Peki nerede yollarınız kesişti? Ofis açma kararınızda hangi fikirler etkili oldu?
HB: 2010 yılında tanıştık İrem’le, farklı yerlerde çalışıyorduk. 2018 yılında evlendik. Onun ardından da 2-3 ay sonra kendi işimizi yapmaya başladık.
İA: 2018 yılında kendi işimizi yapmaya başladık ama bizim elimizi eteğimizi çalıştığımız yerlerden, özel sektörden tamamen çekip bu işe kanalize olduğumuz süreç, 2019’un başını buluyor.
HB: Şirketin adını 2018’in ortalarında koyduk aslında. Hep aklımızda vardı şirket kurma fikri. Çünkü art work, çok sübjektif olunabilen bir iş. Objektif tarafları var ama az. Tasarım ortamında fikir çatışması çok zor bir şey. Biraz dikte edilmesi gereken bir iş. Yani kararı birisi verecek ve o öyle olacak. Yoksa önü alınamayacak kadar çok fikir ortaya çıkar. Bazen hissedersin, her zaman matematiksel olmuyor.
İA: Tabii bu işe biraz daha idealist bir yerden yaklaşan insanların bir gün kendi ofisini açmak gibi bir güdüsü gelişiyor. Ancak bunun öncesinde sektörde yıllar içerisinde farklı ölçeklerde edinilen belirli ve çok yönlü bir tecrübeye bence kesinlikle ihtiyaç var. Okuldan mezun olur olmaz bu işe yönelen insanlar da var, onlar da kendi yolunda bu işi tecrübe ediyor ama bizim ayrı ayrı da stratejimiz bu yöndeydi. Önce mutfakta biraz işi öğrenmek… Aslında hiçbir zaman mesleğe karşı rüştünüzü ispatlama şansınız olmayan bir alan bu ve sürekli kendimizi geliştirmemiz gereken bir dinamiğe sahip. Ancak, “şefi siz olmadığınız mutfaklarda bu bize artık yetmiyor” dediğiniz yerde onu hissediyorsunuz zaten. Bizimkisi de biraz öyle artık tamamen kendi yolumuza yönelmek üzere kendi çağrısını yapmış bir süreç.
HB: 2018 milattır yani. 2019’da artık şirketi kurmuştuk. Evden çalıştık ilk dönem. Şirketi kurduktan sonra çok hızlı bir şekilde Londra’dan bir iş aldık. Tamamen şans, eski bağlantılarımız ve bize olan güvenleri sayesinde, TRT’nin bir işiydi. Çağırdılar beni, “Bir iş var, yapar mısın?” Ben de burada ufak bir iş sanıyorum, “yaparız” dedim. Sonra dediler ki iş Londra’da. Nasıl yapacağız, daha ilk işimiz derken güvendiler bize. Yaptık ama zor da oldu tabii.
Sadece tasarım değil sanırım; uygulama da yaptınız…
HB: Tabii, buradan tırlara yükledik gittik. Uygulama ekibi gidemedi, refuse oldular; benim vizem çıkmadı, gidemedim; kardeşim Yurdaer gitti tek başına; oradan uygulamacılar bulduk vs. Dünyanın iş yapması en zor yerlerinden birisi İngiltere ama bir şekilde hallettik.
İA: Gerçek anlamda bizim için bir kırılma noktasıydı o iş. Olumlu yönde oldu neyse ki. Böyle bir şeyi yaşadığınız sırada tam olarak algılayamıyorsunuz. Ama işin içinden çıkıp nasıl bir süreç atlattığımızı anladığımız zaman “Tamam, artık bize bir şey olmaz” dedik.
Tanışmanızda işin, mesleğin rolü oldu mu?
İA: Hiç olmadı. Aslında biz bir iş ortaklığını da hiç konuşmadık. Ben kendi adıma hayatımın bir yerinde bir fırsat yakalarsam bir ofis açayım, kendi işimi yapayım istiyordum. Keza, Hüseyin de aynı şekilde ama hiçbir ortak planlamamız, niyetimiz yoktu. Hatta uzak durduğumuz bir fikirdi. Çünkü kolay bir şey değil birbirimize karşı iki ayrı sorumluluğu bir arada yürütmek.
HB: Biz hiçbir şeyi planlamayız; öyle bir huyumuz var İrem’le. Biraz hedefe kilitlenmemiz gerekiyor. Düşünün işi aldık, şirketi öyle açtık. Normalde önce şirketi açarsın, sonra işi alırsın. Bizim işi alıp şirketi açmış olmamız ne kadar planlı olduğumuzun bir göstergesidir herhalde.
Önceki iş yerimin bütün bu ticari hikayeye katkısı çok büyük. Bir iş nasıl alınır ve nasıl yapılır ben orada öğrendim. Çünkü bil fiil tek iç mimar olarak çalıştım çok uzun yıllar. Ve aslında burada yaptığım şeyin neredeyse birebir aynısını yapıyordum orada. Sadece burada ekstradan kendi vizyonumu ve aklımı da koymuş oldum.
İrem’in zihni çok başka, benim zihnim çok başka, Yurdaer’in zihni çok başka… Bu büyük avantaj bizim için. Ben daha ticari tarafı idare ediyorum. Tasarımla artık eskisi gibi saatlerce uğraşmıyorum, sadece fikrimi söylüyorum. Biraz da bilinçli olarak kopmak istedim oradan bir süre. Tasarımcı olmak fikri çok güzel. Ama özellikle Türkiye’de şirketi idare edecek birilerinin olmasına ihtiyacımız var. Aile şirketi olmanın avantajı burada çok büyük. Yüzde 100 güveniyorsun, o yüzden bir tarafı bırakıp bir tarafla ilgilenmen mümkün. Bizim en büyük gücümüz birlikte olmamız.
Yurdaer Bey de iç mimar değil mi?
HB: Evet, Akdeniz Üniversitesi mezunu. Uzun yıllar Doğuş Yayın Grubu’nun art direktörü olarak çalıştı. Yaklaşık 5 aydır da tam zamanlı olarak birlikteyiz. Artık üçüncü ortağımız ama aslında şirketimizin kuruluşundan bu yana her zaman destek verdi bize. Zaten şirketimizin adındaki harflerden biri de onun. BAB soy isimlerimizi; Beş, Arıbaş ve Beş’i temsil ediyor.
Çok planlı olmadığı için ne tarz işler yapacağınız konusunda da bir planınız yoktu sanıyorum…
İA: Aramızda konuştuğumuz ve planladığımız şekilde yoktu. Sadece yıllar içinde yöneldiğimiz ve uzmanlaştığımız taraflar var. Bizim diğer bir şansımız da bireysel olarak sosyal ilişkilerimizde de gerçekten birbirimizin alanına saygı duymayı beceriyoruz. Biz bunu işe taşımış olduk. İşi kim daha iyi yapıyorsa ona bırakmayı becerebiliyoruz. Dolayısıyla iş bölümü de yaptığımız işler de kendiliğinden gelişti.
HB: Medya Merkezleri ve televizyon dekorları konusunda uzmanlığımız var. Benim müzik hayatım dolayısıyla akustiğe merakım yüzünden akustik, ses stüdyosu gibi alanlarda sürekli çalışmalarım var.
İA: Ben daha çok mimarlık alanında hizmet verdim. Yapmak istediğim taraf da o. Ancak zaten tasarımla ilişkili konuları çok da birbirinden ayıramıyorsunuz. Günün sonunda zaten aynı şeyi konuşuyor oluyoruz. Sadece o alandaki ezberimiz açısından bir iş geldiği zaman kimin neye daha çok yoğunlaşacağı ile ilgili bir iş bölümü oluyor aramızda.