir bölümü; "İfade özgürlüğü hemen!" diye sloganlar atıyordu. Biz de hemen bir afiş yaptırdık ve "Düşünce ve ifade özgürlüğü Anayasa teminatı altına alınmalıdır" dedik. Çünkü Anayasa teminatı altına alınan bir şeyden dolayı bir suç davası açılamaz. Böyle siyaset üstü önerilerimiz, düsturlarımız da olmuştur. Hiçbir şekilde ideolojik bir tavır sergilemeyiz. Kimse bizi belli bir gruba dahilmiş gibi gösteremez.
İngilizce yayınlar mağazanız okura, yayınların çeşitliliğini rahatlıkla algılayabileceği, aydınlık ve dinlendirici bir mekan sunuyor. Bu mağazanın tasarımında nasıl bir yol izlendi?
2008 yılında İngilizce yayınlarımızı üçüncü kattan, karşıdaki binaya taşıdık ve adını da "İçinden sokak geçen kitabevi" koyduk. Sonuç itibarı ile mağazalarımıza "orası Türkçe, burası İngilizce" diye değil, bir bütün olarak bakıyoruz.
İngilizce yayınların bulunduğu mağazamızın tasarımı Han Tümertekin'e ait. Bu işbirliği de, tanışıklığımız olan GB Mimarlık üzerinden gerçekleşti.
Yeni mağazamız için farklı bir proje düşündüğümüzü belirtince, birlikte çalıştıkları Han Tümertekin'i önerdiler. Yani "Robinson'u o yaptı bizimkini de ona yaptıralım" gibi bir durum yaşanmadı. Olay tamamen tesadüfi bir şekilde gerçekleşti.
Kendisiyle çalışmaktan büyük zevk aldım çünkü tasarımcılarla ve mimarlarla çalışmak biraz zordur; kendi kafalarında estetik olanın peşindedirler ve bazen fonksiyonellik ikinci planda kalır. Han'la böyle bir durum yaşamadık. Sonradan, aynı dönemde İTÜ'de okuduğumuz da ortaya çıktı. Girişimiz ve çıkışımız aynı tarihler…
Üç-dört toplantı yaptık ve ona ne istediğimizi, kitabevinin nasıl olması gerektiğini anlattım. O da bunun uygulamasını hem estetik hem de işlevsel bir şekilde gerçekleştirdi.
Koç Üniversitesi'ndeki mağazamızın tasarımını da, daha önce Stanford Üniversitesi'nin kitabevini tasarlamış olan İranlı bir mimar yaptı. Ama kendisiyle hiç görüşemedik çünkü proje doğrudan üniversite kanalıyla yürütüldü. Orası da güzel bir mekan oldu.