Sokrates Dergi’nin aynı zamanda farklı projelerini de üstlendiniz…
HB: Sokrates, Türkiye’deki ilk hem dergi hem de Youtube’da yayın yapan bir spor kanalı. Şu anlamda önemli: Türkiye’deki konvansiyonel medya, normal şartlarda takdir edersiniz ki eski rüştünü ve gücünü yitirmiş durumda. Doğal olarak da sosyal mecralarda yayın yapan insan sayısı çok arttı. Hem haber tarafında hem spor tarafında hem de kültür sanat tarafında artık gerçekten ciddi bir potansiyel var. Youtube olayları değiştirmeye başladı ve bu her geçen gün de daha netleşiyor. Doğal olarak da stüdyoya ihtiyaçları oluyor. Sokrates o anlamda çok önemli. Öncü diyebileceğimiz işlerden bir tanesi.
Bizim için de şöyle bir farklılık vardı. Dijital mecraya iş üretmekle konvansiyonel medyaya iş üretmek arasında çok fark var. Birincisi dijital mecranın doğal olarak konvansiyonel medya kadar parası yok. Her şeyden önce, en büyük challange’lardan biri bu. Daha ucuza mal etmeye çalıştığın bir ortamda da teknik anlamda çok dikkatli davranman gerekiyor. Ucuz malzeme seçmek gibi düşünmeyin bunu. Birçok anlamda; ışık, zemin malzemesi, dekor ya da reji birçok açıdan daha basit çözmeniz gerekiyor. Stüdyo ölçekleri küçük. Bir konvansiyonel medyada devasa stüdyolarda çalışabiliyorsun ama dijital platformlarda bunlar çok küçülüyor. Doğal olarak, zorluğu daha fazla ama getirisi daha az. Ekonomik olarak da çok para kazanamadığın işler. Ama biz Sokrates’i çok önemsedik. Öncü olması, bize başka işlerin de gelmesini sağladı zaten. Sokrates’in ardından Sports Digitale’i ve Maçkolik’i de biz yaptık. Şu an Youtube’da main stream olan işlerin çoğunu biz üretmiş olduk.
Sports Digitale
Sokrates’te aynı zamanda işin içerisinde bir dergi de var. Derginin bir ruh hali var. Sokrates Dergi, hem içerisinde kullandıkları illüstrasyonlar olsun, hem derginin kurgusu olsun çok özel bir dergidir. O arayüzü alıp ekrana da taşımak gerekiyordu bir parça da olsa. Bu sebeplerden zor ve challange bir işti.
Biz genel olarak Youtube tarafını çok önemsiyoruz. Çünkü Youtube, insanların kendilerini anlattığı bir mecra olmaktan çok, daha karasal yayın formuna doğru gitmeye başladı. O yüzden insanlar artık düz bir duvarın önünde oturup konuşan insanları izlememeye başladı. Dolayısıyla iç mekan düzenlemesi ihtiyacı doğuyor ya da bir stüdyoya dönüştürme fikri oluşuyor. Zaten kanal büyürse, mecburen stüdyoya dönüşüyor. Stüdyonun ihtiyaçları da konvansiyonel medyadaki stüdyoların ihtiyaçlarıyla üç aşağı beş yukarı aynı. Reji lazım, kameralar olacak, kameraların kabloları gelecek, onların toplandığı bir alan olacak, set ışıkları gerekiyor... Ve bunu ciddiye alan çok fazla insan olmaya başladı. Bu anlamda biz bu işleri yaptıkça bu sektörel olarak gelişmeye başladı. Onun da bize faydası var tabii ki.
İA: Doğru tasarlanmış Youtube stüdyoları, aynı zamanda yayın sahiplerinin kendilerini doğru ifade etmelerine de hizmet eden bir başka dili oluyor. Dolayısıyla yavaş yavaş daha fazla önem kazanıyor diye düşünüyorum.
HB: Gelen misafire verdiğin değer, burada izleyici tabii o, senin izlenirliğini kesinlikle artırıyor. Arka fonda ne olduğunun önemi yokmuş gibi, sadece içerik önemliymiş gibi geliyor insanlara ama değil.
İA: Bu algının biraz oturması için biraz bunun tecrübe edinilmesi ve sonuçlarının hissedilmesi gerekiyordu. Bu da bir süreç gerektirdi. Biz zaten olaya böyle bakıyorduk ama bunu artık belli ölçüde ifade edebildik, kullanıcıya ulaşabildik diye düşünüyoruz.
HB: Ekran dediğiniz şey bir temsildir. Sizin gelişmişliğinizi, ne kadar ileriye gidebildiğinizi, inovatif olup olmadığınızı gösterir. Biz CNBC-e’yi bitirdik yeni. Bizim için önemli bir proje. Türkiye hikayesi de farklı bir kanal. Önce kapandı, yıllar sonra tekrar hayata geçti. Bu işin bir parçası olmak bizim için ayrıca bir mutluluk. Çok güzel ve amaçladığımız şeye yakın bir iş oldu.
Mimari eserler eleştirilir gayet doğaldır. Ancak TV ya da Youtube stüdyosu yaptığınızda aynı anda milyonların beğenisine sunmuş oluyorsunuz eserinizi. Hele Youtube gibi anında etkileşim alan bir platformda nasıl eleştiriler alıyorsunuz? Nasıl hissettiriyor bu eleştiriler?
HB: Başlarda kötü eleştiriler çok kötü hissettiriyordu. Bu spor kanallarında yorumlarda biri arada yazmış mesela, “dekor çok kötü.” Sadece bu kadar. Bunu yazan bir çocuk da olabilir, sadece kötülemek isteyen psikolojik bir vaka da olabilir ya da kıskanmış olabilir. Bunların hepsi mümkün. İlk başta beni çok etkiliyordu. Küçücük bir yorum bile o günümün kötü geçmesine neden oluyordu. Şimdi alıştık herhalde, pek bakmıyoruz.
İA: Özellikle milyonlara çok hızlı ulaşan bir arka fonda tabii ki yapılacak yayının içeriğine göre de bir sürü değişken mevcut, içeriğe endeksli psikolojik bir atmosfer yaratıyoruz. Her şeyden önce bu amacın kişiye doğru olarak ulaşması önemli. Ancak “dekor çok kötü olmuş” gibi bir yorumda o kötü yanın ne olduğunu tam olarak tespit edemiyorsunuz ya, esasen bu kısıt kötü. Günün sonunda aslında eleştirinin kendisinden çok sebebi kıymetli oluyor. Ne daha iyi olabilirdi acaba? Bu zaten doğrudan kullanıcı üzerinde test ettiğiniz bir konu. “O ne anlar ya” diyemezsiniz; çünkü doğrudan ona bir deneyim yaşatmaya çalışıyorsunuz. O yüzden son kullanıcı görüşü tabii ki çok önemli. Ama gerekçeleri daha çok... Aslında sebebini de yazsalar gerçekten faydalanabiliriz o eleştirilerden.
Maçkolik
Stüdyo haricindeki projelerinizden bahsedebilir misiniz biraz da…
HB: Biz stüdyolarla beraber ofisleri de yapıyoruz zaten. Sadece stüdyo yapan bir firma olarak anılmak istemiyoruz. Aynı zamanda cephe işleri, restoranlar, evler de yapıyoruz. Bizim esas amacımız, hem mimari alanda cepheler tasarlamak, bina tasarlamak; hem iç mimari alanında ofis projeleri, restoranlar, oteller, hastaneler yapmayı hedefliyoruz. Bu konuda çok güveniyoruz kendimize, çok iyi yapacağımıza inanıyoruz. Çünkü biraz önce de söylediğim gibi, bizim için değerli olan müşterinin kendisi. Biz aracıyız, amaç olamayız. Bizim amacımız iyi bir iş ortaya koymak.
İA: Bu noktada şuna değinebiliriz, çünkü bunu zaman zaman tecrübe ediyoruz: Hüseyin’in dediği gibi işin içeriği, ne projesi olduğu çok fazla bir fark yaratmıyor. Ancak kullanıcı, yani talep eden kişiler üzerinde şöyle bir algı var maalesef; kişi geliyor, restoran yaptıracak, hangi restoranları yaptığınızı görmek istiyor. Aslında burada bu yönde bir ayrım yok. Çünkü biz yaptığımız her işi zaten sıfırdan baştan yapıyoruz. Her proje kendi içinde özel. Bu işin zaten zor kısmı bu. İşinizi asla tekrarlayamıyorsunuz. Deneyiminizi tekrarlıyorsunuz, kondisyon kazanıyorsunuz, bazı sorunları daha hızlı çözüyorsunuz... Ancak her iş sıfırdan bir ele alış gerektiriyor. Zaten tasarım yaptığınız, bunun bilim tarafına hakim olduğunuz sürece orada ne proje yaptığınız önemsizleşiyor.
HB: Ukalaca bir tavır olarak algılanmasını istemem ama bir Medya Merkezi üretip bir restoran üretememek komik olurdu. Çünkü restoranda çok daha köşeli bir ihtiyaç var, her şey çok açık. Bu ihtiyaçların tespiti bir Medya Merkezinin ihtiyaçlarından daha zor değil. Daha az teknik...
İA: İnsanların bu noktadaki kaygısını anlıyorum. Ancak mevzu şu; tasarım her seferinde yeniden deneyimlenen bir şey. Orada zaten biraz da ezberi bozmak avantajlı olabilir daha alışılagelmişin dışında bir sonuç almak için. Ama geri kalanında iş, işleyiş, şantiye sürecinde karşılaşılan sorunlar gibi konularda hiçbir farklılık olmuyor. Bunu hangi projede yaşadığınızın önemi yok, bunu defalarca yaşayan insanlar olarak orada bir engel yaratmıyor. Ne projesi yaparsak yapalım, bizim ezberimiz o yönde. Biz artık sorunlarla karşılaştıkça onu nasıl çözeceğimizle ilgili ciddi ölçüde bir tecrübe birikimine sahibiz.